I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Dini ve Siyasi Anlaşmazlıkların Ortak Noktaları Nelerdir?

Joseph de Maistre, 1754 yılında, İtalyan Sardinya Krallığı’nın bir bölgesi olan Savoy Düklüğü’ndeki Chamberley’de doğmuştur. Ailesinin Fransız olmasına, kendisinin de yaşamı boyunca Fransa’ya büyük ilgi göstermesine rağmen Maistre, Fransız vatandaşı olmadı. Bunun yerine, kendi kralına hem bir diplomat hem de yüksek kademeli idareci olarak hizmet verdi. “Dağların ötesinde”, yani güçlü papa yanlısı görüşleri olan sadık bir Katolik ve monarşi ilkelerinin savunucusuydu. Fransız Cumhuriyeti’nin işgalci orduları gelmeden önce doğduğu dukalığa kaçmaya zorlandı. Aşağıdaki seçmeler dini ve siyasi konuları kendisine has üslubuyla harmanlayışını örnekler. Maistre, 1821 yılında Turin İtalya’da vefat etmiştir.

Protestanlık Üzerine Düşünceler*
Joseph de Maistre

Avrupa’nın suç olmayan yöntemlerle bastırılması gereken en büyük düşmanı, kendini bütün egemenliklere bağlayan ve onları sürgit kemiren öldürücü çıban, kibrin oğlu, anarşinin babası, evrensel bağ çözücü Protestanlıktır.

Protestanlık nedir? Bireysel mantığın genel mantığa karşı ayaklanmasıdır ve sonunda bir kişinin hayal edebileceği en kötü şeydir.23 Polignac Kardinali çok takdir gören Bayle’ye, “Protestan olduğunu söylüyorsun. Bu sözcük oldukça belirsiz bir sözcüktür. Anglikan mısın, Luteryan misin, Kalvinist misin?” diye sorduğunda Bayle şöyle dedi: “Tam anlamıyla Protestan’ım, bütün gerçeklere karşı çıkarım.” Böylece bu ünlü şüpheci birçok insanın ortak inançlarının her birinin asıl düşmanı olan Protestanlığın gerçek tanımını bize vermiş oldu. Bu durum onu bütün insanlığın düşmanı yapar, çünkü insan topluluğunun iyiliği tamamen söz konusu inançlara dayanmaktadır.

Hıristiyanlık, Avrupa’nın dinidir. Bu topraklar o dine anavatanının yakıştığından daha çok yakışır; bu topraklarda kök salmıştır; bütün kurumlarımızın içine karışmıştır. Avrupa’nın kuzeyindeki bütün uluslar ve dünyanın bu kısmının, güneyindeki Romalıların yerini alan herkes için Hıristiyanlık, medeniyet kadar eskidir. Yeni ulusları şekillendiren bu dinin eliydi. Her tahtın üzerinde haç işareti vardır; her yasa o sembolle başlamaktadır. Krallar vaftiz edilmişler arasındadır; papazlar, hâkimler arasındadır; din adamları bir düzen içindedir. Yönetim kutsaldır, din sivildir. İki güç birleştirilmiştir; biri diğerinden gücünün bir kısmını alır ve bu iki kardeşi bölen tartışmalara rağmen ayrı yaşayamazlar...

Fakat bu dinin her yerde dayandığı asıl temeli, 16. yüzyıl yenilikçilerinin öncesinde, yetki için duyulan kör saygıyı, bireysel muhakemeden feragat etmeyi ve sonuç olarak inancın evrenselliğini meydana getiren öğretinin yanılmazlığıydı.

Şimdi yenilikçiler bu temeli sarstılar. Katolik muhakemesi yerine bireysel muhakemeyi getirdiler. Hakikatten daha eski olan ve onu bize açıklama görevi verilen öğretim kurumunun yerine ahmakça, hakikatin yetkisini koydular.

Buradan da 16. yüzyıl sapkınlığının belirli özellikleri ortaya çıktı. Bu sadece dinsel bir sapkınlık değil, ayrıca toplumsal bir sapkınlıktı, çünkü insanları itaatin esaretinden bağımsız hale getirerek ve insanlara dini egemenliği vererek yetkiye karşı ortak gururun zincirlerini serbest bıraktı ve itaatkârlığın yerini tartışma aldı.

Bu yüzden Protestanlığın beşikten itibaren gösterdiği bu korkunç özellik onun bir asi olarak doğduğuydu ve isyan onun alışılagelmiş bir durumuydu...

Bu özelliği onu her egemenliğin ve hatta onla birlikte yönetenlerin ölümcül düşmanı haline getirmektedir, çünkü görüş özgürlüğünü, ilkelerin özgürce tartışılmasını ve geleneklerin aşağılanmasını oluştururken, gördüğümüz üzere, bütün büyük sivil ve dini kurumların paladyumu olan bütün ulusal dogmaların temelini kazmaktadır. (…)

