I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Büyük Ölçüde Medenileşmiş Bir Devletin Yurttaşı İlkel İnsanlar Hakkındaki Çalışmalardan Ne Öğrenebilir?

Roma devletinin Kartaca Savaşı’nı takiben büyümeye başlaması, Cumhuriyet’in dünyayı yönetmekten ziyade, İtalyan şehirlerinden oluşan bir konfederasyonu yönetmeye uygun kurumlarının bozulup gerilemesine yol açtı. Bu kurumlar, yüz yıllık bir buhran döneminden sonra yeniden yapılanmış, Roma’nın ilk imparatoru olarak Augustus unvanını alan Octavian (İÖ 63–İS 14) tarafından bu büyük imparatorluğun ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde takviye edilerek, yüzyıllarca süren çekişmeler sonucu hırpalanmış olan Akdeniz havzasında Roma’nın barışı tesis etmesi ve sürdürmesini sağlamıştır.

Yazıları ve etkin fikirlerine karşın, Cornelius Tacitus (55-120) hakkında pek az şey bilinir. İngiltere’deki askeri başarıları ile ünlenen, İmparator Domitian’ın isteği üzerine Roma’ya geri dönen General Agricola’nın damadıdır ve kayınpederine hayrandır. Tacitus 112-113’de Asya valisi olarak görev yapmış, başarılı bir hatip olarak ün salmıştır. Yazılarında Roma aristokrasisinin Cumhuriyet’e düşkünlüğünü ve İmparatorların otokratik/despot yönetimine karşı giderek artan hoşnutsuzluğu dile getirir. Bir tarihçi olarak çalışmalarının büyük bir kısmını Pax Romana (Roma Barışı) döneminin sakin ortamında yapmış, istikrarlı ve aydınlanmacı Trajan dönemini (98-117), Trajan’ın seleflerinin kararsızlıklarını ve değişkenliklerini sergilemek için kullanmıştır. Tacitus’un De origine et situ Germanorum (Germenlerin Kökeni, Ülkesi ve Halkı) adlı çalışmasından alınan aşağıdaki bölüm, bu “ilkel” toplumdaki yaşamı genellikle olumlu bir ifadeyle tarif eder.

Germania*
Cornelius Tacitus

Germenlerin evlilik bağları nedeniyle başka kabilelerle karışmadıklarını, ayrı, bozulmamış bir halk olarak kaldıklarını söyleyenlerin düşüncelerine katılıyorum. Bu nedenle sayılarının çokluğuna karşın Germenler her yerde birbirlerine benzemektedir. Keskin mavi gözler, kızıl saçlar ve sadece olmadık işlere yeteneği olan iri vücutlar. Germenler çalışmaya bizim kadar katlanamaz. Susuzluk ve sıcaktan da hiç hoşlanmazlar. Aksine toprakları ve iklimleri onları soğuğa ve açlığa alıştırmıştır.

Germanya birbirinden çok farklı bölgeleri içermesine karşın, genellikle sık ormanlıklarla ve pis bataklıklarla kaplıdır. Gallia’ya komşu olan bölgeleri daha nemlidir, Noricum ve Pannonia tarafı ise daha rüzgârlıdır. Toprak ekime elverişlidir, ama meyve ağaçlarından yoksundur. Çok sayıda sürüleri vardır, ama hayvanlar hep küçüktür. Sığırlar bile büyüdükleri zaman iri boynuzlara sahip olamazlar. Germenlerin en hoşlandığı şey sürülerindeki hayvan sayısının fazlalığıdır. Hayatta servet adına en çok övündükleri şey budur. Tanrıların onları hem altın hem de gümüş varlığından mahrum bırakmış olmasının bir ceza mı yoksa ihsan mı olduğuna karar veremedim. Gerçi Germanya’da altın ya da gümüş madenleri bulunmadığını kesin olarak söyleyemem, çünkü kimse araştırmamıştır. Madenleri araştırma konusunda bizim gibi davranmazlar. Germanya’da tanrılara ya da önderlere hediye olarak verilen gümüş vazolar görebilirsiniz. Fakat gümüşü, topraktan yapılmış çanak kadar sıradan bir şey sayarlar. Ancak bize yakın yerlerde yaşayanlar ticarete alışkın oldukları için altın ve gümüşün değerini öğrenmiştir. Paralarımızdan bazılarını tanıyıp seçebilirler. İç kısımlarda yaşayan halk ise daha ilkeldir ve eski takas yöntemlerini kullanır. Alışık oldukları kenarları çizgili ve üzerinde iki atlı savaş arabası figürü bulunan eski paraları77 çok severler. Ayrıca gümüşü altından daha çok severler. Aslında bu bir zevk meselesi değil, çünkü sıradan ve küçük şeyler satın alan insanların işine küçük gümüş paralar daha çok yarar.

