I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Medeni İnsanlar Neden Siyaseten Bağımsız Bir Toplum Uğruna Özveride Bulunmalıdır?

İÖ 455 doğumlu Thukidides, Atina ile Sparta arasındaki Peleponnes Savaşı başladığında gençti. Kariyeri savaş yıllarında şekillendi ve savaş sırasında general oldu. İÖ 424 Amfipolis Muharebesi’nde Spartalı General Brasidas’a yenilince emekliye ayrıldı ve Atinalı kurmaylarla yakın ilişkisi ve titiz araştırmacılığı sayesinde, bu savaşın tarihini yazdı.

Thukidides’ten aşağıdaki ilk seçki, söz konusu savaşın ilk yılının sonlarına tarihlenir. Savaşın ilk yıllarında Atina’nın önderi, köklü bir Atinalı aileden gelen ve Thukidides’in de hayran olduğu, Perikles’tir. Atinalılar seferlerde hayatını kaybedenlerin cenazesinde konuşma yapmak üzere onu seçer. Perikles, savaş kayıpları ve düşman tehdidiyle karşı karşıya olan yurttaşlarına, yaslı ailelerin akıllarını kurcaladığını düşündüğü sorulara cevap vermek suretiyle moral verir.

Peloponnes Savaş Tarihi 1*
Thukidides

Atalarımızdan bahsederek başlayacağım, çünkü onları bu vesileyle yad etmek, yaptıklarını hatırlayarak anmak en doğru olanı. Bize ait olan bu topraklarda kuşaklardır aynı insanlar yaşamış, bu toprakları, bu özgür ülkeyi bize, işte bu erdem ve cesaret sahibi insanlar bırakmıştır. Onlarla ne kadar övünsek azdır. Babalarımız daha da fazlasını hak ediyor, çünkü atalarından devraldıkları mirasa, bugün sahibi olduğumuz imparatorluğu da kattılar. Bu, alın teri ve kan dökerek oldu. Bugün burada toplanan ve çoğu gençliğinin baharında bizler, her bakımdan imparatorluğumuzun gücüne güç kattık ve öyle bir devlet düzeni kurduk ki, barışta da savaşta da kendini en mükemmel biçimde gözetebilmekte.

Hepinizin bildiği konularda uzun uzun konuşmak istemiyorum: Bu bakımdan, bu güce erişmek için verdiğimiz mücadeleden ya da babalarımızın ve bizim iç (Yunan) ve dış düşmanlara karşı nasıl kahramanca savaştığımızdan bahsetmeyeceğim. Her şeyden önce, zorlu sınavları nasıl bir ruhla göğüslediğimiz ve tabii, bizi biz (büyük) yapan anayasamız ile yaşam tarzımız üstünde durmak istiyorum. Ondan sonra ölülerimizi yad edeceğim, çünkü bunu yapmamın bu ortama uygun olacağına ve yurttaşlar ile yabancılardan oluşan bu topluluğun, böyle bir konuşmadan istifade edeceğine inanıyorum.

Şunu belirtmeliyim ki, bizim yönetim sistemimiz komşularımızın yönetim sistemlerinin (kurumlarının) bir kopyası değil; daha ziyade, onlar için bir modeldir. Devlet düzenimize (anayasamıza) demokrasi denilir, çünkü güç küçük bir azınlığın değil halkın elindedir. Yurttaşlarımız arasında anlaşmazlıkların söz konusu olduğu durumlarda, herkes yasalar karşısında eşittir; kamu görevini kimin üstleneceğinin söz konusu olduğu durumlarda belirleyici olan kişinin hangi sınıfa mensup olduğu değil, kimin işin hakkını verebileceğidir. İçinde devlete hizmet etme arzusu olduğu sürece, kimse fakir diye siyasetten dışlanamaz. Tıpkı siyasal yaşamımız gibi, günlük yaşamımız, birbirimizle ilişkilerimiz de hür ve açıktır. Kendi istediği gibi yaşayan komşumuzla tartışmaz (kavga etmez), ona kötü gözle bakmayız bile, çünkü ona kötü gözle bakmak, zarar vermese bile incitir. Özel yaşantımız özgür ve hoşgörülüdür; ama kamu yaşamında yasaya saygılıyız, çünkü kamu yaşamı saygı gerektirir.

