I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Roma Devleti’nin Hangi Özellikleri Ona Direnç ve Kalıcılık Sağladı?

Roma’nın, İÖ Üçüncü yüzyılın sonlarında dünya çapında güç haline gelmesi Yunanlıları, Roma’nın gidişatı ve özelikle de siyasi yapısının olağandışı gücüyle ciddi bir biçimde ilgilenmeye yöneltir. Öncelikle iki unsur dikkatlerini çeker: Birincisi, Roma’nın hızlı ve olağanüstü askeri zaferleri; ikincisi, Yunan siteleri arasında sıkça görülen siyasi aşırılıklara, yani istibdat ve güruh yönetimine kaymıyor olmaları. Roma’nın başarısını en iyi anlatanın Polibius olduğu söylenir.

Polibius (İÖ 203-120), Üçüncü Makedonya Savaşı sırasında (İÖ 171-168) Roma ile mevcut ittifaka sadık kalmadıkları şüphesiyle Romalılar tarafından, diğer bin yurttaşıyla birlikte esir alınan bir Yunanlıdır. Roma’da, birkaç üst düzey Romalı subayla arkadaşlık kurar ve onlarla birlikte askeri seferlere çıkma izni alır. Kendisine tanınan bu özgürlük, Polibius’a, Roma resmi kayıtlarını inceleme fırsatı ve Roma tarihini kaleme alabileceği eşsiz bir ortam sunar. İzleyen metin, İkinci Kartaca Savaşı’nda - İÖ 216 Cannae Muharebesi – Kartacalı general Anibal karşısında büyük bir yenilgiye uğradığı halde, kendini hızla toplayarak, şaşırtıcı bir zafer kazanan Roma’nın anayasasını inceler.

Tarihler
Polibius

Roma anayasasına gelince, her biri egemenlik sahibi üç unsurdan oluşuyordu: Bu üç gücün devlet bütünü içindeki payı eşitlik ve tarafsızlık itibariyle titizlikle düzenlenmişti; öyle ki, kimse, Roma’nın yerlisi bile, bu anayasanın aristokratik veya demokratik veya despotik olduğunu söyleyemez, söylese bile bundan emin olamazdı. Bu unsurların gücü tam olarak neydi ve küçük değişikliklerle hâlâ ne durumdadır anlatacağım.

Konsüller65 lejyonların dışarıya sevki öncesi Roma’da kalırlar ve yönetimin en yüksek efendileridir. Tüm diğer üst düzey yöneticiler, halk tarafından seçilen tribunlar66 hariç, onların buyruğu altındadır ve onlardan emir alır. Yabancı elçileri senatoya onlar takdim eder; müzakere konularını onlar belirler ve kararların uygulamaya konmasına onlar müzahir olur. Yine; şayet halkın onayını gerektiren başka hususlar varsa, bunlarla ilgilenmek, halk meclislerini toplamak, önergeleri bu meclislerin değerlendirmesine sunmak ve çoğunluk kararının uygulanmasını sağlamak da onların görevidir. Savaşa hazırlık sırasında da mutlak güç onlardadır. Müttefiklere kendi uygun gördükleri tekâlifi (vergi, salma, görev) dayatmak, askeri yargıçları tayin etmek, askeri sicil defterlerini tutmak ve aralarından uygun67 olanları seçmek onların sorumluluğudur. Ayrıca, komutaları altındaki muvazzaf askerlere ceza verme ve kendi buyrukları altındaki hazine yöneticileriyle birlikte kamu bütçesini uygun gördükleri biçimde kullanma yetkisini de haizdirler. Bütün bunlara bakınca, anayasayı despotik olarak nitelemek, bunun bir kraliyet hükümeti olduğunu söylemek yanlış olmaz…

Senato68, her şeyden önce hazineyi ve tüm gelirleri, ödemeleri ve harcamaları denetler. Çünkü hazine görevlileri69 konsüllerin harcamaları dışında, senato kararı olmaksızın devletin hiçbir organına para çıkamazlar. Olabilecek en büyük ve en önemli masraf da -kamu binalarının onarımı veya inşası için her lustrum’da beş yılda bir kensor’lar70 tarafından yapılan masraf- senato onayına tabidir. Benzer biçimde, İtalya’da işlenen ve vatana ihanet, komploculuk, zehirleme veya taammüden adam öldürme gibi kamu soruşturması gerektiren tüm suçlar da senatonun yetki alanına girer. Ayrıca, İtalya’nın müttefiklerinden herhangi bir devletin veya bireyin herhangi bir ihtilafının çözümü gerektiğinde verilecek cezanın, yardımın veya korumanın takdiri de senatonun uhdesindedir. Yine; İtalya dışında savaşan toplulukların arasını bulmak üzere elçi göndermek veya onları uyarmak veya gerektiğinde haciz işlemi uygulamak veya teslimiyeti kabul etmek veya savaş açmak da senatonun işidir. Aynı çerçevede, yabancı elçilerin Roma’ya kabulü ve onlara verilecek cevaplar da senatonun inisiyatifindedir. Hal böyle olunca, halka, yani sokaktaki insanlara yapacak bir şey kalmıyor. Dolayısıyla, bir insan konsüllerin şehirde olmadıkları bir dönemde Roma’daysa, anayasanın tümüyle aristokratik bir anayasa olduğuna hükmedebilir. Roma’da işi olan pek çok Yunanlı ve birçok kral da, her konuda senatoyla muhatap oldukları gerçeğinden hareketle, böyle düşünmüşlerdir.

