I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Quakers Tarikatı Üyelerine Dair Bir Savunma

Robert Barclay

Sade bir ayakkabıcı çırağı olan İngiliz George Fox (1624-1691) On Yedinci yılda toplumu altüst eden çalkantılara son vereceğini umduğu düşünsel mutabakatı sağlamak üzere, Hıristiyanlığın yeni ve sıradışı bir yorumunu geliştirir ve Quaker diye bilenen tarikatı kurar. İskoçya’daki Kalvinist Kilisesi’nin mensupları olan aristokrat Robert Barclay (1648-90) ve babası, oradan ayrılıp müritlerinin çoğu alt tabakadan olan Society of Friends’e katılır. Saygın bir entelektüel ve ilahiyatçı olan Robert Barclay, ömrünü Quaker öğretilerini savunmaya adar. On Yedinci yüzyıl Quaker tarikatının başta gelen müçtehitlerinden sayılan Barclay’in en önemli eseri, 1676’da Amsterdam’da basılan Savunma’dır [Apology]. Aşağıdaki seçmeler, Barclay’in Quaker öğretisine göre “içrek ışık”ı (“inner light”) yorumladığı, “Anında Vahiye Dair” (Of Immediate Revelation) başlıklı bölümünden alınmıştır.

“Hiç kimse Baba’yı bilmezdi ama Oğul’u bilirdi, dünyaya Tanrı’yı Oğul göstermişti, Oğul’un görünmesi ise Ruh ile olmuştu; işte bu sebeptendir ki, Tanrı’ya dair gerçek bilgi tek başına Ruh’un şahitliğiyle önceden ve şimdi bildirilmiştir ve bildirilebilecektir; O Tanrı ki, kendi Ruh’unun yaptıkları yoluyla bu âlemdeki kaosu, başlangıçtaki o fevkalade düzene geri çevirmiş, âleme hükmetmek ve yönetmek üzere canlı bir ruh yaratmış, yine bu Ruh’un görünmesi ile O kendisini insanoğlunun çocuklarına, hem papazlara, peygamberlere hem de havarilere göstermiştir. Ruh, Tanrı’yı dışarıdan sesler ve gözükmeler, rüyalar yahut kalplerdeki manevi somut alametler ile işaret etmiş, bu alametler eskiden imanlarına konu olmuştur ve halen de öyledir; zira azizlerin iman etmesini sağlayan şeyler, farklı yönetimlerde öne sürülmesine karşın tüm çağlar boyu aynıdır. Üstelik gerçek imanı inşa etmek için mutlak surette zaruri gördüğümüz bu kutsal manevi alametler, Kutsal Kitap’ın zahiri şahitliği ya da doğru ve salim akıl ile çelişmez, çelişemez. Ancak buradan bu kutsal alametlerin daha asil ya da daha kesin kurallı bir mihenk taşı olan Kutsal Kitap’ın ya da insanın doğuştan aklının maddi şahitliğine tabi tutulması gerektiği çıkarılamaz. Zira bu kutsal alamet ve manevi ışığın kendisi bir kanıt mahiyetindedir ve açıktır, kanıt olmasından ve anlaşılırlığından ötürü zorlayıcıdır, rıza gösterecek kadar iyi niyetli bir anlayışa sahip olduğundan ona karşı konulamaz bir biçimde aynı anlayışı göstermeye götürür bizi, tıpkı bütünün parçadan büyük olduğu gerçeğinin, çelişen iki şeyin ikisinin de hem doğru hem de yanlış olamayacağı gibi, tabii gerçeklerin aklı kendiliğinden razı olmaya götürüp yönelttiği gibi. (…)