Demir bol değildir. Zaten bu sahip oldukları silahlardan da anlaşılır. Kılıç ve uzun mızrakları pek kullanmazlar. Kargı ya da kendi dillerinde framea adını verdikleri bir silahları vardır. Framea, kısa, dar başlı olmasına rağmen çok keskin ve kullanışlı bir silahtır. Hem uzak hem yakın dövüşte kullanılabilir. Atlıların kalkanları ve mızrakları, piyadelerin ise kargıları vardır. Her asker çok sayıda silah taşıyabilir ve bunları uzağa fırlatabilir. Nadiren hafif bir ayakkabı kullanırlar, ama genelde çıplak ayakla savaşırlar. Gösterişli süsleri de yoktur. Sadece birbirlerinden ayırt edilebilmek için kalkanlarını parlak renklere boyarlar. Çok azı zırh giyer. Başlık takanlar ise hemen hemen yok gibidir. Atları biçimsizdir ve çok hızlı hareket edemezler. Atlıları bizimkiler gibi daireler çizmeyi bilmez. Sadece ileriye doğru gitmeyi ve sağa doğru dönmeyi bilirler. Dönüş sırasında safları o kadar kalabalık olur ki, neredeyse hiçbir asker geride kalmaz. Genelde piyadelerinin daha güçlü oldukları bilinir. Bu nedenle atlılar ve piyadeler karışık olarak savaşır. Savaş sırasında seçme bir piyade birliği asıl ordunun önünde yer alır. Piyadeler çok hızlı hareket edebildiğinden gerektiğinde atlılarla da savaşabilirler. Piyadelerin sayıları bellidir. Her köyden yüzer kişi alınır. Seçilenler kendi köylerinde “yüzler” adıyla anılır. İlk zamanlar sıradan bir durumu ifade eden bu kavram, şimdilerde çok şerefli bir anlam taşımaktadır. Germenlerin safları kama şeklindeki birliklerden oluşur. Mevzilerinden geri çekilmek ya da tekrar saldırmak için biraz gerilemek korku değil, tedbir olarak adlandırılır. Sonucu belli olmayan savaşlardan sonra bile ölülerini alıp geri götürürler. Kalkanını kaybetmek en büyük şerefsizliktir. Kalkanını kaybeden kimse bir toplantıya ya da kurban kesme törenine giremez. Bir savaşta uğranılan yenilgiden sonra geri kalanların üzerindeki lekeyi temizlemek için kendilerini öldürdükleri görülmüştür.

Krallar ailelerine göre, komutanlar ise yeteneklerine göre seçilir. Krallarının sınırsız yetkileri yoktur. Komutanlar yetkilerine dayanarak değil, yalnızca cengâverliklerini ispatlamak suretiyle mevkilerini koruyabilir. İdam, hapis ve kırbaçlama için sadece rahiplere izin verilmektedir. Bu cezalar asla komutanlar tarafından verilmez. Böyle bir cezayı ancak savaşta aralarında bulunduklarına inandıkları kabile tanrıları verebilir. Barış zamanı ağaçların üzerinde bulunan kutsal idol ve alametifarikalarını indirip savaşa giderler. Atlı birlikler ve kama şeklinde düzenlenmiş olan piyade birlikleri kabilelere göre savaş düzeni alır. Savaşta bu denli cesur olmalarını sağlayan da budur. Çünkü en sevdiği insanlar yakında bulunur, kadınların bağrışmalarını, bebeklerin ağlamalarını kendi kulaklarıyla duyarlar. Tüm Germenler kendi kabilesindekiler tarafından övülmeye bayılır. Annelerine ve karılarına yaralarını gösterirler. Kadınlar ise erkeklerin yaralarını tedavi etmekten korkmaz. Savaş sırasında onlara yiyecek verip cesaretlendirirler.