Bütün bunlardan sonra, halk anayasanın neresinde diye düşünülebilir. Senato tüm bu işlerin yanı sıra, özellikle de kamu gelir-gider ve harcamalarını denetliyor; konsüller askeri alanda mutlak yetkeyle hareket ediyorsa, halka ne kalıyor denebilir ama kalan bir şey var ve bu her şeyden önemli: Erdemin ve cezanın tek kaynağı halk! Bu iki şey ve sadece bu iki şeydir ki, hanedanlar ile anayasaları, yani toplumu bir arada tutar: Bu ayırımın, teorik veya pratik olarak, keskin biçimde yapılmadığı yerde -tıpkı iyi ile kötüye aynı saygı gösterilmesi halinde bekleyebileceğimiz gibi- hiçbir teşebbüs hakkıyla yönetilemez. Dolayısıyla halk, ölüm kalım meseleleri, hatta şayet ciddi bir miktar olarak görülüyorsa, yaptırımının para cezası ve özellikle de sanığın yüksek düzey devlet görevlisi olduğu durumda, hükmü verecek olan tek mahkemedir. Bu düzenlemenin bir yönü vardır ki, her türlü takdire ve kayda değer. Seçim sürecinde Roma’da işlenen bir suç nedeniyle ölüm cezasıyla yargılanan biri, karar için oylarına başvurulan aşiretlerden biri bile oylamaya katılmayacak olsa, mahkemeyi alenen terk edip kendini gönüllü olarak sürgüne71 mahkûm etme hakkına sahiptir. Bu gibi mahkûmlar, Napoli, Palestrina, Tibur veya bu düzenlemeyi yemin ederek kabul eden başka bir şehir veya kasabanın güvencesi altında yaşar.

Aynı şekilde; hak edenlere makam bahşeden de -ki erdemin en saygın ödülüdür- halktır. Halk, yasa koyma ve yasaları yürürlükten kaldırma gücünün de kayıtsız şartsız sahibidir. En önemlisi, savaş ve barış meselelerini tartışan da halktır. Halk, ittifaklar, düşmanlıkların askıya alınması veya yapılacak anlaşmaların ön şartlarını kabul veya reddetme yetkisini de haizdir.

Bunlar göz önüne alınınca, insan esas gücün halkta ve anayasanın demokratik olmasında bulunduğunu düşünüyor.

İşte, devletin birbirinden farklı bu üç organı arasındaki güç dağılımı böyledir. Şimdi de bu organların, arzu ederlerse, nasıl birbirlerini desteklediği veya karşı çıktığını açıklamalıyım.

Dediğim gibi, konsül, yönetimin elindeki tüm işler itibariyle mutlak güce sahipmiş gibi görünmekle birlikte, hem halkın, hem de senatonun desteğine muhtaç. Onlar olmadan elindeki işi başarıyla sonuçlandıramıyor. Zaman zaman lejyonlarının ihtiyaçlarını ikmal etmek zorunda olduğu açık ama senato kararı olmaksızın ne mısır, ne giysi, ne de maaş gönderebiliyor. Dolayısıyla, senatonun savaştan uzak durma veya komutanı engelleme niyetine bağlı olarak, komutanın tüm planları altüst olabiliyor. Aynı şekilde; konsülün herhangi bir başka girişimi sonuçlandırıp sonuçlandıramaması da senatoya bağlı. Çünkü senato, yılın sonunda onun yerine geçecek yeni bir konsül atama veya onun emri altındaki bir başka konsülle devam etme yetkisini haiz. Senato, generallerin başarılı oldukları durumlarda bile, bu başarıyı şan ve şerefle taltif edebileceği gibi, başarının üstünü örtüp söz konusu generalin kredisini düşürebiliyor. Şu anlayışla ki, yüksek başarı halkın önüne somut biçimde, yani “zaferlerle” konur. Ne var ki, generaller, senato oybirliğiyle karar verip gerekli parayı bahşetmezse, bu zaferleri hak ettiği gibi şatafatlı bir biçimde kutlayamadığı gibi, bazı durumlarda hiç kutlayamıyorlar. Halka gelince; konsüller merkezden ne kadar uzak olursa olsun her şeyden önce onların gözüne girmek zorundalar. Çünkü barışın da, anlaşmaların da şartlarını kabul veya reddedecek olan halktır ve daha da önemlisi, konsüller görev süreleri (bir yıl) dolup bulundukları makamdan ayrılırken halka hesap vermek zorundalar. Bütün bunlardan ötürü, konsüllerin senato ya da halkın hissiyatını göz ardı etmesi son derece riskli.

