Thales’ten Comte’a Felsefe Tarihi*
George Henry Lewes (1817-1878) en çok, hikâye üretme yeteneğini keşfettiği ve desteklediği George Eliot ile olan yakın ilişkisi ile bilinmektedir. Ancak, fizyoloji ve psikoloji alanındaki eseri, bilim ve felsefe üzerine olan popüler yapıtları ve Goethe’nin Hayatı ile kayda değer bir üne sahip olmuştur. Felsefe Tarihi (1867) adlı eseri, daha önceden, tüm metafiziksel sistemleri, Comte’un Pozitivizm’i açısından eleştirdiği ve yüksek oranda satış oranı göstermiş Felsefenin Biyografik Tarihi başlıklı eserinin revize edilmiş baskısıdır.
Felsefe, tarihinin çeşitli evrelerinde gördüğümüz gibi, her zaman sadece tek bir şeyi, dünyaya, insana ve topluma bir açıklama getirmeyi amaç edinmiştir ama bu amaca çeşitli yollarla ulaşmaya çalışmıştır. Varlık problemlerini çözmek ve hayata bir kural getirebilmek, amacını aşağı yukarı açık hale getirmiştir.
Bu amaca ulaşmakta kararlı olduğundan, bu amaca ulaşmak için kullanacağı araçlar konusunda tereddüt etmektedir. (…)
Pozitif felsefenin yaratılmasıyla bu tereddüt ortadan kalkmıştır. Yeni bir çağ başlamıştır. Tarihte ilk defa, dünyanın, insanın ve toplumun tanımı, tamamen doğru bilgiye uygun bir şekilde yapılmıştır. Her şeyi kuşatan sisteme erişerek, insan bilgisini bir doktrinle özetler bilginin edinimini sağlayan tüm metotları koordine eder ve gelecekte eklentilerde daha da büyüyecektir. Amacı, toplumun yenilenmesidir. Temeli, edindiğimiz ve edinebileceğimiz tüm fenomenin pozitif bilgisini elinde tutan bilimdir. Metodu, elde ettiği sonuçlarla üstünlüğünü ispatlayan objektif metottur. Üstyapısı, bilimlerin hiyerarşisidir. Dağınık ve bağımsız bilimleri, her parçanın öncekilere bağlı olduğu ve öne çıkacak olanları belirlediği organik bir bütüne dönüştüren genel doğruların dağıtımı ve koordinasyonu buna örnek verilebilir.
Bu sistemin belli başlı farklılıklarının, doğal olarak, tüm spekülasyonları homojenleştirme amacından doğduğu söylenebilir. Şimdiye kadar teoloji, tüm belirli başlıkların (bilgi alanında bile), sadece kendine ait olduğunu ileri sürerken, geniş düşünce alanlarını belirsizlik içinde bırakır. Etik ve tarihi, psikolojiyi zaman zaman istila ederek, kendine ayırmış ama tüm kozmik problemlerin çözümünü bilime, çoğu psikolojik ve biyolojik problemlerin çözümünü de metafiziğe bırakmıştır. Diğer bir yandan, tüm kozmik ve biyolojik problemlerin kendi alanı olduğunu ileri süren bilim, ahlak ve siyaseti, metafizikçilere ve teologlara bırakmıştır ve bunları, kendi alanına çekmek için bazen ve rastlantısal çabalar göstermektedir. Bu yüzden, bir taraftan toplumun tüm zihinsel gereksinimlerini karşılayacak tek bir inanca ve doktrine ihtiyacı olduğu ortadayken ve diğer yandan, üç antagonistik düşünce çizgisi ve üç antagonistik araştırma yöntemi benimsenmişken, tek bir doktrinin uzun süre yaşamasının imkânsız olduğu da açıktır. Bu durum, Avrupa’da uzun bir süre devam etmiştir ve halen de etmektedir. Tüm bilgiyi kapsayacak ve içerisinde çürütülemeyecek bir katiyet taşıyan, deney yoluyla kanıtlanmış genel bir doktrinin var olmadığını anlamak için bir bakış bile yeterlidir.
