I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Secretum Meum*

Francesco Petrarca

Aziz Augustine: Güzel ve iyi olanın bütününe duyulan tutku, aşağı seviyedeki arzuların tamamından vazgeçmeden var olamaz. İnsanın hayatta kaç farklı şeyi arzuladığını bilirsin. En iyiye olan tutkuya ulaşmadan önce bütün bunları hiçe saymayı öğrenmelisin ki, bu da kişinin ona faydası olmayan bir şeyi buna rağmen sevdiğinde onu daha az sevmemesi anlamına gelmektedir.

Petrarca: Bu görüşün ne demek istediğini anladım.

Aziz Augustine: Bana söyler misin, tüm tutkularını söndüren, söndürmeyi bırak, ruhunu akıl ile bastıran ve, “Artık vücudumla işim kalmadı, zamanında bana zevkli görünen şeyler benim gözümde bayağılaşmıştır. Artık daha soylu bir mizacın keyiflerinin peşindeyim,” demeye cesaret edebilecek kaç kişi vardır?

Petrarca: Böyle adamlar gerçekten az. Hakkında beni uyardığın zorlukların ne olduğunu şimdi anlıyorum.

Aziz Augustine: Bütün bu ihtiraslar söndükten sonra, sönene kadar değil, söndükten sonra, dilekler ikmal edilmiş ve özgürlüğe ermiş olacaktır. Çünkü ruh kendi asaletiyle bir tarafından cennete yükseltildiğinde, diğer tarafı cismin ağırlığı ve dünyanın cazibeleriyle aşağıya çekilecektir ve böylece aynı anda hem yükselmek hem de alçalmak isteyip zıt taraflara çekilecek ve hiçbir yere varamayacaktır.

Petrarca: Peki bir kişinin ruhunun zincirlerini kırıp yükseldikten sonra o diyarlara ulaşması için yapması gereken şey nedir o zaman?

Aziz Augustine: İlk örnekte de söylediğim gibi, bu amaca ulaşmak ölüm hakkında derin derin düşünmek ve ölümlü doğamızı hafızamıza kalıcı olarak yazmaktan geçer.

(…)

Aziz Augustine: Doğanın derinliklerinde nasıl bir neşeyle dolandığını hatırlıyor musun? Bazen kendini bir çayırlığa atıp dere sularının kayalar üzerindeki çağlayışını dinlerdin; bazen de bir tepenin ucuna oturup ayaklarının altında uzanan ovayı seyre dalardın; yine zaman zaman, öğle vakti vadinin birinde ağaçların altında kestirip sessizliğin tadını çıkartırdın. Asla boş durmayıp kendi ruhunda derin düşüncelere dalardın ve aslında arkadaşlarınla beraberken olduğundan daha yalnız sayılmazdın. Aynı Vergilius’un yaşlı adamının kendini anlatması gibi:

Krallar kadar zengin gün batımında,

Mutludur o küçük kulübesinin yolunda,

Masanın üzerinde birazcık yiyecek,

Çayır çimenden geldi, ne karşılık ne emek.

Gösterişsiz yerine döner, sahip olduğun iyi şeylerden hoşnut, kendini ölümlü insanların en zengini ve mutlusu olarak görmez miydin?

Petrarca: Ah, ne günlerdi! Şimdi hepsi gözümde canlandı ve pişmanlıkla ah ediyorum.

Aziz Augustine: Ne ah etmekten bahsediyorsun? Senin dertlerini yazan kim? Bu aslında uzun süredir kendi doğasının gerçek kanunlarını takip etmeye cesaret edemeyen ve zincirlerini kırmadığı için kendini bir mahkûm olarak gören senin kendi ruhundan başkası değil. Şu anda kontrolden çıkmış bir at gibi seni sürüklüyor ve eğer dizginleri ele geçirmezsen yıkıma götürecek. Yapraklarla dolu ağaçlarından, basit yaşam biçiminden ve kırsal topluluktan açgözlülüğün tahrikiyle bıktığından beri, her defasında şehirlerin gürültülü hayatının ortasına daha da derin saplandın. Yüzünden ve konuşmandan nasıl mutlu ve huzurlu bir yaşam geçirdiğini okuyorum; peki o zamandan beri katlandığın acılar neden? Deneyimin öğretilerine karşı isyankâr olduğun için hâlâ tereddüt içerisindesin.

Petrarca: Heyhat, zannettiğimden daha biçare haldeyim. Ruhumun hiç farkında olmadığım iki zincir ile bağlı olduğunu mu söylüyorsun?

Aziz Augustine: Ortada apaçık görünüyorlar, ancak güzelliklerinden başın dönmüş ve onların zincir değil, hazine olduğunu düşünüyorsun ve aynı şekilde elleri ve ayakları altın kelepçelerle bağlı biri gibi onlara keyifle bakıyorsun ve kelepçe olduklarını asla görmüyorsun. Evet, sen de görmeyen gözlerinle prangalarına bakıyorsun ama nasıl bir yanılgıyla! Seni ölüme götüren zincirlerden büyülenmişsin ve en kötüsü, bununla iftihar ediyorsun.

