Fransızlar Nerede Yanlış Yaptı?
Fransa’daki Devrim Üzerine Düşünceler*
Özgürlük ruhunu işbaşında gördüğümde, güçlü bir ilkeyi de işbaşında görürüm ve bu bir süreliğine, onun hakkında duyup duyabileceğim tek şey olur. Vahşi gaz, sabit hava, açıkça serbest bırakılmıştır fakat hükmümüzü ilk coşku biraz hafifleyene kadar, sıvı temizlenene kadar ve sorunlu ve saçma bir yüzeyin karmaşasından daha derin şeyler görebilmeye başlayana kadar bekletmeliyiz. İnsanları bir dua için alenen tebrik etme cesaretini göstermeden önce, o duayı gerçekten gerçekleştirdiklerinden oldukça emin olmam gerekir. Dalkavukluk hem yapanı hem de yapılanı bozar; pohpohlama kralların dışında kimsenin işine yaramaz. Bu nedenle, hükümetle, kamu gücüyle, orduların disiplini ve itaatkârlığıyla, etkili ve iyi dağıtılmış bir gelirle, ahlakla ve dinle, mülkün sağlamlığıyla, huzur ve düzenle, sivil ve sosyal davranışlarla nasıl birleştirildiği konusunda bilgilendirilene kadar Fransa’nın yeni özgürlüğünü tebrik etme işini askıya almalıyım. Bunların hepsi (kendi hallerinde de) iyi şeylerdir ve onlar olmadan özgürlük bir yarar sağlamaz, çünkü uzun süreceğe benzemez.
Fransa, liderlerinin ihanetleriyle, prensler kabinesindeki hoşgörülü konseyini son derece rezil etti ve onu en güçlü başlıklarından yoksun bıraktı. Zorba güvensizliğinin karanlık şüpheli kurallarını günahlarından arındırdı ve krallara ahlaklı politikacıların yanıltıcı mantıklılıkları (bundan sonra böyle denecektir) karşısında titremeyi öğretti. Hükümdarlar, cesur ve inançsız kişilerin güçlerine ortak olmalarını kabul etmek üzere sahte bahanelerle onların iyi niyetlerini yönlendirerek tahtlarının yıkıcıları ve mahvedilmelerini amaçlayan hainler olan halka büyük bir güven duymalarını tavsiye eden kişileri düşünecektir. Bu olay tek başına sizin için ve insanlık için onarılamaz bir felakettir. Paris parlamentonuzun22 kralınıza devletlerin bir araya gelmelerini isterken taht desteğine olanak sağlama konusunda devletlerin aşırı coşkusu dışında korkacak hiçbir şeyi olmadığını söylediğini unutmayınız. Bu insanların kafalarını saklamaları doğrudur… Onlar ılımlı ve adil bir krala karşı en yolsuz yağmacı veya en eli kanlı zorbaya karşı ayaklanan insanların hepsinden daha fazla kızgınlık, nefret ve hakaretle gerçekleştirilen Fransız isyanını gördüler. İmtiyaza direndiler, korumaya karşı ayaklandılar, saldırıları erdem, iyilik ve dokunulmazlığı elinde tutan bir ele yönelikti.
Bu durum doğal değildi. Geri kalan her şey olması gerektiği yerindedir. Cezayı başarılarında buldular. Yasaları altüst edildi, mahkemeleri dağıldı, sanayileri gücünü kaybetti, ticaret son nefesini verdi, gelirler ödenmedi ama halk daha da fakirleşti; kilise yağmalandı ve devlet rahatlamadı; sivil ve askeri anarşi krallığın anayasası oldu; insani ve ilahi her şey genel itibara kurban edildi ve sonuç olarak ulusal iflas meydana geldi. Taht açısından ise, yeni, istikrarsız ve yalpalayan gücün senet kâğıtları, fakirleştirilmiş hilebazlığın ve yoksullaşmış çapulculuğun güvenilmez senetleri yaratıcıları ve temsilcileri oldukları mülkiyet ilkesi sistematik olarak yıkıldığında ortadan kaybolan ve geldikleri toprağa saklanan insanlığın daimi alışılagelmiş itibarını temsil eden bu tanınmış tür yerine kralın desteklenmesi için kullanılan paralar olarak öne çıktı.
