I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Devinim Nedir?

Bilimsel araştırmanın felsefi temelleri Büyük Albert ile Aziz Thomas Aquinas tarafından atılmış olsa da doğa olaylarına duyulan ilgi çok daha eskilere dayanır. 1000. yıl kuşağının mensuplarından Gerbert (sonradan Papa II. Sylvester) Arap matematiği ve astronomisi öğrenmek için İspanya’ya gider. On İkinci yüzyılda Chartes Katedral Okulu’nun bilim adamları, Yaratılışı daha iyi anlayabilmek için Eflâtun’un Timaeus136’unu ve Arapların çalışmalarını incelerler. Yine On İkinci yüzyılda, çok sayıda Yunanca ve Arapça eser, Latinceye çevrilirken, bilim adamları Batı Avrupa’da Latinceye çevrilmemiş kitaplara erişebilmek üzere Sicilya, İspanya ve İstanbul’un yolunu tutar. On Üçüncü yüzyılın başlarında, Yunan düşünürlerinin mantık, fizik, tıp, astronomi ve matematik alanında yaptığı belli başlı iki yüzü aşkın çalışma, Latinceye çevrilmiş durumdadır ve üniversitede okutulmaktadır. Bin yıllık nispi ataletten sonra, Paris ve Oxford üniversiteleri bilimi Antik Çağ’ın bıraktığı yerden alıp doğanın sırlarını keşfetmek üzere, adeta yeni bir saldırı başlatırlar.

Batı tarihinin kaydettiği en büyük başarılarından biri olarak öne çıkan bu girişim, Antik Çağ’da yazılmış eserlerin incelenmesiyle sınırlı kalmayacaktır. Bilim adamlarının çoğu, Aristo’nun Fizik’ine eleştiriler yazmakla yetinseler de, özgün çalışmalar da yapılacaktır. Nitekim Maricourtlu Peter, On Üçüncü yüzyılda manyetizmaya dair deneye dayalı bir kitap yazmış, aynı yıllarda Freidburglu Dietrich gökkuşağına dair bilimsel değeri haiz bir kuram geliştirmeyi başarmıştır. Doğayı keşfetmeye çalışan bu insanlar, bir yandan da kendi bilimsel yöntemlerini geliştirir. Bugün “bilimsel yöntem” olarak tanımladığımız ve İngiliz piskopos Robert Grosseteste tarafından geliştirilmiş olan metodoloji, Orta Çağ’ın en büyük bilimsel keşiflerinden biri sayılır. Orta Çağ bilim adamları deneyselcilik (ampirisizm) ve özeleştirinin ötesinde, matematik alanında da gelişme kaydeder. On Üçüncü yüzyılda Arap rakamları artık epey yaygın biçimde kullanılmaktadır ve hesap yapmak kolaylaşmıştır; özellikle Paris, Oxford ve Cambridge’deki bilim adamları, doğanın görünür gerçeklerini matematiksel terimlerle açıklamaya çalışır.

On Üçüncü yüzyılın matematiksel fizikçilerinden biri olan John Buridan (1296–1366) aşağıdaki anlaması zor metinde, Antik ve Orta Çağ fiziğinin geleneksel ilgi alanlarından olan hareket sorununu tartışmaktadır. Soruyu gündeme getiren ilk bilgin, aslında Aristo’dur. Aristo’dan sonra gelen âlimler, ya onunla hemfikir olmuş -ki, genellikle böyledir- veya karşıt kuramlar geliştirmişlerdir. Buridan, Aristo ile aynı görüşte olmayanlardandır ve sorunu ele alış tarzıyla, kendisinden dört yüz yıl sonra bu alanda matematiksel formüller geliştirecek olan Newton’a giden yolu açar.

Aristo Fiziğinin Sekiz Kitabına Dair Sorular*
John Buridan

1. KİTAP VIII, SORU 12. Elin fırlattığı bir cismi, fırlatanın elinden çıktıktan sonra devindiren hava mıdır, değilse nedir diye soruluyor.

Hava tarafından devindirilmediği, çünkü havanın bölünmek suretiyle devindirmekten ziyade direnç oluşturduğu iddia ediliyor. Cisme ilk hareketi verenin cismin çevresindeki havayı da harekete geçirdiğini, cismin bu sayede belirli bir mesafeyi kat ettiğini, yani devindiricinin hava olduğunu iddia ederseniz, cismin neden bir noktada devinimsiz kaldığını açıklayamazsınız.