Yetkili bir makama oturttuğumuz insanlara itaat eder, yasalara uyarız; özellikle de ezilenlerin korunmasıyla ilgili olanlara ve uymamanın utanç teşkil edeceği yazılı olmayan yasalara uyarız.

Bir husus daha var: İşimiz bitince hoşça vakit geçirecek, keyif yapacak durumdayız. Her yıl ve yıl boyunca düzenli olarak yapılan türlü türlü yarışma ve tören var; evlerimiz güzel ve zevkli, bu durum bize her gün sevinç veriyor ve dertlerimizi defediyor. Şehrimizin büyüklüğü sayesinde bize dünyanın her yerinden ürün yağıyor, öyle ki yabancı ürünlerin varlığını, yerel ürünlerin varlığı kadar olağan karşılıyor, keyfini çıkarıyoruz.

Askeri güvenliğe bakış açımız itibariyle rakiplerimizle aramızda büyük fark var. İşte bazı örnekler: Şehrimiz tüm dünyaya açık; insanlar bizi gözetleyecek veya askeri konularda düşmanlarımız için avantaj teşkil edebilecek sırlarımızı öğrenecekler diye dönemsel sürgünlere başvurmuyoruz. Çünkü güvendiğimiz şey gizli silahlarımız değil, kendi cesaret ve sadakatimiz. Eğitim sistemlerimiz arasında da fark var. Spartalı erkekler, en küçük yaştan itibaren, zorlu bir cesaret eğitimine tabi tutuluyor; bizler böylesi sınırlayıcı koşullar atında yaşamıyoruz ama tehlikeyle yüzleşmeye en az onlar kadar hazırız. İşte ispatı: Spartalılar topraklarımızı işgale tek başına değil, tüm müttefikleriyle birlikte geliyorlar; oysa biz dış saldırılarımızı kendimiz yapıyor, kendi evinin, kendi ocağının savunmasını yapan düşmanı, kendi toprağında yenmekten geri kalmıyoruz. Aslında, düşmanlarımızdan hiçbiri bizim gerçek (tam) gücümüzle daha karşılaşmadı, çünkü dikkatimiz donanmamız ile seferde olan çok sayıda kara birliklerimiz arasında bölünmek zorunda. Düşman bu güçlerden birini yenilgiye uğratınca, bütün orduyu yenilgiye uğrattığını sanıp kendisiyle övünüyor; yenik düştüğünde ise bütün ordu karşısında yenik düştüğünü iddia ediyor. Bence, tehlikeyi zorlu askeri eğitim sürecinden geçerek değil, gönüllü olarak, rahat bir kafayla, devletin telkin ettiği değil, doğal bir cesaretle göğüslüyor olmamızın bazı avantajları var. Gelecekteki acıları şimdiden göğüsleme talimi yaparak zaman kaybetmemiz gerekmez; bunlar gerçekleştikleri zaman kendimizi gösterir, en az sürekli talim yapan diğerleri kadar cesur olduğumuzu ortaya koyarız. Bence şehrimiz bu bakımdan da övgüyü hak eder. Başka nedenler de var:

Güzel olana düşkünlüğümüz savurganlığa yol açmıyor; zihne dair olana düşkünlüğümüz, bizi yumuşatmıyor. Bizler için zenginlik övünülecek değil, kullanılacak/yararlanılacak bir şey. Fakirliğe gelince, bunun ikrarından kimse utanmasın: Utanç duyulması gereken fakirlikten kurtulmak için gereken tedbirleri almamaktır. Buradaki herkes sadece kendi işiyle değil, devlet işleriyle de ilgilenmekte; daha çok kendi işleriyle meşgul olanlar bile genel politikalar hakkında bilgi sahibi ve bu bize has bir özellik. Kendi işiyle meşgul olan insan siyasetle ilgilenmez demeyiz; böyle birinin burada işi olmaz deriz. Biz Atinalılar, her birimiz, siyasi kararlarımızı kendimiz verir veya tartışmaya açarız: Çünkü söylenen söz ile eylem arasında uyumsuzluk olduğuna inanmayız. En kötüsü muhtemel sonuçları iyice tartışılmadan, düşüncesizce girişilen eylemdir: Ve bu bizi diğer insanlardan/halklardan ayıran bir başka özelliktir. Önceden tartarak risk almaya da muktediriz. Diğerlerininki cahil cesareti; durup düşünmeye başladıkları zaman korkuya kapılıyorlar. Cesaret sahibi olan insan, kaderi, hayatta neyin tatlı neyin korkunç olduğunu iyi bilerek, azimle göğüsleyen insandır.

