Sosyal Statikler*
Herbert Spencer (1820-1903, “kendinden emin bir çağın, kendine en çok güvenen temsilcisi” olarak adlandırılmıştır. “Sentetik Felsefe”sini anlattığı etkileyici ciltler serisinin ilki olan Sosyal Statikler’de (1851) gelişimin ya da “evrimin” kanunlarından bahsetmiştir. Spencer, Anglikan bir Protestan’dı ve sırasıyla inşaat mühendisi, dergi editörü ve bağımsız bir yazar olarak çalıştı.
Tüm kötülükler bünyenin koşullara uyumsuzluğundan kaynaklanır. Bu yaşayan her şey için geçerlidir. (…)
Aynı şekilde geçerli olan bir başka şey de, kötülüğün devamlı olarak, yok olma eğilimi olmasıdır.
Hayatın elzem ilkesi sayesinde bir organizmanın koşullara uyumsuzluk göstermesi durumu geliştirilmektedir. Birinin ya da her ikisinin değişimi uyum tamamlanana kadar devam eder. En küçük hücreden insanın kendisine kadar önemli olan ne varsa, bu kanuna itaat eder. Bitkilerin iklime uyum sağlamalarında, evcilleştirilmiş hayvanların değiştirilen alışkanlıklarında ve kendi ırkımızın değişen özelliklerinde buna rastlayabiliriz. (…)
Tüm kötülüğün bünyenin koşullara uyum gösterememesinden kaynaklandığı ve uyumsuzluğun söz konusu olduğu yerde, bünyenin koşullara uyum sağlamak için bünyeyi değiştirerek sürekli olarak azaldığını aklımızda tuttuğumuzda, insan ırkının halihazırdaki pozisyonunu anlamaya hazır olacağız. (…)
İnsan soyunun halihazırdaki konumu ile ilgili olarak, insanın orijinal durumuna uygun olan bir ahlaki ve halihazırdaki durumuna uygun başka bir bünyeye ihtiyaç duyduğunu, geçmişte uyum sürecinde olduğu, halen olmaya devam ettiği ve uzun süre de devam edeceğini söylemeliyiz. Medeniyet kelimesiyle, çoktan gerçekleşmiş bir uyumdan bahsediyoruz. Gelişimi oluşturan değişimler, geçişin birbirini takip eden basamaklarıdır. İnsanın mükemmelliğine duyulan inanç, sadece inançtan ibarettir; bu süreç sayesinde insan, eninde sonunda tamamen, hayat biçimine uyacaktır. (…)
Sonuç olarak süreç, bir rastlantı değil, bir gerekliliktir. Medeniyet yapay olmaktan ziyade, tıpkı embriyonun gelişimi ya da çiçeğin açması gibi doğanın bir parçasıdır. Bu nedenle, gelişim bir rastlantı değil, bir gerekliliktir.
İnsanoğlunun geçirdiği ve hâlâ da geçirmeye devam ettiği değişimler, tüm organik oluşumun altında yatan bir kanundan kaynaklanmaktadır; insan ırkının varlığı devam eder ve nesnelerin bünyeleri aynı kalırsa, bu değişimler nihayetinde tamamlanmalıdır. (…)
Medeniyetin altında tanımlanabileceği başka bir form yoktur. Bunu herkesin bireyselliğinin tam tezahürü için gerekli olan toplum ve insanın oluşması yönündeki gelişim olarak düşünebiliriz. Doğalında ne ise onu olması ve kendiliğinden yapacağı şeyi yapması, kendinin ve herkesin tam anlamıyla mutlu olabilmesi için gereklidir. Bu sebeple, uyum kanunu sayesinde ilerleyişimiz, her arzunun tam anlamıyla yerine getirilmesi ve bireysel yaşamın mükemmel şekilde icra edilmesinin mümkün olduğu bir aşamaya doğru olmalıdır. (…)
İnsanda bu eğilimin en üst düzeyde dışavurumunu görmekteyiz. Yapısının karmaşıklığından dolayı insan, bireyselliğin en az olduğu organik olmayan dünyadan en uzağa atılır. Yine, insanın zekâsı ve uyumluluğu yaşlanana kadar hayatını idame ettirmesini ve varlık döngüsünü tamamlamasını, yani bu bireyselliğin sınırlarını sonuna kadar yaşamasını sağlar. Ve yine aynı şekilde, insan kendinin bilincindedir, yani kendi bireyselliğinin farkındadır. Ve son zamanlarda gösterildiği gibi, insan ilişkilerinde gözlemlenebilen değişim bile, hâlâ “bireyleşme eğilimi” olarak tanımlanabilecek olan bireyselliğin daha fazla gelişmesi doğrultusunda ilerler.
Son olarak ve bilhassa, daha önce bahsedilen taslağın gerçekliğe giriş niteliğinde olmasından dolayı, bizim eşit özgürlüğün kanunu olarak adlandırdığımız ahlaki kanunun, “bireyleşmeyi” mükemmel kılan bir kanun olduğunu unutmayın; bu kanunu tanıma ve uygulama becerisi, insanlığın şu an evrim sürecinde olan, son yeteneğidir. Kişisel haklar konusunda artan iddialar, bireyselliğin tam olarak ortaya çıkması için gerekli olan dış koşullara ayrıcalık gösterilmesi yönünde artan taleple ilgilidir. Şimdi sadece bireysellik bilinci değil, aynı zamanda bireyselliği devam ettirecek bir zekâ vardır ama bireyselliğin gerekli gelişimi için önkoşul olan hareket alanı istenebileceği yönünde bir algı ve karşılıklı bir istek vardır. Şu an devam eden değişim, her birey, aktif sempati ile beraber aktif özgürlük güdüsüne sahip olduğunda tamamlanacaktır ve sonrasında bireyselliğin önündeki halen var olan sınırlar, yönetimsel kısıtlamalar ya da bir insanın başka bir insanı ihlali sona erecektir. Böylece, hiç kimsenin doğasını usulünce ortaya çıkarması engellenemeyecektir; çünkü herkes bir yandan kendi isteklerini yerine getirirken, diğer yandan başkalarının isteklerine saygı duyacaktır. Artık yasal kısıtlamalar ve yükümlülükler olmayacaktır ve yine aynı süreçle beraber, tüm bu kısıtlamalar ve yükümlülükler gereksiz ve imkânsız hale gelecektir. Daha sonra, tarihte ilk defa, tüm yönlerde bireysellikleri gelişmiş kişiler ortaya çıkacaktır. Ve bu sayede, daha önce söylendiği gibi, derece olarak en yüksekte olan insanda mükemmel bir ahlak, mükemmel bireyleşme ve mükemmel bir yaşam, bu sürece eşlik edecektir.
* Herbert Spencer, Sosyal Statikler, s. 59-60, 62-3, 65, 434, 440-1, 1851 Williams & Norgate Ltd.