Aristo, Fizik adlı çalışmasının IV. Kitabı’nda bunun tersini iddia ediyor ve diyor ki, “Atılan nesneler atan ona dokunmadığı halde devinmeyi sürdürüyor. Bu ya kimilerinin öne sürdüğü gibi bir tepki yüzünden ya da hava itildiği için atılan cismi kendi doğal yerine götüren devinimden daha hızlı bir devinimle itiyor, bundan.”137 Aynı iddia, yedinci ve sekizinci kitaplar ile De caelo’nun (Gökyüzü Üzerine) üçüncü kitabında da var.

2. Bunun çok zor bir soru olduğunu düşünüyorum ve bana sanki Aristo tarafından da iyi çözümlenmemiş gibi geliyor. Çünkü şu iki fikri öne sürmekte: Bunlardan antiperistatis olarak adlandırdığı birincisi, cismin bulunduğu yerden hızla ayrıldığını ve ardında bıraktığı boşluğu, boşluğa izin vermeyen doğanın aynı hızla havayla doldurduğunu ve cismi bir yerden diğerine bu süreci tekrarlamak suretiyle devindirenin hava olduğunu ima ediyor… Ama sorunun çözümü bir yana, bu açıklamayı, birçok deneysel çalışmadan hareketle kayda değer bulmuyorum…

Söz konusu deneylerin ilki smith’s mill ve top’a138 (örn. tekerlek) dair. Her ikisi de uzun süre döner, ama olduğu yerden ayrılmaz, yani olduğu yerden uzaklaşmaz. Dolayısıyla, bunların hava tarafından devindirildiği söylenemez.

İkinci deney şöyle: Koni şeklindeki arka ucu önü kadar keskin olan bir mızrak, arka ucu keskin olmasa da atıldığında hızla yol alır. Anlaşılabileceği üzere, havanın mızrağın keskin arka ucunu böylesine hızlı yol alabilecek şekilde itmesi mümkün değildir.

Üçüncü deney şöyle: Nehrin akıntısına karşı hızla yol alan bir tekne akıntı kesildikten sonra bile hemen durmadığı gibi uzun süre yol almaya devam eder; dahası teknenin üstünde duran bir denizci kendisini arkadan itiliyor gibi hissetmez. Diyelim ki, tekne hububat veya kereste yüklü ve denizciler de bu yükün arka kısmında durmakta. Şayet tekneyi iten, yani hareket ettiren güç hava olsaydı, denizcilerin de söz konusu yüke doğru itilmeleri gerekirdi. Yapılan deneyler, bunun böyle olmadığını göstermekte.

3. Aristo’nun bir başka görüşü, devindiricinin devindirdiği cisimle birlikte (aynı anda) çevresindeki havayı da harekete geçirdiği ve cismi, onunla birlikte hızla hareket eden bu havanın hareket ettirdiği. Aristo’ya göre cismi atıldığı yerden durduğu yere kadar iten hava aynı hava değildir; cisim yol alırken harekete geçen hava yol boyunca çevresindeki havayı da harekete geçirir ve cisim böylece ilerler. Yani birinci hava cismi ikinci havaya, ikinci hava üçüncüye iter vb. Aristo şunu demek istemektedir: Devindirici tek değildir, birden çoktur; hareket devamlı/kesintisiz değildir, birbirini izleyen veya bitişik etkenlerden oluşur.

Bu görüş de bana aynı derecede imkânsız görünüyor, çünkü smith’s mill veya top’un onları harekete geçiren el geri çekildikten sonra neden dönmeye devam ettiğini açıklayamıyor. Smith’s mill, çevresindeki havayı, diyelim bir bezle kesseniz bile uzun süre dönüyor. Dolayısıyla, devindiricinin hava olduğunu söyleyemeyiz.

Aynı şekilde, bir tekne, çekiciler çekmeyi bıraktıktan sonra uzun süre yol almaya devam ediyor. Onu hareket ettiren hava olamaz, çünkü tekneyi bezle sarsanız ve çevresindeki havayı kesseniz bile hareketine devam eder. Hareket ettiren hava olsaydı, teknenin üstündeki yük de öne doğru hareket ederdi. Oysa bunun tersi söz konusu; yük, çevredeki hava direnç gösterdiği için teknenin arka kısmına kayar.

Aynı şekilde, ne kadar hızlı hareket ederse etsin, hava bölünür/yarılır. Nitekim havanın bir makine veya mancınık tarafından fırlatılan beş yüz kiloluk bir kayayı hareket ettiremeyeceği de açıktır.