Nesnelerin halihazırdaki durumunda spekülatif alan, genel yargılar ve pozitif bilimler olmak üzere iki farklı kısımdan oluşur. Genel yargılar, pozitif olmadıkları için etkisizdir; pozitif bilimler de genel olmadıkları için etkisiz kalmaktadır. Yeni felsefe, bilimlerden yola çıkıldığı için pozitif olan ve metafiziksel doktrinlerin belirsizliğini, değişkenliğini ve uygulanamazlığını dışarıda bırakacak şekilde, gereken genelleme özelliğine sahip olacak bir doktrin sunarak, bu kargaşaya bir son vermek için tayin edilmiştir.
Peki bu nasıl gerçekleşecek? Elbette bilimi temel alarak. Tarihin öğretisi ortadadır. Teoloji ve metafizik, tatmin edici cevaplar vermekten acizken ve sürekli deney yoluyla elde edilmiş kesinliklerle göz göre göre çelişirken, bilim her yerde, her şeyi kuşatan metotları ile, her geçen gün daha fazla süjeyi kendi alanına katarak, daha fazla probleme cevap getirerek sürekli ilerlemektedir. Fenomeni açıklamanın üç yolu vardır ve bu yollar, her geçen gün, bilime daha fazla güç katar ve teoloji ve metafiziğin insanlar üzerindeki egemenliğini sonlandırır. Halihazırdaki kargaşa, birbiriyle uyuşmayan üç farklı düşünce yönteminin eşzamanlı olarak uygulanmasından kaynaklanmaktadır ve bu kargaşanın sonlandırılması ancak, bu yöntemlerden sadece birinin toplu olarak benimsenmesi ile mümkündür. O zaman su soru önümüze çıkıyor: Hangisini seçmeliyiz? Teoloji egemenken, doktrinde ve yaşamda bir birlik vardı. Tüm insanlar, dünyanın, insanın ve toplumun teolojik izahını kabul etmişti. Fakat bilgi geliştikçe bu açıklamanın deneyle sürekli olarak çeliştiği görülmüştür. Sonuçta, rehberimiz olarak, teolojik yorumu seçecek ve teolojinin kainat ve toplum tanımını doktrinimiz olarak kabul edeceksek, tüm deneyleri göz ardı etmemiz, bilimi göz önünden kaldırmamız, acil ihtiyaçlarımızın ve spekülatif merakımızın bizi mecbur bırakacağı astronomi, fizik, kimya, biyoloji ve sosyoloji alanlarında ortaya çıkacak sorulara cevap bulmak için, Canterbury Başpiskoposu’na yada papaya müracaat etmemiz gerekir. Peki Avrupa buna hazır mı? Ya da buna hazır olan bir millet var mı? Herhangi eğitimli bir zihin buna hazır mıdır?
Metafiziğin yetersizliği, bu tarihte, açık bir şekilde gösterilmiştir. Sonuç olarak, geriye Bilimden başka bir şey kalmaz. Yine de bilim sadece temeli oluşturmaktadır. Daha yüksek beklentileri karşılamak için bilim önce Felsefeye dönüştürülmelidir. Humboldth’ın bir ansiklopedi dolduracak kadar bilgisi olsa da, bu bilgi sadece bilimsel olduğu ama felsefi olmadığı için eksik kalır. Üstelik, bilimsel bilgi olsa da, kainatı kapsadığı ama sosyolojik spekülasyonları dışarıda bıraktığı için ciddi bir eksikliğe sahipti. Humboldt, kavramaktan uzak olduğu kozmik bilimlerin felsefesinde uzman olsa da, muazzam ve önemli bir ahlaki spekülasyon alanını teologlar veya metafizikçilerin ellerine terk edeceği için, büyük bir problemi, öylece el değmemiş bir şekilde bırakmış olacak ve ortaya homojen bir doktrin atamayacaktır. Bu yüzden, bilimsel ansiklopedinin tamamlanması için bir hazırlık gereklidir; bunda kozmik bilimler arasında yer alan bir bilim dalı olan sosyolojinin ortaya çıkması etkili olmuştur. Bunu gerçekleştirme görevi de dâhi Auguste Comte’a düşmüştür. Bu sayede, evrensel bir felsefe için gerekli olan tüm materyalleri elde etmiştir. Bundan böyle her insani bilgi, homojen ve organik bir bütün, tüm alanlara öncülük eden bir ruh, bir metot ve bir amaç olarak ele alınabilmiştir.
