Protestan Kiliselerinin Farklılaşması*
Jacques Benigne Bossuet (1627-1704), XIV. Louis’nin uzun süren hükümdarlığı sırasında (1648-1715) Fransa’da resmi kilisenin en etkili sözcüsüydü. Yerel bir hâkimin oğlu olarak doğan Bousset, yirmi beş yaşında rahip oldu ve on yıl sonra 1662’de Paris’teki Kraliyet Şapeli’nin vaizlerinden biri haline gelmişti. Kürsülerdeki meşhur hitabetiyle ve kralın tek oğlu olan Dauphin’in [veliaht prens] eğitmenliğini yaparak Louis’nin saygısını kazandı ve sonunda Meaux Piskoposu oldu. Fransa dahilindeki Katolik misyonerlik faaliyetleriyle ünlenen ve büyük Huguenot generali Mareşal Turenne’nin de içinde bulunduğu birçok kişiyi Katolik cemaatine kazandıran Bousset, basılan eserlerinin çoğunu Protestanlara hitaben yazmıştır. Protestan Kiliselerinin Farklılaşması adlı eseri 1688 yılında, XIV. Louis Nantes Fermanı’nı feshederek krallığında Huguenot’lara gösterilen resmi hoşgörüyü kaldırdıktan üç yıl sonra basılmıştır. Ortodoks Katolik anlayışı ustaca savunmuştur.
Eğer Protestanlar ayrıntılı biçimde dinlerinin nasıl oluşturulduğunu, inançlarının ne kadar çok çeşitlemeyle ve tutarsız biçimde düzenlendiğini, bizden en başta nasıl ayrıldıklarını ve sonra birbirlerinden nasıl ayrıldıklarını, bölünmeyi tamir etmek ve reform hareketinin dağılmış üyelerini birleştirmek için çabalarken ne kurnazlıklar, kaçamaklar ve müphem ifadeler kullandıklarını bilselerdi, kendilerini peyda eden bu Reform hareketinden pek az memnun olur ya da aklımdakini daha açıkça söylemem gerekirse, sadece ayıplama hissiyle dolarlardı. Yazmayı tasarladığım şey bu oyunların tarihidir, ama ayrıntıların daha faydalı olabilmesi için öncelikle itiraz edemeyecekleri ve başladıktan sonra anlatmayı durdurup çıkarsama yapmamın mümkün olmayacağı bazı prensiplerin ortaya konması zorunludur.
(…) Hıristiyanlar arasında inanç yorumlamalarında çeşitlenmeler görülmeye başladığında bunlar ‘tabiri caizse’ doktrinde iddia edilen şeylerin yanlışlığının veya tutarsızlığının işaretleri olarak kabul edilirdi. İnanç basit konuşurdu, Kutsal Ruh saf bir ışık saçardı ve O’nun öğretisinin doğruluğu her zaman tekdüze bir dille anlatılırdı. Kilisenin tarihine biraz olsun aşina olan herkes kilisenin her sapkınlığa asla değiştirmediği uygun ve kesin yorumlar getirdiğini ve kâfirleri mahkûm ettiği ifadelere bakarsak, her zaman hatanın kaynağına en kısa ve en direkt biçimde saldırdığını görürüz. Böyle davranmasının sebebi tüm değişik ifadelerin, şüpheli veya dikkatle incelendiğinde muğlaklaşan terimlerin her zaman şüphe uyandırması ve sadece hileli değil, bazen mutlak biçimde yanlış olmasıdır, çünkü doğrunun tanımadığı bir utanca sebep olur.
(…) Sapkınlığın bu karakteri Katolikler tarafından sürekli gözlemlenmiştir ve sekizinci yüzyılın iki kutsal yazarı, “Sapkınlık ne kadar yaşlı da olsa hep kendini yeniler ama yeni unvanına sürekli sahip olabilmek için her gün yenilikler yapar ve kendi doktrinini her gün değiştirir,” demiştir.
