Batlamyus’un Evreni
İlk öğrenimini Santa Croce papaz Okulu’nda bitirdiği sanılan Dante Alighieri (1265-1321) İtalyan Rönesansının babası olarak bilinir. Latin ve Yunan eserlerine olan derin vukufundan başka, astronomi, felsefe ve plastik sanatlarda tebarüz etmiştir. En çok bilinen eseri, ahirete yapılan bir yolculuğu anlattığı İlahi Komedya (La Divina Commedia) Orta Çağ dünya görüşünün klasik bir ifadesi sayılır. İzleyen metin, Dante’nin evrensel bilgileri özetlemek niyetiyle başladığı ancak tamamlanamış Şölen (Convivio) adlı eserinden alınmıştır.
Şölen
Diyorum ki, göklerin sayısı ve konumu konusunda çok farklı fikirler mevcuttur, ama sonunda doğrusu bulunmuştur. Aristo (astrologların antik cehaletini izleyerek) sadece sekiz gök olduğuna inanırdı. En dıştaki tüm diğerlerini içerirdi ve Sabit Yıldızların göğüydü, yani sekizinci küreydi ve onun ötesinde başka küre yoktu. (...)
Daha sonra Batlamyus sekizinci kürenin birden fazla devinimi olduğunu (dönüşünün doğru daireden saptığını görmüştür, doğudan batıya dönmektedir) algılamış ve felsefenin prensipleri uyarınca [bu prensipler mükemmel basitlikte bir Primum Mobile20 gerektirir] Sabit Yıldızların ötesinde, doğudan batıya dönen başka bir gök olması gerektiğini tahmin etmiştir. Bu dönüş bence yaklaşık yirmi dört saatte, kabaca hesaplandığında yirmi üç saat ve bir saatin on beşte on dördü kadar bir sürede tamamlanmaktadır. Bu yüzden ona göre ve bu hareketler göründüğünden bu yana astroloji ve felsefenin gelişimine göre hareketli gökler dokuz tanedir ve perspektif, aritmetik ve geometri sanatlarının duyularımızı ve akıl yürütmemizi doğruladığı üzere konumları basit ve belirlidir; duyularımız ise aksine şahitlik eder. (...)
[Göklerin] Konumlarının düzeni şöyledir: Birincisi Ay’ın bulunduğu göktür; ikincisinde Merkür vardır; üçüncüsünde Venüs vardır; dördüncüsünde Güneş vardır; beşincisinde Mars vardır; altıncısı Jüpiter’in bulunduğu göktür; yedincisi Satürn’ün bulunduğu göktür; sekizincisi Sabit Yıldızların bulunduğu göktür ve dokuzuncusu duyularımız tarafından algılanamaz (yukarıda bahsedilen devinim hariç) ve çoğu kişi Kristal olarak adlandırır, yarı saydam ya da tamamen saydam olduğu söylenir. Ancak Katolikler tüm bunların ötesine Tanrı katını barındıran göğü yani diğer adıyla ateşin göğünü yahut parlak göğü koyar ve bu göğün hareket ettirilemediğini kabul eder, çünkü her parçası özünün gerektirdiği şeyleri içerir. Bu yüzden Primum Mobile yüksek bir hızla hareket eder; çünkü tüm parçaların bu [onuncu ve] en kutsal ve sessiz gökte bir araya gelmek için duydukları o coşkulu arzu onun neredeyse anlaşılamayacak kadar yüksek bir hızla dönmek istemesine neden olur. Asla yalan söylemeyen Kutsal Kilise’ye göre bu gök huzurlu ruhların meskenidir; Aristo da eğer doğru anlıyorsak, Gökler (Felekler) ve Dünya adlı eserinde böyle düşünmektedir. Bu gök, tüm diğer dünyaları içerdiğinden evrenin en üstün yapısıdır ve onun ötesinde hiçbir şey yoktur; ayrıca uzayda değildir, Yunanlıların Protonoe olarak adlandırdıkları İlk Zihin içinde biçimlendirilmiştir. Mezmurların yazarının Tanrı’ya seslenirken bahsettiği görkem budur: “Gökyüzünü görkeminle kapladın” (Mezmurlar, 8:1). Buradaki tartışmayı özetlersek on gök olduğu sonucuna varırız; Venüs’ün bulunduğu gök üçüncüsüdür; açıklamaya çalıştığım yerde bundan bahsedilecektir. (...)
Önceki bölümde üçüncü göğün ne olduğu ve kendi içinde nasıl düzenlendiği açıklanmıştı, bize onu hareket ettirenin kim olduğunu göstermek kalıyor. Bu yüzden önce şunun bilinmesi gerekiyor; buradaki Tözler maddeden farklıdırlar çünkü bunlar Akıllardır; sıradan insanlar tarafından Melekler olarak adlandırılır. Bu yaratıklar ve gökler hakkında [yazarlarca] farklı farklı görüşler öne sürülmüştür, ancak gerçek şimdi bilinmektedir. Metafizik adlı kitabında (Gökler (Felekler) ve Dünya adlı eserinde farklı düşünse de) konudan bahseden Aristo’nun da aralarında bulunduğu bazı filozoflar bunların [Akılların] ancak göklerin dönüş sayısı kadar olduğuna, daha fazla olmadığına inanmaktadır; bunların dışındakilerin ebediyen gereksiz ve etkisiz olacağını ve bu durumun imkânsız olduğunu, çünkü onların varlığının etkilerinde olduğunu söylemişlerdir.