Elinizde bir taş olmasa da, bir el hareketiyle çevredeki havayı belirli bir hızla, belirli bir mesafeye kadar hareket ettirebilirsiniz. Hava kendi vektörel hızı nedeniyle bir taşa hız kazandırabilseydi, o zaman ben, diyelim havayı size doğru hızla itsem, siz de tıpkı bir taş gibi harekete geçebilirdiniz. Ama bu mümkün değil.

Bu mümkün olsaydı, bir kuş tüyünü bir çakıl taşına kıyasla çok daha uzak bir mesafeye fırlatabilir veya aynı büyüklük ve şekilde olması kaydıyla, daha hafif olan bir şeyi, daha ağır olandan daha uzağa atabilirdik. Yapılan deneyler bunun böyle olmadığını gösteriyor. Hava hareketinin bir kuş tüyünü, daha ağır bir şeye kıyasla, daha uzak mesafeye taşıyamadığı açık…

4. Dolayısıyla, diyebiliriz ki, taşın veya fırlatılan herhangi bir cismin içinde onun hareket etmesini sağlayan bir başka etken var. Bunu böyle görmenin, cismi havanın hareket ettirdiği görüşüne dönmekten çok daha doğru olduğu kanısındayım, zira hava devindirmekten ziyade, devinime direnç gösterir gibi duruyor. Bana öyle geliyor ki, hareket eden bir cismi hareket ettiren güç, cismin içindeki bir etken veya onu hareket ettiren itici güce bağlı olarak, cismi aşağı yukarı veya bir yandan diğerine veya dairesel olarak hareket ettirebiliyor. Hız, devindirenin gücü ve devinen cismin içindeki itici güce bağlı. Devindirici hareketsiz kalsa bile cismin devinmeye devam etmesinin nedeni, cismin içindeki itici güç. Ne ki, bu itici güç cisim hareket halindeyken hava ve yer çekiminin etkisiyle azalıp hız kesiyor ve cismi öylesine yavaşlatıyor ki, cisim yer çekimine kapılıp düşüyor.

5. Neden bir taşı, bir kuş tüyünden ya da bir avuç dolusu demiri, bir avuç dolusu yünden daha uzağa fırlatabileceğimi bilmek isteyen varsa, bunun nedeninin maddenin özelliği olduğunu söyleyebilirim. Yapısal olarak yoğun ve ağır bir cismin ivmesi, eşit şartlar altında, yapısal olarak yoğunluğu düşük ve hafif bir cismin ivmesinden daha büyük. Mesela bir kuş tüyünün ivmesi o kadar az ki, yer çekimine yenik düşüyor. Aynı ebat ve biçimdeki bir odun parçası ile demir eşit güçle fırlatıldığında, demir daha uzun bir mesafe kat ediyor, çünkü kütlesi daha yoğun. Benzer bir biçimde, yarım kiloluk veya bir kiloluk bir taş, yüz gramlık bir taştan daha uzak bir mesafeye fırlatılabiliyor, çünkü yüz gramlık taşın kütlesi o kadar küçük ki, kısa sürede yer çekimine yenik düşüyor.

6. Bu kuram, belirli bir yükseklikten serbestçe aşağıya doğru düşen bir cismin neden hız kazandığını da izah eder. Cisim, daha baştan itibaren sadece yer çekiminin etkisiyle hareket etmektedir. Dolayısıyla, başlangıçta hızı daha düşüktür, ama düştükçe kütlesel özelliği ve yer çekimi gücüyle düşme hızı artar.

Bu bize uzun mesafe atlamak için neden önce koştuğumuzu da açıklar. Atlamadan önce koşmak suretiyle kazandığımız ivme, daha uzun mesafe atlamamızı sağlar. Nitekim bu süre içinde koşucu, bir itici güç olarak havayı sırtında hissetmediği gibi, bir direnç unsuru olarak göğsünde hisseder.

İncil, göksel cisimleri aklın hareket ettirdiğini söylemediğine göre, diyebiliriz ki, bu yönde akıl yürütmenin anlamı yoktur, çünkü dünyayı yaratan Tanrı, kâinattaki cisimleri/küreleri istediği şekilde yerleştirmiş ve bunu yaparken onlara öyle bir ivme bahşetmiştir ki, ancak birbirleriyle etkileşim yoluyla ve O’nun uygun gördüğü biçimde hareket ederler: “Tanrı yedinci güne gelindiğinde yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. Yaptığı işi kutsadı ve onu kutsal bir gün olarak belirledi. Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.”139 Ve göksel cisimlere/kürelere verdiği bu ivme sonradan azalmadı, bozulmadı, çünkü buna yol açacak bir eğilim veya karşı duracak bir başka güç yoktu.