Felsefe tarihi şimdiye değin, uzun bir hazırlanma döneminin tarihi olmuştur. Yeni çağ, bilimin felsefeye dönüşmesiyle başlar. Bundan sonra tarih, çelişki ya da çabanın köklü yakınlaşmasını değil, gelişimi yaşayacaktır. Her bilim, bilgilerin toplandığı bir hazırlık dönemini yaşamıştır,ancak araştırmacılara öne çıkan kavramlar beraberlik getirmemiş; hiçbir belirli metot, insanların birlikte, tek bir tapınak inşa etmesine imkân vermemiştir. Daha sonra bilim ortaya çıkmıştır: Her bilim alanı oluşturulmuş ve ortak bilgiden ayrı tutulmuştu; çalışanlar çabalarını ortak bir noktada birleştirmişti ve gelişim süreklilik arz ediyordu. Pozitif felsefenin ortaya çıkması, hazırlık döneminin sonu, evrim döneminin başlangıcıdır. Tam bir doktrin olmaktan çok ama çok uzaktır. Yapılacak keşiflerin gelişimiyle ilerleyerek ve kendisini esnek bir şekilde, bilimsel bilgideki değişikliklere adapte ederek, gelişim ve değişim yaşaması gerekecektir. Bir yandan, gelecek nesillerin çalışmalarına ihtiyaç duyacak ve içine alacakken; diğer yandan, ilke çatışmalarından etkilenmeden aynı yolda ilerleyecektir.
Bu tahmin, halihazırdaki doktrinin herkes tarafından kabul görmediği ve hatta pozitif düşünürlerin bu doktrini her zaman kabul etmeye istekli olmadığı gerçeği unutulduğu için yapılmamıştır. (…)
İlk bakışta, sayısı az olan spekülatif faaliyetlerin (bilim dışında) pozitif ruha muhalif olması sebebiyle, Fransa’daki belirtiler olumsuz görünmektedir. 18. yüzyıla karşı gösterilen tepki halen devam etmektedir ve materyalizm, insanları pozitif eğilimlerden uzak tutmak için ortaya atılan yersiz korkunun kaynağıdır. Almanya’da ise eskiden beri var olan spiritüalizm (tinselcilik) her geçen gün saygınlığını kaybetmekte ve materyalist düşünceler popülerlik kazanmaktadır. Dahası, İngiltere’de bile materyalizm olarak damgalanabilecek düşüncelerimize karşı duyduğumuz teolojik sabırsızlığımıza rağmen pozitif fikirler yönünde güçlü bir eğilim olduğu konusunda yanılgı yoktur.
Materyalizm, bazı yazarlar tarafından ele alınan, pervasız ve cüretkâr polemikçiler tarafından gereksiz yere bu yazarlara atfedilen hem saçma hem de ahlaksız fikirlere ve geçerliliği oldukça şüpheli olan bellibaşlı düşüncelere delalet eden çirkin bir kelimedir.Materyalistler, bu onların düşüncesi olsun yada olmasın, önemli bir avantaja sahiptir, çünkü onlar materyalist özelliklerinden kurtulmaya çalışır ve fenomenin kanunlarına göre fenomeni açıklamayı isterler. (…)
On Sekizinci yüzyıl felsefesine gösterilen tepki, yetersiz olduğu kanıtlanmış bir doktrine karşı olmaktan çok, korkunç bir ahlaksızlığın kaynağı olduğuna inanılan bir doktrine karşı olmuştur. Tepki güçlüydü, çünkü bu tepkiyi Fransız Devrimi’nin yarattığı taşkınlıklardan muzdarip olan Avrupa’daki korku tetiklemişti. İnsanların kafasında, Fransız Devrimi sonrası terör dehşeti ile aynı anlama gelen Condillac, Diderot ve Cabanis’in felsefi düşünceleri, düzenin işlediği suçlardan sorumlu tutulmuş, bu düşüncelerdeki gerçeklik payı da yanlış olarak damgalanan düşüncelerle beraber, ayrım ve analiz yapılmadan ve üzerine düşünülmeden kati bir nefretle bir kenara atılmıştır.