(…) Sapkınlıklarda düzensizliğe sebep olan iki şey vardır. Bunlardan biri, yenilik yemininin tadına bakınca bu aldatıcı çekiciliği hastalıklı bir iştahla aramayı asla bırakamayan insan doğasından alınmıştır. Diğeri ise, Tanrı’nın işleri ile insanların işleri arasında mevcut olan farktan. Katoliklerin Tanrı’dan gelen doğrusu zaten mükemmeldir; oysa sapkınlık, insan zekâsının o zayıf evladı, ancak parçaların yanlış birleştirilmesiyle oluşturulabilir. Bilge insanların hükümlerine zıt biçimde “Kilise’nin Babaları tarafından belirlenen antik sınır taşlarını” yerinden oynatmaya cüret edersek ve inananlar arasında kabul edilmiş olan doktrinde bir reform yaparsak teşebbüsümüzün sonuçlarını da ciddi biçimde düşünmeden hamle yapmış oluruz. Daha başlangıçta yanlış bir ışığın peşinden gidersek, her gün kendilerinde reform yapan ve bu yüzden zihinlerinin ne zaman huzur bulacağını ve yeniliklerin ne zaman biteceğini bilmeyen bu reformculara tabi olmak gibi tutarsızlıklarla karşı karşıya kalabiliriz. (...)
Ama bu çağlarda kendilerine reform yapmış diyenleri inceleyeceksek, Socinusçulardan bahsetmeye niyetim yok. Anabaptistlerin3 farklı cemiyetlerinden veya yeni reform hareketinin göbeği olan İngiltere’de ve diğer yerlerde ortaya çıkan mezheplerden bahsetmeyeceğim; sadece iki gruptan bahsetmek istiyorum: Biri gücünü Augsburg İtirafnamesi’nden alan Lutherciler, diğeri ise Zuinglius (Zwingli) ve Calvin’in düşüncelerini takip edenler. İlki Aşai Rabbani kurumunda kelimelerin sözlük anlamındaki kullanımını savunur; ikincisi ise figüratif anlamı. Bu ikisini temelde bu özelliğe göre ayırabilirim; ancak aşağıda da görüleceği gibi, aralarında çok ağır ve çok önemli birçok başka fark da vardır.
Lutherciler bize Zwinglicilerin ve Kalvinistlerin farklılıklarıyla ve yöntemleriyle pek fazla ilgilenmediklerini söyleyeceklerdir; (ikinci gruptakilerin) çok azı da Luthercilerin tutarsızlıklarının onları çok az etkilediğini. Ama her ikisi de hatalıdır, çünkü Lutherciler Kalvinistlerde, başlattıkları kargaşanın sonuçlarını görebilmektedir ve Kalvinistler de bunun aksine, Luthercilerde ardından geldikleri düzenin karmaşıklığını ve muğlaklığını fark etmektedir. (...) Bundan sonra istedikleri kadar Luther’in ve Luthercilerin farklılıklarının onları etkilemediğini söylesinler; biz de onlara kendi prensiplerine ve ifadelerine dayanarak Luther’in ve Luthercilerin farklılıklarını ve tutarsızlıklarını göstermenin Reform’un kaynağındaki sersemce ruha ve reform’u ilk tasarlayan kafaya işaret ettiğini söyleyeceğiz.
Korktuğum tek bir şey var: Bu konuda konuşmama izin verilirse biraderlerimize Reformlarının zayıflıklarını çok açıkça ifade edebilirim. Bu durumda kim bilir kiliseye karşı nasıl şikâyetler hazırlanır; bana ve muhtemelen bu çalışmanın doğasına nasıl iftiralar atılır? Muhaliflerimizin kaçı sebepsiz yere, karakterimden ve düsturlarımdan ayrılarak ve dini tartışmaları kişisel ve münferit suçlamalara dönüştürerek onların kendilerinde övdükleri ılımlılıktan ayrıldığımı iddia edecektir? Eminim ki suçlamaları hak edeceklerdir – eğer tarih bu Reform hareketini tiksintiyle anarsa, dürüst zihinler konuşanın ben değil, gerçekler olduğunu açıkça görecektir.