XIV. Louis’nin Kalvinizm’e duyduğu tiksinti hâlâ soylu bir içgüdüydü. Yöntemlerinde hata yapmış, belirli önlemleri zorlamış vs. olabilir fakat içgüdüsü doğruydu ve yönetimin sürdürülmesi için çalıştı. Hiçbir şey Protestanlığı otorite ile uzlaştıramaz ve bu durum için gösterilen kanıtlar, özellikle Fransa’daki durumlar asla unutulmayacaktır. Nantes Emri zor kullanarak verilmiştir ve belki de Protestanlar, bunu iyi ve büyük Henry’nin24 kalbinin derinliklerinde saklı merhamet kırıntılarına borçluydu. Fakat bu imtiyazlar onları sadık bağımlılar haline getiremedi. Protestanlar, Fransa’ya karşı plan yapmaya bir an bile ara vermediler. Fransa’yı bir taraftan departément’lere (il) bölmeyi beklerken bölgelere (cercles) ayırdılar. Rohan Dükü’nün25 Cenevre’deki kabri Fransa’da hak ettiği darağacını karanlıkta bırakamaz. La Rochelle’nin26 yok edilmiş siperlerini biriktirmek ve isyanın son liderine son yumruğu atmak için Richelieu’nun yenilmez dehasından başka bir şey gerekmemiştir. Fakat XIII. Louis bir fatihten başka hiçbir şey olmaya cesaret edemedi. XIV. Louis ortaya çıktı. Herkes onun önünde eğildi. Ne dilerse yapabilirdi ve üstünlüğü, mütevazı önlemleri cezadan muaf bir şekilde küçükseyebilirdi. Önemli bir Protestan’a bir gün şöyle dedi: “Babam sizden korktu, büyükbabam sizi sevdi, bense sizi ne seviyorum ne de sizden korkuyorum.” Haklıydı. Nantes Emri’ni27 geri çekti, yine haklıydı…

XIV. Louis, Protestanlığı yerle bir etti ve yatağında bütün ihtişamıyla ve dolu dolu geçirdiği yıllarla ışıldayarak öldü. XVI. Louis ise Protestanlığı şımarttı ve platformda öldü28

Kendi dogmaları ve inançlarıyla Hıristiyanlığın yerini alsalardı, Müslümanlık hatta paganlık bile politik anlamda daha az zarara sebep olurdu, çünkü onlar dindir ve Protestanlık aslında hiçbir şey değildir…

Bazı Hintliler dünyanın büyük bir fil üzerinde durduğunu söyler ve fili neyin desteklediği sorulursa, büyük bir kaplumbağa diye cevap verirler. Şimdiye kadar her şey güzel ve dünya en ufak bir riski bile göze almıyor fakat birisi onları sıkıştırır ve büyük kaplumbağayı neyin desteklediğini sorarsa sessiz kalırlar ve soru havada kalır.

Protestan teolojisi de bir bütün olarak bu Hint fizik teorisine benzer. Kurtuluşu inanca ve inancı ise bir hakikate dayandırır. Hakikate gelince, o, büyük kaplumbağadır.

Bu yüzden Protestanlık tam olarak ve kelimenin tam anlamıyla dinin sans-culottisme’sidir.29 Biri Tanrı’nın Kelamı’na, diğer ise İnsanın Hakları’na yakarır fakat aslında teori aynı teoridir, yol aynı yoldur ve sonuç da aynı sonuçtur. Bu iki kardeş, egemenliği ayaktakımına dağıtmak için paramparça etmiştir. (…)

* Joseph de Maistre, Textes Choisis, düzeltme E. M. Cioran, Monaco, Editions du Rocher, 1957, s. 112-115, 119.

Bir Rus Beyefendisine Mektup*
Joseph de Maistre

Avrupa’da Engizisyon mahkemeleri tarafından uygulanan işkenceye ve dine karşı işlenen suçlara karşı verilen yakma cezalarına ilişkin çok fazla ses çıktı. Fransız yazarların çınlayan sesleri güçlü bir şekilde felsefi duyarlılığa hitap eden bir konu için durmadan yükseldi. Fakat bütün bu nutukların hepsi soğukkanlı bir mantıkla karşılaştığında göz açıp kapayıncaya kadar ortadan kayboldu. Engizisyon üyeleri İspanyol yasaları gereğince ve bütün İspanyol mahkemelerinde emredildiği için işkence emri verdi. Yunan ve Roma yasaları da bunu benimsedi; özgürlük hakkında bir şeyler bilen Atina, özgür insanlara bile bu yasayı uyguladı. Bütün modern uluslar gerçeği keşfetmek için bu korkunç yöntemi kullandı ve bu yöntem hakkında konuşanların hepsinin, yöntemin tam olarak neleri gerektirdiğini bilip bilmediğini veya önceki zamanlarda onu kullanmak için, tıpkı günümüzde onu bastırmak amacıyla olduğu gibi, iyi sebepleri olup olmadığını tartışmanın yeri burası değildir…

Fakat sapkınlığın propagandacısı olan ve sapkın düşüncelere sahip kâfir kişinin şüphesiz en büyük suçlular arasında yerini alması gerektiğini eklemem gerektiğine inanıyorum. Bu noktada bizi yanlış yönlendiren şey, gerçekle hiçbir ilgisi olmayan ve şu an “fanatiklik” demekte usta olduğumuz eski coşkunluğu ölçü olarak almamız gerekirken içinde bulunduğumuz yüzyılın dini konulara kayıtsızlığına uygun bir şekilde karar almayı engelleyemeyişimizdir. Eserinde rahatlıkla nutuk veren modern sofist, Luther’in iddialarının 30 Yıl Savaşları’na sebep olmasından neredeyse hiç üzüntü duymaz. Fakat kimin ölümcül doktrinlerinin bütün insanlığın hayatına mal olacağını bilen eski yasa getiriciler bir toplumun temelini sarsabilecek ve ortalığı kan gölüne dönüştürebilecek bir suçu adil bir şekilde en büyük işkence ile cezalandırmıştır.

Şüphesiz, daha az tetikte olacakları zaman geldi. Fakat bir kişi Engizisyon mahkemesinin Fransız İhtilali’ni kesinlikle engelleyebileceğini dile getirdiğinde, kendini ondan mahrum bırakan bir hükümdarın hiçbir sınırlama olmadan insanlığa ölümcül bir yumruk sallayıp sallamadığından tam emin olamıyor.

* Joseph de Maistre, Textes Choisis, düzeltme E. M. Cioran, Monaco, Editions du Rocher, 1957, s. 165-166, 119.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.