Pek emin değilim, ama ben yine de bu konuda ilahiyatçılara danışıp, bütün bunların nasıl gerçekleştiğini onlardan öğrenmeye çalışacağım. (…)

(...) Tıpkı bir ışık kaynağından yayılan ışığın engelle karşılaşınca geri yansıması gibi, engelle karşılaşan ivme de geri yansır/tepkir. Ancak daha büyük ve daha uzun süreli tepkimelerin başka nedenlere de bağlı olduğu bir gerçektir. Mesela, elimizle yerde sektirdiğimiz bir top, bir taşa kıyasla, yere çarptıktan sonra daha yükseğe tepkir/zıplar, oysa yüksekten düşen bir taş, topa kıyasla daha hızlı düşer. Bunun nedeni birçok şeyin zorlamayla kıvrılabilir veya içsel olarak sıkıştırılabilir olmasıdır ve bu nedenle, doğal olarak ve hızla başladıkları yere/noktaya dönerler. Bu geri dönüş sırasında, ok ve yay örneğinde olduğu gibi, bitişik oldukları bir başka şeyi (yayı) hızla itebilirler. Sektirme sırasında yere çarpan top da içsel olarak sıkıştığı için tepkir ve tekrar yukarı sıçrar. Yukarıdan aşağı doğru hareket ederken ivme kazanmıştır ve bu ivmeyle yukarı tepkir/sıçrar.

Aynı şekilde, gergin bir cider140 teli de perküsyon etkisiyle uzun süre titreşir. Bu şöyle gerçekleşir: Tele hızla ve ardı ardına aynı yönde vurulunca, tel her defasında hızla normal pozisyonuna döner, ama kazandığı ivme nedeniyle normal pozisyonunu geçip ters yöne gider ve yine geri döner ve bunu birçok kez tekrarlar. Bu çıngırak için de söz konusudur.

O halde, sorunun izahı budur. Daha akla yatkın bir açıklamanın keşfi, beni ancak mutlu edecektir. İşte bu kadar!

* Marshall Clagett, The Science of Mechnics in the Middle Ages, University of Wisconsin Pres, 1959, pp 532-538.

Summa Theologica(1)*
Aziz Thomas Aquinas

Tanrı’nın varlığı beş yoldan kanıtlanabilir. Bunlardan ilk ve en belirgin olanı hareketten kaynaklanan yoldur.

Duyuların doğruladığı üzere dünyada hareket vardır. Oysa hareket halinde olan her şey, başka bir şey tarafından hareket ettirilmiştir: Aslında bir şey ancak yöneldiği şeyin gücü içinde hareket halindedir; buna karşın bir şey eylemde olduğu sürece hareketi sağlar. Hareketlendirmek, aslında bir şeyi güçten eyleme geçirmekten başka bir şey değildir. Ama bir şey güçten eyleme ancak hareket halinde olan bir varlık tarafından geçirilebilir. Oysa aynı şeyin, aynı anda ve aynı ilişki içinde hem eylem hem de güç olması olanaksızdır; bu ancak farklı ilişkiler içinde olanaklıdır; eylemde sıcak olan şey aynı anda güç olarak sıcak olamaz, ama güç olarak soğuk olabilir. O halde, aynı ilişki içinde ve aynı şekilde, bir şeyin hem devindiren hem de devindirilen olması, kendi kendini hareketlendirmesi olanaksızdır. O halde, hareket halindeki her şeyin başka bir şey tarafından hareketlendirilmesi gerekir. Ama burada sonsuza kadar gitmek olanaksızdır; çünkü böylece ilk devindirici güç olmayacaktır ve bundan dolayı başka şeyler de olmayacaktır, çünkü tıpkı bir çubuğun ancak elle hareket ettirildiği zaman hareket etmesi gibi, ikinci devindirici güçler ancak birinci devindirici güç tarafından hareketlendirilirse hareket hasıl edeceklerdir. O halde başka hiçbir güç tarafından hareketlendirilmemiş birinci devindirici güce varmak zorunludur ve bu ilk devindirici güç, herkesin anladığı gibi Tanrı’dır.