İçinde materyalizmin zehrini barındıran ya da o yönde hareket eden her düşünce, ister istemez din, ahlak ve devletin yıkımına yol açan düşünce olarak ifşa edilmiştir. (…)
Fransa’daki tepkinin tarihi oldukça öğreticidir ama burada hikâyeyi anlatmak için gerekli olan sayfa sayısından daha fazlası gerekecektir. Dört etki akımı, aynı noktadan, devrimsel aşırılıkların yarattığı korkudan başlayarak, bir noktaya yönelmiştir. Katolikler, önderleri Joseph de Maistre ve M. de Bonald ile birlikte, dini düşüncelere; kralın taraftarları, başları Chateaubriand ve Madame de Staël ile beraber, monarşik ve edebi düşüncelere yönelmiştir; metafizikçiler, liderleri Laromiguiere ve Maine de Biran, ahlakçılar ise Royer-Collard’la birlikte, yalnız başlarına ya da hep beraber, sansasyonalizmin23 zayıf noktalarına saldırmışlar, İskoç ve Alman felsefelerinin cezbeciler tarafından kabul edilmesi için uğraşmışlardır. Bu yazarların eserlerine şöyle bir göz atmak, bir öğrencinin onların asıl amacının saldırdıkları felsefe yüzünden tehlikeye altında olduğuna inandıkları ahlak ve düzeni savunmak olduğunu anlaması için bile yeterli olacaktır.
Önyargılar ve hissiyatlara sürekli olarak başvurulmaktadır. Belagata, tartışmanın eksikliklerini gidermek için başvurulmakta; ve duygu, kanıtın yerini almaktadır. Bunu duyan kişi büyülenir, heyecanlanır ve bu kişinin gözleri kamaşır. Bu kişi, duyduğu tüm asil düşünceleri tinsel doktrinlerle, aşağılık düşünceleri de materyalist düşünceyle bağdaştırmayı öğrenir; ta ki bir ekolün, zihnindeki yüce, derin ve asil hürmet duygularıyla, diğer ekolün yüzeysel ve değersiz olan nefret hissi ile ayrışmaz bir şekilde bağdaşmasına kadar. Tepki duyanların başlarındaki liderler, müthiş yetenekleri olan ve eserleri oldukça başarılı olan kişilerdi. Fakat zıtlığın ateşi soğuduğu ve tüm bu tartışmalar tarih olduğundan; bunlara uzaktan bakan kişiler olarak bizler burada, felsefi gelişimden, felsefenin evrimine katkıda bulunacak ve gelecekteki eserler için kapsamlı bir temel oluşturacak yeni ilkelerden bahsedemeyiz. Siyasi ve edebi tarihte, bu çabalar, görkemli bir pozisyonları olduğunu ileri sürecektir; felsefe tarihinde ise, bu uğraşların bahse değer olmalarının tek sebebi, insanlara On Sekizinci yüzyıl felsefesinin sınırlı doğasını ve olağanüstü lacunae’sini (boşluk) fark ettirmiş olmasıdır. Görevleri eleştirel olmaktı ve bu görev yerine getirilmişti.
* George Henry Lewes, Thales’ten Comte’a Felsefe Tarihi, Londra, Longmans, 1867, cilt II, s. 590-1, 593-5, 640-4.