Bir önceki bölümde Yunanlıların, tarihte ilk kez ve mitlerden bağımsız olarak, insan aklının tüm imkânlarını, tüm rasyonel ve spekülatif kapasitesini dünyanın ve insanoğlunun yaradılışının keşfine seferber ettiğini gördük. Aristo’nun dediği gibi, “politik bir hayvan” olduğuna göre, insanoğlunun doğasının keşfedilebilmesi için siyasi örgütlenmesinin de incelenmesi gerekir.
Başlangıçta şehir-devletler olarak örgütlenen Yunanlılar, İÖ Beşinci yüzyılın başlarında kendilerini Pers İmparatorluğu’nun saldırısı altında buldular. Bu saldırı karşısında gösterdikleri başarı, şehir-devletin ya da polis’in olabilecek en iyi siyasi örgütlenme olduğuna dair varsayımın doğrulanmasına hizmet etti. Polis, oryantal/Doğulu despotizm karşısında sınav vermiş, ayakta kalmıştı. Nitekim, aynı yüzyılda boyut kazanan felsefi düşünce, siyaseti de entelektüel spekülasyon ve araştırma konusu yaptı ve doğaldır ki, siyasal yapı olarak muzaffer polis’e odaklandı.
Siyasi spekülasyonu teşvik eden bir diğer olgu, en güçlü iki Yunan şehir-devleti olan Sparta ile Atina arasında, İÖ 431’de başlayarak yaklaşık otuz yıl süren amansız savaştı. Sparta, disiplinli ve iyi eğitimli piyade askerlerini serfleştirilmiş köylüleri sömürmek suretiyle savaş için alesta tutan, aslında fakir bir garnizon devletti. Böyle bir askeri gücün oluşturulması ve idamesi, Sparta’nın olası kültürel gelişimini sekteye uğratmıştı. Öte yandan, Atina, her birinin site siyasetine aktif biçimde katıldığı büyük bir hür yurttaş nüfusa sahip, zengin bir ticaret toplumu ve Yunan sanatı, şiiri ve felsefesinin merkeziydi. Yurttaşlarından bazıları için Atina, polis deyince akla gelen her şeyi barındıran, mükemmel bir yerdi. (JS)