I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Otobiyografi*

John Stuart Mill

Aşağıdaki metinde Mill, hayranlık uyandıran bir netlik ve özlülükle, 1820 ve 1830’larda Jeremy Bentham, James Mill, Thomas Malthus ve David Ricardo’nun sosyal felsefesinin yaygınlaştırmak için bir araya gelen “felsefi radikallerin” inançlarını açıklamaktadır. Sıra kendi otobiyografisine geldiğinde, yaşamının son beş yılında, burada bahsi geçen görüşlerden hayli uzaklaşmıştı, ancak bu görüşler On Dokuzuncu yüzyılda klasik liberalizmin temeli olarak kalmıştır.

Hiçbirimiz babamla muhtemelen her konuda aynı fikirde olmasak da, daha önce söylediğim gibi, onun düşünceleri, daha sonra “Felsefi Radikalizm” olarak adlandırılan bir akımın ilk propagandacıları olan bir grup genç insana karakterlerini ve özelliklerini bulmalarını sağlayan temel unsurlardı. Düşünce tarzları, Bentham’ın bir lider veya rehber olması bağlamında Benthamizm ile özdeşleşmiş değildi, ancak bu düşünce tarzı, Benthamcı bakış açısının modern ekonomi politik ve Hartleyci metafizik ile birleşmesiyle oluşmuştu. Malthus’un nüfus ilkesi özellikle Bentham’a ait bir fikir olarak bir çeşit sembol ve bizim için de bir birleşme noktasıydı. Bu büyük doktrin aslında insan ilişkilerinin kesin olmayan geliştirilebilirliğine karşı bir argüman olarak ortaya atıldı; bizler tam aksi yönde bir heves duyarak, geliştirilebilirliği hayata geçirmek için gerekli olan şeyin, sayı artışını gönüllü olarak kısıtlamak, tüm çalışan nüfusun yüksek ücretler alarak istihdam edilmesini güvenceye almak olduğu konusuyla meşgul olduk. Açgözlülüğün diğer önemli özellikleri de, ki babamla bu konuda aynı fikirdeyiz, aşağıdaki gibi sıralanabilir:

Siyasette, iki şeyin yararlılığına karşı duyulan neredeyse sınırsız bir güven söz konusudur: Bunlar temsili yönetim ve tam bir tartışma özgürlüğüdür. Babamın insan aklı üzerinde mantığın yarattığı etkiye olan güveni o kadar tamdı ki, insanlara erişmek mümkün olsa -ki babam bunun tüm nüfusa okuma yazma öğretilmesiyle mümkün olacağını düşünmüştür- her tür düşüncenin sözlü ve yazılı olarak insanları muhatap almasına imkân tanınsa ve kullandıkları oy hakkı ile benimsedikleri düşünceleri kuvvetlendirmek için mecliste aday gösterebilseler, her şeyin yoluna gireceğini düşünmüştür.

Babam, meclisin sadece bir sınıfın menfaatlerini temsil etmediği sürece dürüstlükle ve bilgelikle genel menfaati gözeteceğini ve böylece, insanlar eğitilmiş zekâlarının güdümünde olacakları için kendilerini temsil edecek kişiler arasında iyi bir seçim yapacaklarını ve bu seçimden sonra seçtikleri kişileri liberal bir sağduyu ile baş başa bırakacaklarını düşünmüştür. Buna göre, aristokratik yönetim, yani azınlığın herhangi bir şekilde hükümranlığı -ki onun gözünde, insanlar ile onların işlerinin en üstün bilgelikle yönetilmesi arasında duran tek şey buydu- onun en katı eleştirilerinin hedefi olmuştur. Ayrıca, demokratik oy kullanma hakkı onun siyasi inancının temel öğesiydi. Ancak bunu, özgürlük, insan hakları veya o zamana kadar demokrasinin savunulmasında az ya da çok kullanılan diğer terimler zemininde değil, “iyi yönetimin güvenceleri”nin en esaslısı olduğu gerekçesiyle savunuyordu. Burada da, sadece vazgeçilmez unsurlar olarak gördüklerinin arkasında durmuştur; “vurguncu lider” karakterini taşıyan bir kralın oldukça tehlikeli olduğunu düşünen Bentham ile karşılaştırıldığında, monarşik ve cumhuriyetçi formlara karşı nispeten daha kayıtsızdı. Aristokrasinin dışında, dini yoldan çıkaran ve sadece insan aklının gelişmesine karşı çıkmakla meşgul olan resmi kilise ya da papazlar birliği de onun nefretini kazanmıştır. (...) Psikolojideki temel doktrini ile savunduğu şey, insan karakterinin evrensel Çağrışım İlkesi yoluyla, çevresel şartlarla oluşması ve sonucunda insanın eğitim alarak, ahlaki ve zihinsel durumunun sınırsız gelişimiydi. Doktrinleri arasında, hiçbiri, bu doktrin kadar önemli ve üzerinde durulmaya değer değildi. (…)

Bunlar gibi çeşitli düşünceler, aralarında benim de yer aldığım bir gurup genç adamın gençlik fanatizmi ile ele alındı ve bu düşüncelere, en azından niyet olarak, babam tamamen uzak olsa da, tutucu bir ruh kattık. Bazen, biz (ya da yerimize vekâlet eden hayalet) başkaları tarafından, anlamsız bir abartıyla -ki aramızdan bazılarımız kimi zaman bunu umut ediyor ve hevesleniyordu- bir “ekol” olarak adlandırılıyorduk. On Sekizinci yüzyıl Fransız filozofları taklit etmek istediğimiz örneklerdi ve onların yaptıklarından daha azını yapmamayı umuyorduk. Gruptaki hiç kimse, zaman ve mekânın gereksiz israfı söz konusu olmasa, pek çok meraklının göstermesi muhtemel olan çocukça azmi ile benim kadar yol alamadı.

* J. S. Mill, Otobiyografi, Londra, Longmans, 1875, s. 105-09.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.