Tefecilik Üzerine Mektup*
“Calvin’in İncil üzerine yazdıkları, modern çağın Müjde’si niteliğindedir.”Calvin arkadaşı Sachinus’a 1545 yılında gönderdiği mektupta İncil’in mutlak yasağını delmiş ve ucu fakirlere dokunmayan tefeciliği onaylamıştır. Bu şekilde, dini öğretiyi modern iş dünyasının gerekleri ile bağdaştırmıştır.
Bana yöneltilen soruya en iyi nasıl cevap verilebilir, henüz denemedim: Fakat başkalarının örneklerinden gördüm, ki bu mesele pek tehlikelidir. Zira tefecilik tümüyle ayıplanırsa, Efendimizin isteyeceğinden daha sıkı zincirler vurulur vicdana. Ya da birazcık bile boyun eğerseniz, pek çokları bunu bahane edip ehliyetsiz bir özgürlüğe sarılacaktır ki, özgürlüğün önüne daha sonra hiçbir ılımlılık veya kısıtlamayla geçilemez. Sadece sana yazıyor olsaydım daha az çekinirdim, çünkü senin sağduyulu ve ılımlı olduğunu bilirim: Fakat sen başka biri adına tavsiye istediğinden, o kişinin kendisine, bazı sözlere dayanarak isteyeceğimden daha fazla özgürlük bahşetmesinden çekiniyorum. Lakin o insanın kişiliğine dikkat edeceğinden ve burada ele aldığımız konuya göre neyin nereye kadar uygun olduğuna karar vereceğinden emin olduğumdan sana düşüncelerimi açacağım.
Ve ilk olarak eminim ki tefecilik Kutsal Kitap’ta bütünüyle ayıplanmamıştır. Çünkü Hz. İsa’nın açık ve kesin, “Karşılık ummadan veriniz,” (Luka, 6:35) sözünün anlamı bugüne kadar çarpıtılmıştır. İnsanoğlunun ödünç vermeyi suiistimal etmesini önlemek isteyen Hz. İsa, onlara karşılığını almayı ya da verdiğini geri almayı ummadıkları kişilere ödünç vermelerini emreder. Onun bu sözleri şöyle yorumlanmalıdır; kendisi geri ödeme ya da faiz beklentisi olmadan fakirlere kredi verilmesini emrederken, aynı zamanda zenginlere faiziyle verilen kredileri yasaklamayı kastetmemişti. Aynı şekilde, ziyafetlerimize fakirleri davet etmemizi emrettiğinde sonuç olarak arkadaşların birbirlerini karşılıklı ziyafetlere davet etmenin yasaklanmasını ima etmemişti. Yine Musa’nın yasası (Yasanın Tekrarı 23:19) politik idi ve bu da adalet ve insan sevgisinin kaldıramayacağı şekilde bizi etkilememelidir. Tefeciliğin adıyla birlikte yeryüzünden tamamen kaldırılmasını dileyebilirsiniz. Fakat mademki bunun gerçekleşmesi imkânsızdır, o halde kamu yararına ne yapılabilir, buna bakılmalıdır. Kutsal Kitap’ın bazı bölümlerinde, Kutsal Ruh’un tefeciliği tenkit ettiği yerler vardır. Nitekim bir şehir, sokaklarında ve alanlarında tefecilik yapıldığı için ahlaksız olarak nitelendirilmişti. Yalnız bu kelimenin İbranicesi genel olarak aldatma anlamına geldiğinden, bunu o kadar katı olarak yorumlayamayız. Fakat peygamberin tefecilikten adıyla bahsettiğini kabul edersek, mevcut büyük kötülükler içinde tefeciliğe karşı çıktığını söylemek yerinde olur. Çünkü bir kazanç birine verildiğinde, genellikle beraberinde zalimlik ve sayamayacağımız diğer hile ve aldatmalar buna eklenir. Öte yandan, dindar ve kutsal bir adamı övmek için “parasını tefeciliğe bırakmadığından” (Mezmurlar 15:5) söz edilir. Aslında bir adamın aynı anda hem dürüst hem de tefeci olmasına pek nadir rastlanır. Ezekiel, Yahudileri Tanrı’nın gazabına uğratacak suçları sıralarken iki sözcük kullanarak daha da ileri gider (Ezekiel, 22:12). Bunlardan birincisi tefecilik anlamına gelir ki, tüketmek kökünden gelmektedir; diğer sözcük ise artış ya da ekleme anlamına gelir; çünkü hiç şüphesiz kendi özel kazancına kendini adamış bir kişi, kazancını komşusunun zararına mal edinir ya da deyim yerindeyse, gasp eder. Şu açıktır: Peygamberler tefecilikten bahsederken daha da serttir, zira tefecilik Yahudiler için adıyla yasak edilmiştir. Bu yüzden Tanrı’nın kesin emriyle yasaklanmış olduğu halde tefecilik yapıldığında daha da fazla kınanmıştır. Fakat bizim toplumumuz (yani durumumuz) aynı olduğuna göre tefecilik de aynı şekilde yasak edilebilir, dendiğinde sivil devlet konusunda bazı farklılıklarımız bulunmaktadır diye cevap veriyorum. Tanrı’nın Yahudileri yerleştirdiği yerin çevresi, diğer şartlarla birlikte tefeciliğe karşı uygun ortam sağlamıştır, onların kendi aralarında tefecilik yapmadan ticaret yapmaları kolay olabilir, ancak bugün bizim toplumumuz (ya da durumumuz) pek çok açıdan çok farklıdır. İşte bu nedenle tefecilik bizde tamamen yasaklanmamış, adalete ve hayra aykırı olmadığı müddetçe uygun görülmüştür.