Muhaliflerimizin bize yüklenmek için kullanmayı alışkanlık haline getirdiği o icatlarla ve iftiralarla birlikte tüm şikâyetlerine katlanmamız gerekiyor. Ancak onlardan iki konuda adil davranmalarını talep ediyorum. Bunlardan ilki, inanç meselelerinde kendilerini tamamen temize çıkarmadan evvel farklılaşmalar nedeniyle bizi suçlamamalarıdır, çünkü bu yolun tarihe bir cevap veremeyeceğini, bunun yerine okuyucuyu sersemleteceğini ve aldatacağını inkâr edemezler. İkincisi ise, belirli olgulara ilişkin akıl yürütmelere ve varsayımlara karşı çıkmamalarıdır, çünkü olgu olgudur ve inanca ilişkin kararlar inanca ilişkin kararlardır. (...)
Ama Protestan çeşitlenmelerini yavan ve sönük bir hikâyeye dönüştürmeyi düşünmüyorum. Çeşitlenme sebeplerini açıklamalı ve aralarında, doktrinlerinde bir tutarsızlığı kanıtlayan bir fark olmadığını ve bunun gerekli de olmadığını göstermeliyim. Aralarındaki farklılaşmalar, Aryanlarda olduğu gibi inançlarında neyi mazur gördüklerini, neyi telafi ettiklerini ve neyi gizlediklerini keşfetmemize yardımcı olacaktır. Çatışmaları, çelişkileri ve kaçamak yanıtları; zaman zaman muhaliflerin olduğundan farklı göstermeye çalıştığı ve bu yüzden tekrar olduğu gibi hatırlatılması gerekli olan Katolik inancın doğrularına şahit olacaktır. Bu nedenle, bu kadar tartışmanın ortasında, yeni Reform’un karanlık ve kaçınılmaz karışıklığının göbeğinde, Katolik inancının doğruları, donuk bulutları delerek bize ulaşan güneş ışınları gibi parlaklığını herkese gösterecektir; bu risale de Tanrı’nın bana bahşettiği arzuya denk bir güç ile tamamlandığında, herkes tarafından kesin olarak bilinen olguları ve prensipleri takip ederek bizim davamızın ne kadar adil olduğunu gösterecektir. (...)
Kalvinistler, kendi istekleri doğrultusunda (tezimi gözden geçirmeyi denediklerinde) tahmin ettiklerinin ötesine geçecektir. Lutherciler de zaten bildikleri doğrular sayesinde iyice azaltılan ihtilaflarla karşılaşacak ve ilk bakışta kavgacıymış gibi görünen bu çalışmanın mücadeleden çok barışa yönelik olduğu fark edeceklerdir. (...) Katolikler ise her yerde, İncil’in doğrularını bulandırmak için uğraşan insanların kullandığı kurnazlıkların ortasında, basitliği ve kesin dürüstlüğü yükseltmek için kendi kilisesini sürekli olarak koruyan Her Şeye Kadir olanı övecektir.
Sapkınların ahlaksızlıkları, kalbin kibrini kırmak için büyük ve yol gösterici davranışlar haline gelecektir. Böylesi büyük merakların, eğitimli kişilerin böylesi kaprislerini, bu ikiyüzlülükleri ve en nazik yazarların yaptıkları hileleri; bu kadar kibirli ve gösteriş meraklısı kişileri, akıllı adamlar olarak bilinen kişilerin böylesi tehlikeli hayallerini ve son olarak, kalabalıklar tarafından takip edildikleri için büyükmüş gibi görünen kişilerin bu kadar küstah ve tutkulu olduklarını, bu yüzden de çok fazla ve çok bariz hatalar yaptıklarını gördüklerinde, göğüslerini kabartan bilgileri ve göz kamaştıran belagatlerini küçümsemeyi öğreneceklerdir ve tüm dünyanın hayran olduğu yetenekler onlara çok değersiz gelecektir. İnsan zihninin hatalarına kederlenecekler ve bu büyük kötülükler için tek çarenin kişisel hükümler ile tüm bağları koparmak olduğuna ikna olacaklardır, çünkü Katolik’i sapkından ayıran şey budur. Kendine özgü bir fikri olanın, yani sapkının özelliği kendi gururuna olan bağlılığıdır; evrensel olan Katolik’in özelliği ise Kilise’nin genel düşüncesini kendi duygularına tercih etmesidir; hataya düşenler adına istediğimiz lütuf da budur.
* Jaques Benigne Bousset, Protestan Kiliselerinin Farklılaşmasının Tarihi, Dublin: Richard Coyne, 1836, s. 1-5, 14-17.