İkinci yol etkin neden141 kavramından kaynaklanmaktadır. Aslında, bizi çevreleyen duyarlı varlıkların arasında etkin nedenlerin bir düzeni olduğunu görüyoruz; bununla birlikte bir şeyin kendiliğinden etkin neden olduğu görülmemektedir ve bu olanaksızdır. Etkin nedenlerde sonsuza kadar gitmek olanaksızdır; çünkü tüm etkin nedenlerin art arda gelişi içinde, ilk terim aradaki terimin nedenidir ve aradaki terim sondakinin nedenidir. Bu, aradakiler çok da olsa, tek de olsa doğrudur. Oysa nedeni yok edersek, sonucu da yok ederiz: O halde, etkin nedenler silsilesi içinde birinci neden olmasaydı, ne sonuncu terim, ne de aracı terim olmayacaktı. Ancak bu silsile içinde sonsuza kadar gidilirse, ilk etkin neden olmayacaktır ve böylece hem nihai sonuç, hem de aracı etkin nedenler de olmayacaktır. O halde ilk etkin nedeni koymak zorunludur, bu neden herkesin Tanrı olarak adlandırdığıdır.

Üçüncüsü, olabilirlikten ve zorunluluktan alınmıştır. Gerçekte var olmaları veya var olmamaları mümkün olan bazı şeyler görüyoruz: Bazı şeylerin doğduklarını ve yok olduklarını görmüyor muyuz? O halde var olmaları veya var olmamaları mümkündür. Bu tür şeylerin her zaman var olmaları olanaksızdır; çünkü var olmayabilen şey bazen yoktur. O halde her şey var olmayabiliyorsa, evrende hiçbir şeyin olmadığı bir an olmuştur; ama bu doğruysa, şu an hiçbir şey var olmayacaktı; çünkü olmayan şey var olmaya ancak var olan bir şey sayesinde başlayabilir. O halde, eğer hiçbir şey var olmadıysa, bir şeyin var olmaya başlaması imkânsızdı ve böylece şimdi hiçbir şey olmayacaktı ki, bu, kuşkusuz yanlıştır. O halde varlıklar yalın olabilirlikler değildirler, evrene gerekli olan bir şeyin var olması zorunludur. Ancak zorunlu olan her şeyin ya kendi dışında bir nedeni vardır ya da bu şey zaten yoktur; oysa tıpkı etkin nedenlerde olduğu gibi, zorunluluklarının bir nedenine sahip olan zorunlu varlıklar arasından sonsuza kadar gitmek olanaksızdır. O halde, kendi kendine zorunlu olan, zorunluluğunun nedeni kendi dışında olmayan, diğerleri için zorunluluk nedeni olan bir varlığı ortaya koymak gereklidir: bu varlığı herkes Tanrı olarak adlandırmaktadır.

Dördüncü yol, şeylerde bulduğumuz derecelerden alınmıştır. Şeylerin içinde, az iyi veya çok iyi, az doğru veya çok doğru, az saygın veya çok saygın, vb. şeyler bulunur. Ancak “az” veya “çok” sözcükleri, bu niteliklere baskın olarak sahip olan bir şeye farklı biçimlerde yaklaşan, farklı şeyler hakkında kullanılıyor; örneğin, en sıcak olan şey egemen olarak sıcak olan şeye en çok yaklaşan şeydir. O halde egemen olarak doğru olan, egemen olarak iyi olan, egemen olarak asil olan ve bunun sonucu egemen olarak var olan bir şey vardır. Metafizik’in (Aristo) ikinci kitabında söylendiği gibi, baskın olarak doğru olan şey, baskın bir varlığa sahiptir ve bir cinste baskın olarak böyle olduğu söylenen şey, bu cinse ait olan tüm şeylerin nedenidir: Böylece baskın olarak sıcak olan ateş sıcak olan her şeyin nedenidir. O halde, tüm varlıklar için, varlıklarının, iyiliklerinin ve her mükemmelliğin nedeni olan bir varlık vardır ve bu varlığı Tanrı olarak adlandırıyoruz.

Beşinci yol, şeylerin yönetimiyle ilgilidir. Aslında, doğadaki cisimler gibi bilgi sahibi olmayan varlıklar, amaca yönelik davranırlar. Bu, her zaman veya çoğu zaman, bu cisimlerin en iyi olanı gerçekleştirecek şekilde davranmalarından ileri gelmektedir. Bundan, bu cisimlerin rastlantıyla değil, bir eğilim nedeniyle amaçlarına ulaştığı sonucu çıkmaktadır. Oysa bilgisi olmayan varlıklar, bir amaca ancak bilgili ve zeki bir varlık tarafından yönlendirilirse yönelirler, tıpkı okun okçu tarafından yönlendirilmesi gibi. O halde, tüm doğal şeylerin bir amaç doğrultusunda düzenlenmesini sağlayan akıllı bir varlık var ve biz bu varlığı Tanrı olarak adlandırıyoruz.

* St. Thomas Aquinas, Summa Theologica, Benziger Brothers, Inc., Washburn Ltd. 1920.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.