Bütün bu korkunç şeyler gerekli miydi? Kan ve kargaşa arasında huzurlu ve müreffeh özgürlüğün sessiz kıyılarına yürümeye zorlanan azimli vatanseverlerin ümitsiz mücadelesinin kaçınılmaz sonuçları mıydı? Hayır, öyle bir şey değildi! Fransa’nın gözümüzü çevirdiğimiz her yerde duygularımızı şok eden taze yıkıntıları iç savaşın yıkımı değildir, aksine, barış zamanındaki gözüpek ve cahil öğütlerin üzücü fakat ders verici anıtlarıdır. Karşı konulmamış ve karşı konulamayan yetki yüzünden düşüncesizliğin ve haddini bilmezliğin bir göstergesidir. Suçlarının değerli hazinesini boşa harcayan, kamu belalarını müsrifçe ve vahşice harcayan kişiler (son dayanak bütün devletin kundaklanması için ayrılmıştır) ilerlerken yollarında çok az muhalefetle karşılaşmıştır ya da hiçbir muhalefetle karşılaşmamıştır. Acımasızlıkları korkunun ana sonucu bile değildir. Yılmış topraklar üzerindeki hainlikleri, soygunları, tecavüzleri, suikastları, adam öldürmeleri ve yangınları onaylamalarındaki iyi güvenlik, anlayışlarının bir yansımasıdır. Fakat bunların hepsinin sebebi en başından açıktı. (…)
Kişinin gerçek haklarını teoride inkâr etmekten, kalbimin uygulamada alıkoymasından uzak olduğu kadar (hakları verecek veya alıkoyacak güçte olsaydım) uzağım. Yanlış hak iddialarını reddederken sahte hakların tamamen yok edebileceği gerçek haklara zarar verme niyetinde değilim. Sivil toplum insanlara yararlı hale getirilecekse, uğruna oluşturulduğu bütün çıkarlar o insanların hakkıdır. Bu bir hayır kurumudur ve kanunun kendisi sadece bir kurala bağlı hareket eden bir hayırdır. İnsanlar bu kurala göre yaşama hakkına sahiptir. İster politikayla uğraşsın, ister basit bir işle uğraşsın, akranları arasında olduğu gibi adalet hakkına sahiptir. Yaptıkları işin meyvelerini toplama hakları ve yaptıkları işi daha verimli hale getirme yolları bulma hakkına da sahiptir. Ebeveynlerinin kazançlarında, çocukların beslenmesi ve geliştirilmesinde, yaşamda bilgilendirilmeye ve ölüm anında teselli edilmeye hakları vardır. Kişiler, diğerlerinin hakkını çiğnemeden tek başlarına ne yaparlarsa yapsınlar, yaptıkları şeyi kendileri için yapmaya hakları vardır. Adil bir oranda da, bütün yetenek ve gücüyle toplumun onların yararı için yapacakları üzerinde hak sahibidirler. Bu ortaklıkta bütün insanlar eşit haklara sahiptir fakat eşit şeylere sahip değildir. 5 Şilin’i dışında hiçbir şeyi olmayan bir kişi, 500 Pound’a sahip olan kişinin kendi büyük payında hakkı olduğu gibi, ortaklıkta hakka sahiptir. Fakat ana sermaye ürününde ve düşüncemde sivil sosyal insan dışında hiçbir şey olmadığından, sivil toplumda bunun bir kişinin doğrudan gerçek haklarının arasında olduğunu reddetmek zorunda olduğum, her bireyin devlet yönetiminde sahip olması gereken güç, yetki ve yönetim açısından eşit paya sahip olma hakkı yoktur. Bu konu, bir sözleşme ile belirlenmesi gereken bir konudur…
Hükümet, tam bağımsız olduğunda var olabilen veya var olan doğal hakların sayesinde oluşturulmaz. Bu doğal haklar, daha fazla açıklıkta ve daha fazla soyut mükemmellikte var olur fakat onların soyut mükemmeliyeti gerçekte kusurlarıdır. Her şeye hakları olunca her şeyi isterler. Hükümet, insan isteklerini yerine getirmek üzere insan aklı tarafından oluşturulan bir düzenektir. İnsan, bu isteklerinin akıl tarafından karşılanmasını isteme hakkına sahiptir. Bu istekler arasında, sivil toplumun dışında tutkuları üzerinde yeterli derecede kısıtlama isteğinin de düşünülmesi vardır. Toplum, sadece, bireylerin tutkularına boyun eğdirilmesini değil, ayrıca bireylerde olduğu kadar kurumlar ve kitlelerde bile insanların eğilimlerinin sık sık engellenmesini, iradelerinin kontrol edilmesini ve tutkularının itaat altına alınmasını ister. Bu, görevinin dizginlemek ve boyun eğdirmek olduğu bu irade ve tutkulara bağlı işlevler içinde değil, sadece kendileri dışındaki bir güç tarafından yapılabilir. Bu anlamda, insanların özgürlüklerinin yanı sıra üzerlerindeki kısıtlamalar hakları arasında sayılabilir. Fakat özgürlükler ve kısıtlamalar zaman ve koşullara göre çeşitlilik gösterdiği ve sayısız düzenlemeye imkân verdiği için hiçbir soyut kurala dayandırılamaz ve bu yüzden onları bu ilkeye dayanarak tartışmaya çalışmak kadar boş bir şey yoktur. (…)