Bazı savaşlarda dağılan ve bozguna uğrayan orduların kadınlar tarafından yeniden bir araya getirildikleri anlatılır. Böyle durumlarda Germen kadınları hiç ara vermeden dua eder, göğüslerini açarak esaretin uzak olmadığını anlatmaya çalışırlar. Germenler esir düşmekten kendileri için değil kadınları için korkmaktadır. Onların sadık kalmalarını sağlamak için asil ailelerin kızlarını rehin almak yeterlidir. Germenler kadınların geleceği bilme gibi bir yetenekleri olduğuna inanır. Onların tavsiyelerine asla boş vermezler ve sorularını her zaman yanıtlarlar. İmparator Vespasianus’un zamanında Veleda adında bir kadın gördük. Çoğu insana göre o bir tanrıçaydı. Daha önce de Aurinia ve başka ölümlülere büyük ve ilahi bir saygı gösterdikleri vakidir. Ancak davranışlarının nedeni yaltaklanmak değil, onları gerçekten tanrıça yapmak isteğidir.

***

Önemsiz konularda kabile önderleri kendi başlarına karar verir. Daha önemli konularda ise önderler bir araya gelir. Halkın karar vermesi gereken durumlarda da önderlerin konuyu önceden aralarında görüşmeleri gerekir. Beklenmedik ve ani bir şey olmadıkça ay başlangıçlarında ya da dolunay zamanında toplanırlar. Böyle zamanların yeni işlere başlamak için en uğurlu günler olduğuna inanırlar. Zamanı hesaplarken bizim gibi gündüzleri değil, geceleri sayarlar. Toplantıların ve anlaşmaların günleri buna göre hesaplanır. Germenlere göre gün, geceden sonra gelir. Özgürlük aşkı adeta bir kusur sayılabilecek kadar fazladır. Gerektiğinde hemen toplanırlar, fakat gecikenler yüzünden birkaç gün kaybedilir. Toplantı başlayınca herkes silahlı olarak oturur. Toplantıda sessizliği bu işle görevlendirilmiş olan rahipler sağlar. Daha sonra yaşı, soyluluğu, daha önceki savaşlarda yaptıkları ya da güzel konuşması bakımından öne çıkan krallar ve önderler konuşur. Fakat konuşacak kimse, konuşma hakkını ancak ikna gücüyle elde edebilir. Söylenenler hoşlarına gitmezse homurdanarak reddederler. Beğenirlerse kargılarını şakırdatırlar. Böyle bir alkış en büyük başarı sayılır.

***

Savaş başladığında bir önderin yanındakilerden geri kalması ve yanındakilerin de önderden aşağı kalmaları aynı derecede ayıp sayılır. Önder öldükten sonra savaş meydanından sağ dönmek insanın yaşamının sonuna dek silemeyeceği kara bir lekedir. Önderi korumak ve kendi kahramanlıklarını ona mal etmek askerlerin yemin ettikleri bir şeydir. Önder zafer için, adamları önder için savaşır. Bir yerde uzun yıllar devam eden barış söz konusuysa o kabiledeki asil ailelerin çocukları savaşmakta olan bir başka kabilenin yanına gider. Barış ve sessizlikten hiç hoşlanmazlar. Tehlikeli zamanlarda ün daha kolay kazanılır. Ayrıca sahip oldukları bu kadar büyük ordu savaş olmazsa yönetilemez. Çünkü önderleri onlara savaş atlarını ve ünlü, yenilmez kanlı mızraklarını verir. Çok lezzetli olmasa da bol olan yemeklerin ve eğlencelerinin masrafını önderler karşılar. Bu cömertliğin giderleri harp ve yağmadan sağlanır. Bu adamlar için tarlaları sürmek, bir yılın ürününü beklemek, düşmanla savaşılarak ele geçirilen paralar karşılığında bir şey kazanmaktan çok daha zordur. Bir hedefe adam öldürerek ulaşma şansları varsa aynı şeyi çalışarak elde etmeyi tembellik ve uyuşukluk sayarlar.