Dendiği gibi para parayı çekmez mi? Deniz neyi getiriyor? Kiraya verip karşılığını aldığım ev ne getiriyor? Para hakikaten tavandan, duvarlardan mı sızıyor? Ama öte yandan, yeryüzü de bir şeyler meydana getiriyor, denizden bir şeyler geliyor, bunlar da sonradan para ediyor. Bir evin kullanımı da para karşılığı satılabiliyor ya da satın alınabiliyor. O zaman madem para işlenerek ticaret yapıldığında, asgari geçim sağlamak için bir çiftlik işletildiğinde elde edilenden daha fazla gelir sağlanabiliyor, o halde neden verimsiz toprağı bir çiftçiye kiralayıp karşılığında bir bedel alan kişi tasvip ediliyor da kâr elde etmesi için bir başkasına para veren bir kişi kınanıyor? Bir kişi parası ile bir çiftlik satın aldığında, bu para her yıl başka para getirmiyor mu? Peki, bir tüccarın kazancı nereden geliyor? Gayret ve çabasından, diyeceksiniz. Bir işte kullanılmayan paranın tamamen gereksiz olduğundan şüphe eden var mı? Benden kredi isteyen bir insan, o parayı boş yere bekletmek niyetiyle almaz. O halde kazanç o paradan değil, paranın kullanımından ya da işletilmesinden elde edilir. Bundan benim çıkardığım şudur: Tefecilik Kutsal Kitap’ın bir bölümünde yazanlara bakılarak değil, hakkaniyet kuralları çerçevesinde ölçülüp tartılmalıdır. Bir örnekle bunu daha iyi açıklayabiliriz: Bir adam hayal edelim ki çiftliklerden ve kiralardan, fakat az paradan oluşan büyük bir mal varlığı olsun. Başka bir adamsa pek zengin olmamasına, ilki kadar büyük mal varlığı olmamasına karşın elinde hazır parası var. İkinci bahsettiğimiz adam kendi parasıyla bir çiftlik almak üzereyken, mal varlığı daha fazla olan adam ondan bir kredi istiyor. Krediyi verecek olan, parası için kira ya da faiz şartı koyar, ayrıca anapara geri ödenene kadar çiftlik ipotekli olacaktır fakat anapara ödenene kadar kredinin faizini alacaktır. O zaman neden ipotek ettirmek ve sadece paradan kâr almak şeklinde yapılan bir sözleşme kınanıyor da, çiftliği daha da ağır gelebilecek kadar yüksek bir yıllık ücretten kiralamak onaylanıyor? Nesneleri doğalarına bakmadan sadece adıyla yargılamak, Tanrı’yı bir çocukmuş gibi kandırmak değildir de nedir? Sanki erdem ile kötülük, kelimelerin yazılışına göre birbirinden ayrılıyormuş gibi.
Niyetim bu meseleyi burada inceden inceye ele almak değildir. Sadece neye daha itinalı bir şekilde yaklaşman gerektiğini göstermek istedim sana. Aklında bulunsun, bir meselenin ehemmiyeti kelimelerde değil, o şeyin kendisinde yatar.
* Ekonomi Üzerine Kitaplar, New York, Siyaset Eğitimi Derneği, 1882, s. 33-6.