Dediğim gibi, büyük güce sahip senatoya gelince; kamusal faaliyette öncelikle kalabalıkları dikkate almak ve onların isteklerine saygı göstermek zorunda. Devlete karşı işlenen suça verilen cezayı -ki, ölüm cezasıdır- kararnamesi halkın onayından geçmeden infaz edemez. Benzer biçimde, senatörleri doğrudan ilgilendiren -mesela senatonun geleneksel otoritesini azaltan veya senatörleri işgal ettikleri makam itibariyle saygınlık, hatta mal, mülkten mahrum eden- olası yasaların kabulü veya reddi de halkın inhisarında. En önemlisi, şayet halkın vetosunu tribunlar da destekliyorsa, senato kararname çıkaramayacağı gibi, resmi veya gayriresmi olarak toplanamaz bile. Tribunlar, her şeyden önce ve her zaman halkın isteklerini ve buyruklarını yerine getirmekle yükümlü. Bu bakımdan, kalabalıklar karşısında saygıyla karışık bir korku içinde olan senato, halkın hissiyatını gözetmek zorunda.

Benzer biçimde, halk da senatodan tümüyle bağımsız değil ve senatonun isteklerini hem bireysel, hem toplumsal olarak dikkate almak zorunda. Kamu binalarının onarımı veya inşası için İtalya’nın her yerinde açılan ihalelerin -ki sayılamayacak kadar çoktur- kensorlar tarafından verilmesine ek olarak; nehirler, limanlar, bağlar, bahçeler, madenler, arazi, özetle Roma hükümetinin denetimindeki her şeyden toplanan gelirler de var. Bütün bunlar geniş halk kitlelerini ilgilendiren şeyler, zaten ihale almak veya bu işlerde çalışmak istemeyen tek bir insan bile yoktur. Bazıları ihaleleri kendileri için doğrudan kensorlardan satın alır; bazıları kensorlarla ortak olur; bazıları da bu insanlar için malını mülkünü hazineye teminat olarak gösterir. Bütün bu işlerin denetimini senato yapar. Mesela, bir taahhüt için ek süre tanıyabilir; bir kazanın vuku bulması halinde müteahhitin sorumluluğunu hafifletebilir veya başarısızlığı halinde onu azledebilir. Senatonun müteahhitlere büyük zorluk çıkarabileceği veya büyük müsamaha gösterebileceği pek çok alan vardır ve bunların her biri için başvuru mercii senatodur. En önemlisi, kamu veya özel, ağır suçlamanın söz konusu olduğu davaların çoğuna senato üyeleri arasından seçilen yargıçlar bakar. Netice itibariyle, tüm yurttaşlar senatonun insafındadır ve her an ihtiyaçları olabileceği korkusuyla, senato iradesine hararetli bir biçimde karşı gelmekten çekinirler. Benzer bir nedenle, konsüllerin taleplerine de olur olmaz karşı çıkmazlar, zira içlerinden biri veya hepsi, seferde konsüllerin mutlak otoritesi altına girecektir.

Devletin birkaç organı arasındaki bu güç dağılımı, her türlü acil durumla yeterince baş edebilecek bir birliği ve daha iyisi bulunmayacak bir anayasal düzeni ifade etmektedir. Çünkü ne zaman bir dış tehlike bu güçlerin bir araya gelerek tek vücut halinde hareket etmesini gerektirse, senatoda toplanan güç öylesine olağanüstü bir güçtür ki, yapılması gereken her şey, tüm sınıflar tarafından hevesli bir rekabet ve durumun dayattığı adanma, kararlılık çerçevesinde başarıyla yürütülürken; kamuda veya özel olarak çalışan her birey de elindeki işi başarıyla tamamlamaya odaklanır. Dolayısıyla devletin bu kendine has düzeni, elde edilmek üzere kararlılıkla girişilen her şeyin elde edilmesini kesinleştirir ve çok çekici kılar. Dahası, bu gibi dış tehlikeler atlatıldıktan sonra bile -insanlar zaferin ve zaferin meyvelerinin keyfini çıkarır ve her zaman olduğu gibi, kendini beğenmişlik ve tembellikle yavaş yavaş yozlaşmaya başlayıp saldırganlık eğilimi gösterirse- mevcut düzenin bu durum istismarını ıslah edecek güce her zamankinden çok sahip olduğu görülür. Söz konusu üç sınıftan herhangi birinin kibirlenip haksız yere saldırgan bir eğilim sergileme ihtimali, üç sınıfın birbirine karşılıklı bağımlılığı nedeniyle ortadan kalkmakta; böylelikle, tarafların birbirinden çekinip birbirini denetlemesi suretiyle tam bir denge oluşmaktadır.

* Polibius, Tarihler VI11-18.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.