Savaşmadıkları zaman çok fazla avcılık da yapmazlar. Genelde boş boş oturup yemek yer ve uyurlar. En cesurları, hatta savaşçıları bile hiçbir şey yapmaz. Çünkü evlerin ve tarlaların bakımları kadınlar, yaşlılar ve aile içindeki zayıf kimseler tarafından yapılır. Kendileri ise boş boş dolanır. Karakterlerinde şaşırılacak bir terslik vardır. Tembelliği sever, ama barıştan hoşlanmazlar. Kabiledeki her adamın kendi isteğiyle önderlere sığır ve yiyecek vermesi geleneği vardır. Onlara göre bu bir şereftir. Hem de ihtiyaçlarını karşılar. Komşu kabilelerden gelen hediyelerden çok hoşlanırlar. Hediyeler sadece kişiler tarafından değil aynı zamanda devlet tarafından gönderilir. Hediyeler genelde seçkin atlar, muhteşem zırhlar, madeni göğüslükler ve yakalıklardır. Daha sonraki yıllarda para almayı da bizden öğrenmişlerdir.

***

Germanya’da evlilik bağları çok kuvvetlidir. Diğer gelenekleri bunun kadar övgüyü hak etmez. Barbarlar içinde sadece Germenler tek bir kadınla yaşar. Çok az kimse bu kuralın dışına çıkar. Onlar da asalet nedeniyle birden fazla kadın almak zorunda bırakılanlardır. Drahomayı kadın kocaya değil, koca kadına verir. Anne, baba ve akrabalar düğüne gelip hediyeleri inceler. Hediyeler kadının hoşuna gidebilecek ve saçına takabileceği türden şeyler değildir. Genelde bir çift öküz, gemli bir at ya da kalkan, mızrak, kılıç gibi şeylerdir. Kadın da kocasına silah hediye eder. Bu tören, bizim nikâh törenimizin, göreneklerimizin ve evlilik tanrılarımızın yerini tutar. Bir kadının kendisini cesaret ve savaştan uzak saymaması gerekir. Evlilik hayatının başlangıcında yapılan törende kadına çalışmada ve tehlikede kocasının ortağı olması, barışta ve savaşta da aynı şekilde cesaretle davranması gerekeceği söylenir. Boyunduruklu öküzler, gemli atlar ve hediye silahlar bunu açıkça gösterir. Germenlere göre bir kadın böyle yaşayıp böyle ölmelidir. Aldığı emaneti namusuyla koruyup çocuklarına miras bırakmalıdır. Bu öyle bir emanettir ki, zamanı gelince kendi gelinleri de bunu alıp torunlarına miras bırakacaklardır.

Bu nedenle çok sakin bir yaşam sürerler. Tiyatronun rahatsız edici etkileri veya ziyafetlerin insanı tahrik eden havası onların ahlakını henüz bozmamıştır. Ne erkekleri, ne de kadınları mektuplaşır. Sayılarına oranla kocasını aldatan kadın çok azdır. Böyle bir durum ortaya çıktığında kocasının karşılık vermesine izin verilir. Karısının saçlarını keser, ailesinin gözleri önünde onu soyar ve köyün ortasında kamçılar. Namusunu satmış bir kadın affedilmez. Böyle bir kadın güzel, genç ve zengin bile olsa koca bulamaz. Çünkü Germanya’da kimse namussuzluğa gülmez, ahlak bozukluğunu “devrin bozulduğuna” bağlamaz. Ren Bölgesi’nde yaşayan kabilelerde sadece bakirelerin evlenmesine izin verilir. Buralarda yaşam daha da iyidir. Böylece kadın kocasını tek bir vücut, tek bir hayat olarak kabul eder. Daha sonrasını düşünmez, daha fazlasını istemez. Sanki evlilik hayatını kocasından daha çok seviyor gibidir. Çocuklarının sayısını kısıtlamayı veya sonradan olan çocuklarından birini öldürmeyi cinayet sayarlar. Onların iyi ahlakları başka yerlerdeki iyi kanunlardan çok daha etkilidir.

* Cornelius Tacitus, Germania & Britannia, çeviren: Furkan Akderin, Alfa Basım Yayın Dağıtım Ltd. 2006.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.