Yine, genel olarak iyi niyet sahibi olma (geçimlilik, uysallık) itibariyle de diğer insanların/halkların çoğundan farklıyız. İyilik yaparak dostluk bağları kurarız, iyiliği başkalarından bekleyerek değil. Bu dostluklarımızı güvenilir kılar, çünkü bize minnet borçlu olanların minnet duygusunu, iyi niyetimizi sürdürerek canlı tutmak isteriz; tersi durum benzer coşkudan mahrumdur, çünkü minnetin karşılığını içinden gelerek değil, borç öder gibi verecektir. Bu tutumumuz itibariyle eşsiziz. Yaptığımız iyilikte kâr zarar hesabı yoktur: Hiç beklentisiz, elimiz açık olduğu için iyilik yaparız. Bütün bunlara bakarak, şehrimizin Yunanistan51 için bir eğitim merkezi olduğunu ilan ediyorum; ve ilan ediyorum ki, bence, her bir yurttaşımız kendi kendinin gerçek/haklı sahibi ve efendisi olduğunu gösterebilecek ve dahası, bunu olağanüstü bir zarafet ve beceriyle yapacaktır. Bunun, bugünkü toplantı vesilesiyle yapılan boş bir övünme değil, elle tutulur bir gerçek olduğunu anlamak için tek yapmanız gereken, şehrimizin sahip olduğu gücü sözünü ettiğim niteliklerimiz sayesinde kazandığımızı hatırlamaktır. Bildiğimiz bütün devletlerin arasında Atina’nın, tek başına Atina’nın sanılanın ötesindeki büyüklüğünü kanıtlama zamanıdır. İşgale girişen düşman, sadece O’na yenik düşmekten utanç duymaz ve O’nun hiçbir yurttaşı sorumluluğunu yerine getiremeyen insanlar tarafından yönetiliyorum diye şikâyet etmez. Terk ettiğimiz imparatorluğumuzun bıraktığı izler ve eserler büyük ve güçlüdür. Tıpkı bu çağda olduğu gibi, gelecek çağlarda da bize hayran olacaklar. Homer’in veya bir başkasının şu an için bize sevinç veren övgü dolu sözlerine ihtiyacımız yok, çünkü bu sözler, gerçeği yansıtmaya asla yetmeyecek. Maceracı ruhumuz her denize, her diyara açıldı: Her yerde dostlarımıza yaptığımız iyiliklerin veya düşmanlarımıza çektirdiğimiz acıların ölümsüz anıtlarını bıraktık.

İşte, askerlerimizin, onu kaybetme düşüncesine bile dayanamayıp uğruna kahramanca savaşarak, mertçe canlarını verdikleri şehir budur. Sağ kalan bizlerin, her birimizin, onun hizmetinde her türlü zorluğa katlanmaya razı olmamız tabiidir. Şehrimiz hakkında bu kadar uzun konuştumsa, nedeni budur. Kaybedeceklerimizin, bizim avantajlarımıza sahip olmayanların kayıplarından çok daha fazla olduğuna açıklık getirmesine ve ölülerimizi yadeden övgü dolu sözlerimin buna parlak günışığında tanıklık etmesini istedim. Söylenecek en önemli şeyler söylendi artık. Şehrimize methiyeler düzdüm, ama O’nu harika bir yer yapan askerlerimizin cesareti ve kahramanlığı ve onlara benzeyen yurttaşlarıydı. Söylenecek hiçbir söz yaptıklarının (başarı ve kahramanlık) hakkını veremez ve bu gerçek, hiçbir Yunanlı için, Atinalılar için olduğu kadar geçerli değildir.

* Thucydides, The Peloponnesian War The Bodley Head, 1954.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.