Pozitif Felsefe*
Basil Willey, Fransız sosyolog Auguste Comte (1798-1852) için “bir anlamda, bir tarih kitabının içindeki bir yüzyıl” demiştir. “Comte, On Dokuzuncu yüzyıl akademisyenlerinden biri ve sistemi dogmatik teolojiye değil de dogmatik bilime dayanan bir Summa olarak görülebilir.” Comte’un sistemi, 1820’de, makalelerinde ve konferanslarında açıklamaya başladığı, “Pozitif Felsefe” olarak adlandırılan bir sistemdi. Onun ünlü, zihinsel gelişimdeki üç aşama “kanunu”, kısmen de olsa, “ruhani babası” Condorcet’e ve ütopik sosyalist Aziz Simon’a dayanmaktadır. Aşağıdaki seçmeler Pozitif Felsefe (1830-42) ve Pozitivizm’e Genel bir Bakış’tan (1848) alıntılanmıştır.
Pozitif felsefenin karakterini ve gerçek değerini anlamak için, bir bütün olarak görülen insan zihninin gelişimine kısaca bir göz atmamız gerekir. Çünkü hiçbir kavram, kendi tarihine bakılmadıkça anlaşılamaz.
Tüm yönlerde ve zamanlarda, insan zekâsının gelişimi üzerine yapılan bir çalışma sayesinde, ister istemez tabi olduğu ve hem düzenimizin esasları hem de tarihsel deneyimlerimiz açısından güvenilir bir kanıt temeline dayanan önemli bir asli kanunun keşfi göze çarpmaktadır.
Bu kanun şöyledir: Öne çıkan kavramlarımızdan her biri, sahip olduğumuz her bir bilgi dalı, sırayla, üç farklı teorik aşamadan geçer; bu aşamalar, teolojik ya da kurgusal aşama; metafiziksel ya da soyut aşama ve bilimsel ya da pozitif aşamadır. Başka bir deyişle, doğası gereği insan aklı, gelişim evresinde, özellik olarak birbirinden farklı olan ve hatta birbiriyle çelişen üç farklı felsefe yapma metodunu, yani teolojik, metafiziksel ve pozitif metotlarını uygular. Böylece, tüm fenomende, birbirini dışlayan üç felsefe ya da genel kavram sistemleri ortaya çıkar. Teolojik aşama, insanın kavrama gücü için gerekli bir başlangıç noktasıdır; üçüncü metot olan pozitif aşama ise bu kavrama gücünün belirli ve nihai sunumudur. İkinci aşama, sadece bir geçiş halidir.
Teolojik durumda, varlıkların esas doğasını, tüm olayların asıl sebebini ve esas gayesini (köken ve amaç), kısacası, mutlak bilgiyi bulmaya çalışan insan aklı, tüm fenomenin olağanüstü varlıkların doğrudan müdahalesi ile yaratıldığını varsayar.
Sadece, teolojik aşamanın değişime uğramış şekli olan metafiziksel durumda, akıl, olağanüstü varlıklar yerine, soyut güçlerin, gerçek mahiyetlerin (yani kişileştirilmiş soyutlukların), tüm varlıkların özünde bulunduğuna ve tüm fenomeni yaratmaya yetkin olduğuna inanır. Bu aşamada, fenomenin açıklaması olarak adlandırılan şey, her şeyin kendi özel varlığıyla ilişkilendirmesidir.
Son olarak, pozitif durumda akıl, Mutlak kavramların peşinden koşmayı bırakır; evrenin varacağı noktayı ve fenomenin sebeplerini faydasızca araştırmaktan vazgeçer ve kendisini kanunlara, yani birbirini ardışık olarak takip eden ve benzerlik gösteren değişmez ilişkiler üzerine çalışmaya adar. Gerektiği ölçüde bir araya getirilen mantık ve gözlem, bu bilgiye ulaşmanın araçlarıdır. Şimdi, üzerinde konuştuğumuz zaman anlaşıldığı gibi, olguların yorumlanması, tek fenomen ile bazı genel olgular arasında, sayısı bilimin gelişmesi ile giderek azalan bir bağlantı kurmaktır.
Teolojik sistem, varabileceği en üst noktaya, daha önce hayal edilmiş sayısız tanrının çeşitli uygulamalarını hayata geçirmek adına, tek bir varlığın ilahi lütfu olan eylemin yerini aldığında, ulaşmıştır. Aynı şekilde, metafiziksel sistemin son aşamasında insan, başta varsayılan pek çok varlık yerine, tüm fenomenin sebebi olarak, tek bir varlığın (doğa) yerine geçer. Yine aynı şekilde, pozitif sistemin varacağı mükemmellik noktası da(gerçekte böyle bir şey umut edilebilirse), tüm fenomeni, tek bir genel olgunun özel yönleri olarak göstermek olacaktır, mesela yerçekimi gibi.
Şimdilik sadece, fenomenin dört ana kategorisinden -astronomik, fiziksel, kimyasal ve fizyolojik- bahsederken, unuttuğumuz ve daha sonra fark edilecek bir nokta daha var. Sosyal fenomenden hiç bahsetmedik.