Petrarca: Bu bahsettiğin zincirler neden oluşuyor olabilir?

Aziz Augustine: Aşk ve şöhret.

(…)

Aziz Augustine: O [Laura] senin zihnini ilahi şeylere olan sevgiden ayırıp Yaratan’dan çok yaratılanı sevmeye meylettirdi: Ve bu yol seni sadece, hepsinden daha da hızlı bir şekilde, ölüme götürür.

Petrarca: Yalvarırım hemen yargıya varma. Ona hissettiğim sevgi şüphesiz ki beni Tanrı’yı sevme yoluna götürdü.

Aziz Augustine: Ancak bu asıl sırayı tersine çevirmiş.

Petrarca: Nasıl peki?

Aziz Augustine: Her canlı bizi Tanrı’ya olan sevgimizden dolayı sevmelidir. Ancak senin durumunda tam tersi olarak, yaratılanın çekiciliğine esir olan sen, Tanrı’yı sevmen gerektiği gibi sevmedin. İlahi Sanatkâr’ı sanki bütün çalışmalarında senin sevgi nesnenden daha güzel bir şey yapmamış gibi sevdin ki zaten bedenin güzelliği en son dikkate alınması gereken şeydir.

(…)

Petrarca: Filozofların tartışadurduğu dünyanın küçücük bir noktadan ibaret olduğu, ruhun sonsuz yıllar boyunca yaşadığı, şanın ne dünyayı ne de ruhu doldurabileceği nevinden zihni güzelliğe duyulan sevgiden uzaklaştırmak amacıyla söylenmiş daha birçok sıradan hikâye biliyorum. Ama iddia ediyorum, eğer yapabiliyorsan bunlardan daha sağlam görüşler üreteceksin, çünkü deneyimlerim bana gösterdi ki bütün bunların tamamı inandırıcı değil, yanıltıcıdır. Tanrı gibi olmayı veya sonsuzluğa ulaşmayı veya cennet ve cehennemi kucaklamayı düşünmüyorum. İnsanların sahip olduğu güzellikler bana yeter. İçimi rahatlatan şeylerin hepsi bunlar. Fani (ben), fani nimetleri ister.

Aziz Augustine: Eğer dediğin gerçekten buysa yazık sana! Eğer ölümsüz şeyleri istemiyorsan, ebedi şeyleri düşünmüyorsan, sen gerçekten de tamamen yeryüzünün bir parçasından ibaretsin: Senin için her şey bitmiş, hiç umut kalmamış...

Petrarca: Bakış açımın senin zannettiğin kadar akılsızca olduğunu düşünmüyorum. Burada, aşağıda umut ettiğimiz güzellik hakkında konuşmak gerekirse, bence bunu umut etmek şu anda aşağıda olduğumuz sürece doğrudur. Bir kişi cennetteki daha göz alıcı güzelliklerin keyfini ise oraya vardığında ve dünya güzellikleri için herhangi bir isteği kalmadığında çıkarabilir. Bu yüzden fani insanın öncelikle fani şeylerle ilgilenmesi ve bu geçici şeyleri ebedi şeylerin takip etmesi her şeyin gerçek sıralanışıdır, çünkü ebediyetten tekrar zamana geçmek için bize yol açılmış olmasa da buradan oraya geçmek, bize buyrulduğu şekilde hareket etmek demektir.

Aziz Augustine: Ah evlat, için boş, orada hiç bilgelik yok! O zaman cennette ve dünyada her zevkin tadını çıkaracağını ve her şeyin her zaman ve her yerde hayırlı ve refah dolu olacağını mı sanıyorsun? Bu yanılgı pek çok kişiyi ziyadesiyle aldattı ve cehenneme bir sürü ruh sürükledi. Bir ayağını dünyada, diğerini cennette tutmak isteyenler ne burada (aşağıda) durabildi ne de göklere yükseldi.

(...)

Aziz Augustine: Hangi ayağının üzerinde durmak istersin, bilmiyorum. Kendini kimsesiz bırakmaya meyillisin. Ben kendi açımdan üzerime düşeni yapmış olacağım ve vicdanım rahat olacak. Daha yüksek doruklara yükselemez, ancak alçalabilirsin. Bu yüzden hepsini bir tarafa bırak, kendine baştan aşağıya sahip ol ve başlangıç noktamıza geri dön ve sen farkında olmadan adım adım yaklaşan sonun hakkında derin derin düşün. Perdeyi yırt, gölgeleri dağıt, gözlerini ve zihnini bütün dikkatinle sadece yaklaşana odakla. Hiçbir şey senin dikkatini dağıtamasın. Kâinat, dünya, deniz – hiçbirisi değişim karşısında dayanamaz. Bütün canlıların en zayıfı olan insan ne bekleyebilir ki?

* Petrarca’nın Sırrı’ndan çev. W. H. Draper, s. 25–6, 64–5, 108–9, 124–5, 172, 176, 184–5. Chatto & Windus. S. M. Draper’a ulaşma çabalarım sonuçsuz kalmıştır.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.