Mükemmel bir adam olan Eflâtun ve onun gibi düşünen diğerleri ise sadece göklerin devinim sayısı kadar değil, kaç tür şey varsa o kadar Akıl olduğunu iddia etmiştir; örneğin tüm insanlar için bir tane, altın için bir tane, hazineler için bir tane gibi; ve ayrıca [Akıllar] bu şeylerin hareketini sağlar ve her bir tür için örnek teşkil ederler; Eflâtun bunlara İdealar demiştir, bunlar biçimler ve evrensel doğalardır. Putperestler (Eflâtun kadar felsefi kavrayışları olmasa da) onları tanrılar ve tanrıçalar olarak adlandırmış, onların tasvirlerine tapmış ve güç tanrıçası Juno, ateş tanrısı Vulcan, bilgelik tanrıçası Pallas veya Minerva, tahıl tanrıçası Ceres için olduğu gibi onlar adına büyük tapınaklar inşa etmişlerdir. (...)
Yukarıdaki fikirler deneyim olmaksızın insan aklına göre sağlam biçimde temellendirilmiş olsa da hem akıl yürütme hatası hem de öğreti hatası yüzünden onlar [putperestler] gerçeği görememiştir; çünkü sadece akıl yürütme sayesinde bile yukarıda bahsedilen yaratıkların sayısının; insanoğlunun, etkilerinden yola çıkarak anlayabileceklerinden çok daha fazla olduğunu görebiliriz. Bir sebep de şudur: Ne filozoflar, ne putperestler, ne Yahudiler ne Hıristiyanlar, ne de diğer dinlere mensup olanlar bunların [bu yaratıkların] tamamen veya büyük oranda kutsanmış olduğundan ve bu kutsanmışların tamamen mükemmel durumda olduğundan şüphe ederler. [Bu dünyada] İnsan doğası bir değil iki nihai mutluluk haline, yani sosyal [veya ameli] hayata ve tefekkür hayatına sahip olduğuna göre bunların [ilahi yaratıkların] dünyanın idaresinde ameli yani sosyal hayatın kutsallığına sahip olup daha mükemmel ve daha ilahi tefekkür hayatının kutsallığına sahip olmadığını düşünmemiz akıllıca olmaz. Akılları tek ve ebedi olan bu yaratıkların idarenin mutlak mutluluk haline sahipken diğerine de sahip olması mümkün olmadığına göre bu görevi yapanların dışında sadece tefekkürle yaşayanlar da olmalıdır. Bu hayat daha ilahi olduğundan ve daha ilahi olan şey Tanrı’ya daha fazla benzediğinden bu hayatın Tanrı tarafından daha çok sevileceği açıktır ve daha çok sevildiğine göre O’nun verdiği ödül de daha büyük olacaktır; ödül daha büyük olduğuna göre bu hayata diğerinden daha çok canlı bahşedecektir. Bu sebeple etkileri aşikâr olmayanların sayısının çok daha fazla olduğuna hükmedebiliriz. (...)
Kurtarıcımız kendi ağzıyla Babasının ona birçok melek ordusu verebileceğini söylemiştir. Babasının O’na vekalet etmek ve hizmet etmek için meleklere emir verdiği söylendiğinde bunu inkâr da etmemiştir. Böylece bizim açımızdan bu yaratıkların sayısının çok olduğu ispat edilmiştir; çünkü O’nun Eşi ve Sözcüsü olan Kutsal Kilise [Süleyman ondan bahsederken “Kim bu sevgilisine yaslanarak çölden çıkan?” (Ezgiler Ezgisi, 8:5) der] bu en asil yaratıkların sayılamaz olduğunu söyler, buna inanır ve bunu telkin eder; Kilise onları hiyerarşik olarak üçe ayırır, üç kutsal ya da daha doğrusu ilahi prensibe göre gruplandırır, her hiyerarşinin üç düzeni vardır, yani Kilise ruhani yaratıkları dokuz düzene böler. (...) Yineleyelim, tüm bu gökler hareket ederler ve her gün bir defa merkezi bir daire çevresinde doğudan batıya doğru dönerler; bu hareketin sebebinin Akıllardan biri mi yoksa Primum Mobile’nin acelesi mi olduğunu Tanrı bilir, benim bu konuda hüküm vermem küstahlık olacaktır. Bu güdüleyici güçler, idare ettikleri her bir göğün dönüşüne kılavuzluk ederler. Pasiflik prensibini kendi içinde taşıyan, göğün bu en asil biçimi, böyle hareket etmek istediği için güdüleyici gücün dokunuşuyla hareket eder; burada dokunmak maddi anlamda kullanılmamıştır, kendisine dayanmak üzere görevlendirilen gücün dokunuşudur. Bu güdüleyici güçler kendilerine hitap edildiğini ve kiminle konuşulduğunu anlarlar.