Bu durum bir devletin katkısını ve güçlerinin gerektiği şekilde dağıtımını gerçekleştiren şeydir ve oldukça hassas ve karmaşık bir yetenek konusudur. Sivil kurum düzeneği tarafından kovalanan çeşitli amaçları kolaylaştıran veya zorlaştıran insan doğası ve ihtiyaçları hakkında derin bilgi gerektirir. Devlet, güç adına askerlere ve dertleri için ise çarelere sahip olmak zorundadır. Bir kişinin, soyut, gıda veya ilaç hakkını tartışmak ne işe yarar? Sorun söz konusu şeyleri sağlamak ve idare etmektir. Bu konuda bir metafizik profesörü yerine çiftçi ve doktordan yardım istemenizi her zaman tavsiye ederim…
Fakat devletin ve yasaların adandığı ilk ve en önce gelen ilkelerden bir tanesi, atalarından kendilerine kalanlara veya gelecek nesillere bırakacaklarına karşı kayıtsız olan şuanki geçici sahiplerinin ve kiracılarının tamamen efendiymiş gibi davranmaları korkusuyla keyiflerine göre toplumun bütün özünü yok ederek, kendilerinden sonra gelenlere bir barınak yerine yıkıntı bırakma riskini alarak ve onlara, kendilerinin atalarının kurumlarına duydukları saygı gibi saygıyı çok az öğreterek bağları tamamen kesmemeleri veya kendilerine kalan mirası ziyan etmemeleri gerektiğidir. Devleti bu kadar sık, bu kadar fazla, bu kadar çok yönden değişken arzular ve modalar gibi değişikliğe uğratma eylemi yüzünden devletin bütün zinciri ve sürekliliği bozulur. Hiçbir kuşak birbiriyle bağlantı kuramaz. İnsanlar yaz sineklerinden biraz iyi olurlar.
İnat ve kör önyargının kötülüklerinden on bin kat daha kötü olan değişkenliğin kötülüklerinden kaçınmak için devleti kutsallaştırdık; böylece hiç kimse devletin kusurlarına ve yolsuzluklarına gereken dikkati vermediği sürece bakmayacak, devletin yıkılmasıyla devrime başlamayı asla hayal etmeyecek ve devletin hatalarına bir babanın yaralarına yaklaşır gibi saygılı bir korku ve titrek bir endişe ile yaklaşacaktır. Bu akıllı önyargıyla, ülkenin, yaşlı babalarını aceleyle parçalara bölmeye, sonra da zehirli otları ve vahşi sihirleri sayesinde babalık kurumunu yeniden canlandırmayı ve babalarının yaşamını yenilemeyi umdukları sihirbazların kazanına koymaya hazır çocuklarına korkuyla bakmayı öğrendik.
Toplum aslında bir sözleşmedir. Sadece ara sıra ortaya çıkan çıkarlar için yapılan alt sözleşmeler keyfi olarak feshedilebilir fakat devlet, biber ve kahve, pamuklu bez veya tütün ya da daha az ilgilenilen diğer maddelerin ticaretinde küçük geçici bir çıkar için imzalanacak ve daha sonra tarafların isteği üzerine feshedilecek bir ortaklık anlaşmasından daha iyi bir şey değilmiş gibi görülmemelidir. Devlete büyük bir saygıyla bakılmalıdır çünkü, devlet, geçici ve çabuk bozulan bir doğaya sahip toplam hayvan varlığına itaat eden şeylerde bir ortaklık değildir. Devlet bilimde, sanatta, her erdemde ve bütün mükemmeliyette yapılan bir ortaklıktır. Böyle bir ortaklığın amaçları birçok kuşak tarafından gerçekleştirilemeyeceğinden sadece yaşayanlar arasında değil, ayrıca yaşayanlar, ölüler ve doğacak olanlar arasındaki bir ortaklık haline gelir.
* Edmund Burke, Reflections on the French Revolution, New York, ed. Charles E. Merrill, sf. 3-4, 20-22, 34, 36-38, 60-61.