Fizyolojik kategori ile ilişkili olsa da sosyal fenomenler için, hem önemi açısından hem de zorluğundan, farklı bir sınıflandırma yapılması gerekir. Sosyal fenomenler en özgün, en karmaşık ve diğerlerine en bağlı olan gruptur ve bu yüzden, karşılaşılacak özel bir engel olmasa da en sona bırakılmalıdır. Bu bilim dalı, şimdiye kadar, pozitif felsefenin hâkimiyeti altına girmemiştir. Başka kollarda çürütülen teolojik ve metafiziksel metotlar, hâlâ sadece -akılca üstün kimseler, ilahi hak ve insanların egemenliği üzerinde sürüp giden tartışmalardan bezmiş olsalar da- hem araştırma ve hem de tartışma yoluyla, sosyal süjelerin muamelesinde uygulanmaktadır. Gözle görülür bir şekilde doldurulması gereken tek boşluk bu iken, net ve bütün bir şekilde, pozitif felsefeyi oluşturmak harika olacaktır. Mademki insan aklı, ilahi ve dünyevi, mekanik ve kimyasal olan fiziği ve hem bitki hem de hayvan olan organik fiziği anlamış durumda, o zaman geriye, sosyal fiziği, yani gözlem bilimleri serisinin yerini dolduracak bir bilim kalmaktadır. Bu, insanın şimdi en fazla ihtiyaç duyduğu asıl şey ve şimdiki çabanın kurmaya çalıştığı temel ilkedir.
Toplumun evrimi için gerekli olan tüm evreler, insan gelişiminin tamamlanması gerektiğini varsayarak, eşzamanlı bir şekilde veya sistematik bir yönlendirme ile gelişmiş olsa da bireyin gelişimi için gerekli olan evrelerdir. Ancak, insanın tüm kendini yenileme dereceleri ve modları arasındaki yakın bağlantıyı kanıtlamak yeterli değildir; hepsinin doğal olarak bir araya geleceği merkezi bir nokta bulmak durumundayız. Bu noktada, pozitivizmin bütünlüğü, bir yaşam sistemi olarak yer almaktadır. Tek bir ilkenin üzerinde yoğunlaşılamazsa, bileşen parçaların değişmezliği ve gerçekliğinde, bir bütün olarak homojenlikleri ve tutarlılıklarındaki üstünlüğüne rağmen, asla, teoloji sentezinin yerine tam anlamıyla geçemeyecektir. Sistemde, his, mantık ve aktivitenin benzer bir şekilde bir araya geldiği bir merkezi nokta olmalıdır. Pozitivizmin merkezi bir nokta olarak içinde barındırdığı kanıt, tam anlamıyla kabul görmesi için, özel ve umumi yaşamın bir rehberi olarak, son engeli de ortadan kaldıracaktır.
Böyle bir merkezi, pozitivizmin her yönünün doğal olarak uzandığı insanlık kavramında bulabiliriz. Bu şekilde, tamamıyla Tanrı kavramının yerine geçilecek ve eski dinler tarafından geçici olarak kurulmuş olanlardan daha kalıcı ve eksiksiz bir sentez oluşturulacaktır. Bu sentez sayesinde yeni doktrin, tüm insanlar tarafından, tam boyutu ve uygulamasıyla bir anda ulaşılabilir hale gelecektir. İlk önce kalplerine girecek olan bu sentez, daha sonra akıllarına nüfuz edecek ve böylece, uzun ve zorlu bir çalışma gerekliliği, her ne kadar sistematik öğretmenler için her zaman vazgeçilmez olsa da, ortadan kalkacaktır.
Pozitivizmin bu merkezi noktası, karakterinde, entelektüelden daha ahlaki bile olsa, tüm sistemin dayandığı Sevgi ilkesini yansıtır.
Bu, burada öne çıkan Yüce Varlığın, farklı elementlerden oluşturulan, kendine mahsus bir özelliğidir. Bu yüzden, varlığı, çeşitli kısımların bütünüyle, karşılıklı sevgi ile kaynaşmasına dayanır. Şahsi çıkar hesaplamaları, hiçbir zaman, sempatik içgüdüler yerine, birleştirici bir güç olarak kullanılamaz.
Sempatiyi teşvik ederken, bir yandan da insanlığa inanmak, aynı zamanda, zihnin kapsamını ve gücünü artırır. Bu durum, bu geniş organizmayı net bir şekilde anlamak için gelişmiş genelleme güçlerini gerektirdiğinden, eşzamanlı işbirliğinin sonucu olarak soyutlama, tüm taraflı antagonizmleri anlamlandırmıştır. O zaman mantık da sevgi kadar, bu merkezi dogmada pay sahibidir. Bizlere ilahi varlığın iç ve dış koşullarını sunarak, İlahi Varlık hakkında sahip olduğumuz görüşleri artırır ve tamamlar.
Son olarak, aktif güçlerimiz, hislerimizle ve mantığımızla olduğu kadar, bununla da teşvik edilir. İnsanlık, diğer organizmalardan çok daha karmaşık olduğu için, çevresine, etkisine teslim olarak ve bu şekilde onu değiştirerek, daha güçlü bir şekilde ve devamlı olarak tepki gösterecektir. Ve böylece, sevginin etkisi altında düzen gelişecek yani ilerleme olacaktır.
Bu sayede, insanlık düşüncesinde, pozitivizmin üç temel yönü, sübjektif ilkesi, objektif dogması ve pratik objesi birleşir. Bundan sonra, hayatımızın her alanını, içerdiği bilinçli elementler ile, bizim için tek gerçek Yüce Varlık olan insanlık yönünde, bireysel ya da kolektif fark etmeksizin yönlendirecektir.
* Auguste Comte’un Pozitif Felsefesi, çev., Harriet Martineau, Londra, J. Chapman, 1853, cilt I, s. 1-3, 7; Pozitivizm’e Genel Bir Bakış, çev. J. H. Bridges, Londra, Triibner & Co., 1865, s. 348-50.