(...) Burada göklerin düzeniyle diğer bilimlerin düzenini karşılaştırmalıyız. Yukarıda bahsettiğimiz gibi bize en yakın yedi gök gezegenlere aittir; bunların üzerinde iki hareketli gök daha vardır ve tüm diğerlerinin üzerindeki gök hareketsizdir. Bu ilk yedi göğe karşılık gelen bilimler Trivium21 ve Quadrivium22 bilimleridir; bunlar Gramer, Diyalektik, Retorik, Aritmetik, Müzik, Geometri ve Astrolojidir. Yıldızlı Göğe, yani sekizincisine Doğa Bilimi, yani Fizik ve bilimlerin birincisi olan Metafizik karşılık gelir; dokuzuncu küre Ahlak Bilimine karşılık gelir; Sessiz Küre ise İlahi Bilime yani Teolojiye karşılık gelir.
Yineleyelim, Tanrı Katı’nı temsil eden gök, barındırdığı huzur sebebiyle tamamen huzurla dolu olan, nesnesi olan Tanrı’nın o en mükemmel kesinliği sayesinde hiçbir fikir çatışmasıyla veya sofistik argümanlarla zarar görmeyen İlahi Bilime benzer. O, havarilerine “Size esenlik bırakıyorum, size kendi esenliğimi veriyorum” (Yuhanna, 14:27) demiş ve bu bahsettiğim bilimi, kendi doktrinini miras bırakmıştır. Süleyman “Altmış kraliçe, seksen cariye ve sayısız bakire kız olabilir; ama bir tanedir benim eşsiz güvercinim” (Ezgiler Ezgisi, 6:8) derken tüm [diğer] bilimleri kraliçelere, inançlı hizmetkârlara ve bakirelere benzetmiştir; bu bilimi ise güvercine benzetir çünkü onda bir nifak lekesi yoktur; mükemmel olduğunu söyler çünkü o, ruhlarımızı dinlendirecek gerçeği mükemmel biçimde kavramamızı sağlar.
(...) Diyorum ki “Güneş, Dünyanın etrafında her gün döner”; burada Güneş’in Dünya’nın etrafında nasıl döndüğünü mükemmel biçimde anlayabileceğimizi bilmeliyiz. Ancak söylemeliyim ki Dünya dediğimde tüm evrenden bahsetmiyorum, kelimenin genellikle kullanıldığı ve işaret ettiği gibi sadece karalardan ve sulardan bahsediyorum. Birisi “Bu adam tüm Dünyayı gördü” dediğinde bahsettiği şey karalar ve denizlerdir.
Pisagor ve takipçileri bu Dünyanın, yıldızlardan biri olduğunu ileri sürer ve onun tam karşısında, ona mükemmel biçimde denk gelen bir Dünya daha olduğuna inanır ve bu diğer dünyaya Antictona adını verir; her ikisinin birden doğudan batıya dönen tek bir kürenin içinde bulunduğunu, bu dönüş neticesinde Güneş’in etrafımızda döndüğünü, bir görünüp bir görünmediğini söylerler. Pisagor, bu ikisinin [yıldızlar] arasında ateş bulunduğunu, ateşin [bu iki dünyayı oluşturan] sudan ve topraktan daha asil bir öğe olduğunu ve dört temel cismin [veya öğenin] tam ortasında en asil olanın bulunduğunu söyler. Bu yüzden yanan bir ateşin gerçekte bu merkeze erişmek istediğini iddia eder.
Ancak Eflâtun farklı bir fikre sahiptir ve Timaeus adlı kitabında bu fikrini şöyle açıklamıştır: Toprak denizle birlikte her şeyin [evrenin] merkezidir ama bu dairenin çevresi göklerin ilk hareketini takip ederek kendi merkezi etrafında döner; ancak Primum Mobile’ye çok uzak olması ve cisminin büyüklüğü nedeniyle çok yavaş döner.
Doğanın kendi sırlarının neredeyse tamamını bahşettiği o görkemli Filozof, Gökler (Felekler) ve Dünya adlı eserinde bu fikirlerin yanlış olduğu, bu Dünya’nın hareketsiz durduğu ve ebediyen sabitlendiği ispat edilmiştir. Filozof’un bu fikirlere itiraz etmesinin ve doğruyu teyit etmesinin sebepleri benim buradaki amacımla ilişkili değildir; çünkü konuştuğum kişiler için onun büyük otoritesine dayanarak karaların hareket ettirilemez olduğunu ve denizlerle birlikte göklerin merkezinde olduğunu bilmek yeterlidir.
Gördüğünüz gibi felekler sürekli bu merkez etrafında döner. (...)