Bu Ruh’a güvenip inanırız, zira biliriz ve kesinlikle iman ederiz ki, O bizi ancak doğruluğa yöneltebilir ve asla bizi yoldan çıkaramaz. İşte bu kuşku götürmez güvenden ötürüdür ki, biz ondan gelen hiçbir alametin Kutsal Kitap’ın şahitliği ile ya da salim akıl ile çelişmeyeceğini doğrularız. Bunu ise kendimize daha kesin kanıt olarak almayız, ancak Tanrı’nın yalnızca Ruh’un aracılığı ile zahir olmasını göremeyen bizler bu aracılara tenezzül ederiz. Lakin manevi hissiyata sahip olup Ruh’tan gelenlerin hemen ilk bakışta mükemmel olarak kokusuna varanlar, Kutsal Kitap’a ya da akla başvurmadan önce ya da başvurmaksızın bunların ayırdına varabilir; tıpkı bir gökbilimcinin tutulmaları yanılmaz bir biçimde hesaplayabilmesi ve böylece (doğanın düzeni devam edip beklenmedik ve doğaya aykırı bir durum meydana gelmediği müddetçe) o gün ve saatte ay ya da güneş tutulması olacağını çıkarabilmesi, ancak kaba cahil birini kendi gözleriyle görene dek buna ikna edememesi gibi.

Yine bir matematikçi de bilimin kuralları doğrultusunda yanılmaz bir şekilde bilir ki, bir dik üçgenin üç açısı, iki dik açıya eşittir, evet, bunu başka insanların bildiğinden milimi milimine çok daha iyi bilir. Kimi geometrik ölçümler de duyularla neredeyse ayırdına varılamaz ya da ispat edilemez iken hatasız olarak bilinir; fakat bir geometrici, cahil birine bilimin yanılmazlığını kanıtlamak zorunda kalıp bunu da ölçmeye tenezzül ederek duyularıyla kavramasını sağlayacak ise, buradan ölçerek hesaplamanın ölçümün kendisi kadar mutlak olduğu yahut hesaplama olmaksızın ölçümün şüpheli olduğu sonucuna varılamaz.

Buna bir nokta koymak üzere bu manevi, dolaysız ve somut alametin, Hıristiyanlığa imanın ta başından beri savunduğumuz gibi tek kesin, su götürmez ve kati temeli olduğunu ispatlamak üzere bir sav daha öne süreceğim. Bu savın, iyice ölçülüp tartılırsa bütün Hıristiyanlar nezdinde bir ağırlığı olacağını ümit ederim ve işte savım:

Hangisi olursa olsun, Hıristiyanlığın tüm öğreticilerinin eninde sonunda yinelemek zorunda bırakıldığı, sonuna gelindiğinde bundan dolayı ve bunun için diğer bütün temellere önerilip inanmaya değer bulunduğu, onlar olmaksızın hiçbir ağırlığı olmayan, Hıristiyanlığa imanın yalnızca en doğru, mutlak ve kati temeli olmalıdır.

Fakat Ruh’tan gelen bu manevi, dolaysız ve somut alamet, hangisi olursa olsun Hıristiyanlığın tüm öğreticilerinin eninde sonunda yinelemek zorunda bırakıldığı şeydir.

Bu sebeptendir ki, bu sav öylesine aşikârdır ki inkâr edilemez; bu varsayım yavaş yavaş ispatlanacaktır.

Ve öncelikle Katoliklere gelince; onlar kendi temellerini kilise ve geleneğe dair hükümlere dayandırmaktadır. Onlara, “Neden kilisenin inandıklarına inanıyorsunuz?” diye sorarsak, “Çünkü kilise daima yanılmaz olan Ruh tarafından yönetilir,” derler. O zaman burada Ruh’un kılavuzluğu en önemli temeldir. Yine onlara, “Geleneğe neden güvenmeliyiz?” diye sorarsak şöyle cevap verirler: “Zira bu gelenekler bize kilisenin pederleri ve öğreticilerince aktarıldı.” Bu öğreticiler ve pederler, Kutsal Ruh’un tecellisi ile kiliseye kendilerini izlemesini emretmişlerdir. Yine burada her şey Ruh’un tecellisine bağlanmaktadır.

Tanrı’nın Ruhu’ndan öznel olarak Kutsal Kitap’tan yararlanma yönünde etkilenmiş olan Socinius6 taraftarları ile Kutsal Kitap’ı kendi akılları yönünde kullanan Protestanlar, Kutsal Kitap’ı imanlarının temeli ve kuralı olarak görmüştür. İki gruba birden ya da ikisinden birine neden Kutsal Kitap’a güvendiklerini ve onu kaide olarak gördüklerini sorarsanız cevapları şu olacaktır: Zira Kutsal Kitap’ta, Tanrı’nın aklındakiler vardır ki, bunlar bizlere Tanrı’nın Ruhu’nu manevi, aracısız ve somut olarak gösterdiği kişilerce aktarılmıştır, şu ya da bu adamın yazdığı şeyler değildir bunlar, Tanrı’nın Ruhu aktarmıştır onları.

O halde imanlarının şüphe götürmez temeli böylesine kuşkulu ve izinden gidilmeyecek kadar tehlikeli olan bu şeyler üzerine yükseltilmişken bunlar neden betimlenmelidir yahut yalnızca Ruh ile tadına varılabilecek olan o kutsal Tanrı kardeşliği yolundan -ki bize o yolda hem yürümemiz hem de yaşamamız emredilmiştir- neden sapılmalıdır?

Eğer bunları okuyanlar kendilerini böylesi zaruri alametlere razı olup onlara inanmak için Kutsal Kitap’a dair tartışmaların gücünden etkilenmiş bulurlarsa, ancak yine de başta gözlemlemiş olduğum gibi bunları garipserlerse, sebebi bunların çok reddedilmiş ve bunlara karşı çıkılmış olmasıdır. Onlar bilsin ki bu ışığı hissetmemelerinin sebebi, gerçek Hıristiyanların bunu hissetme ayrıcalığına sahip olması değildir. Asıl neden onların isimde olduğu kadar tabiatlarında Hıristiyan olmamalarıdır; onlar da bilsin ki kalplerinde ışıldayan ve günahkârlığı ayıplayan o saklı nur, Tanrı’nın Ruhu’nun kendini göstermeye azıcık başlaması demektir, o Ruh ki dünyaya günahı ayıplamak üzere gönderilmiştir (Yuhanna, 16). Kötülükten vazgeçerek siz Tanrı’nın krallığındaki şeylerin zevkine varamayan eski ya da basit insanın kötülükleri, ahlak düşkünlüklerini ve şehvetleri de alarak gittiğini hissedeceksiniz; söylüyorum sizlere, o yeni insanı hissedeceksiniz; o manevi doğuşu ve kendi manevi duyularına sahip, Ruh’a ait şeyleri görüp, hissedip, tadıp, dokunup koklayabilen o yeni doğmuş bebeği hissedeceksiniz; lakin o vakte değin o manevi şeylere dair bildikleriniz, tarihe iman etmekten ötesi olmayacak. Fakat yeteneği en üst düzeyde olmasına karşın kör birine güneşin ışığını ya da ilginç renkleri tasvir ettiğinizde, isterse tasviriniz apaçık ve capcanlı olsun, anlayamayacaktır. Çocuklarsa görür görmez anlar bunu. Öyleyse her türlü yeteneğe sahip basit insan, isterse en iyi sözcüklerle hatta Kutsal Kitap’tan alıntı sözcüklerle anlatılmış olsun, Ruh tarafından manevi ve somut bir şekilde tattırılmış Tanrı’nın krallığının gizemini, en aciz çocuğun anladığı kadar bile anlayamaz.

Öyleyse o saf nurun azıcık görünmesinde onu bekle; o ışık evvela daha bilindik şeyleri gösterecek, sen ona alıştıkça daha fazla gelecek ışık, bu hayati tecrübe sayesinde, “Tanrı’nın Ruhu tarafından dürtüldüğünü nereden biliyorsun?” diye soran cahillere kolayca karşı çıkacaksın. Böyle bir soru ise gözleri açık birine öğle vakti güneşin nasıl parladığını sormak kadar saçma gelecek sana.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.