Manchester Ekolü ve Uluslararası Barış*
Felsefi radikal müttefikleri olan İngiliz politikacılarının oluşturduğu Manchester Ekolü, ilk olarak 1830’larda, Tahıl Kanunları Karşıtları Birliği’nin kurulmasıyla önplana çıktı. Uzun yıllar boyunca liderleri Richard Cobden (1804-65) ve John Bright gibi sanayicilerdi. Serbest ticaret, demokrasi ve uluslararası barış konularında durmadan propaganda yaptılar. Aşağıdaki ilk iki seçme, Cobden’ın 1849 yılında, Leeds ve Manchester’da yaptığı konuşmalardan, üçüncü seçme ise W. J. Fox’un (1786-1864), 1853 yılında Royton’da, kendi temsilcilerine yaptığı konuşmadan alıntılanmıştır.
Son zamanlarda, oy hakkının genişletilmesi yönünde duyduğum arzuya bir yeni neden daha eklendi. Son on sekiz aydır Kıta’da devam eden süreçte gördüğüm kadarıyla, büyük insan kitleleri milletler arasında sağlanacak bir barış için oldukça istekliler. Sizler, insanların ne kadar kendi içlerinde karışıklıklarla boğuşsalar da ülkelerinin dışına çıkıp komşularını rahatsız etmek gibi bir arzuları olmadığı gerçeğini biliyorsunuz.
Tahtından indirilen Louis Philippe’yi hatırlarsınız. Bize O’nun Fransız halkını barış içerisinde yaşattığı söylendi ama Fransa’daki kitlelerin ülkelerinde kalmak ve vergi baskısından mümkünse kurtulmak istediklerini görüyoruz.
Savaş bulutlarının nerede toplanmasını bekliyoruz? Bu bulutlar nerede yoğunlaşıyor? Neden tek bir kişi, kuzeydeki karanlık despotizm yüzünden kırk milyon kölenin kaderiyle oynuyor? İkinci bir savaş tehlikesinin ve kargaşasının nerede olacağını bilmek isterseniz, bu tehlike Rusya’nın sefil ve aşağı şehrinde ve daha sonra, aynı şekilde büyük savaş tehlikesi altındaki despotizm ve barbarlık aşamasında olan Avusturya’da görülecektir. Ancak, İngiltere’de olduğu gibi, Fransa ya da Amerika’daki kendi kendi yöneten nüfus oranına baktığınızda, savaşın insanların dayattığı bir şey olmadığını, hatta hükümet savaş istediğinde bunu frenlediklerini görürsünüz. Böylece, özgürlüğün güvencede olması için ülkedeki insanlar siyasi güç elde ettikleri ölçüde, barışı geliştirecek ve hükümetlerin savaş yönündeki taleplerinden alıkoyacaklardır. Bu nedenlerden ötürü, oy hakkının genişletilmesini ve özgürlüğün dünya üzerindeki despotizme galip gelmesini istiyorum.
Onlar (hükümet) bize, her an yabancı güçlerle çarpışma tehlikesi altında olduğumuzu, Avustralya ve Yeni Zelanda’da, savaş gemilerindeki bir çift sarhoş kaptanın bizi her an Fransa’yla savaşa sürükleyebileceğini, bu sebeple her zaman silahlı ve düşmanla çatışmaya hazır olmamız gerektiğini söylüyorlar ve ben mantıklı Hıristiyanlar olan sizlere soruyorum: Birçok kurultayda ortaya atılmış olan ve bir dahaki oturumda, yabancı devletlerle yapılacak bir anlaşmaya bir madde olarak eklenmesi için meclise götüreceğim bir tasarı var. Bu tasarı, iki sarhoş kaptanın çıkaracağı bir karmaşa ya da Tahiti’deki herhangi bir konudaki yanlış anlaşılmadan dolayı düşüncesiz konsüllerin tavırlarından kaynaklanan bir anlaşmazlık durumunda karşılıklı olarak tarafları bağlayacak, tarafların durumu onur meselesi olarak görüp kılıç kuşanmaya başvurmak yerine, anlaşmazlığın sebebini ve çözümüne hakem kararına bırakmak durumunda olmalarını gerektirecek, anlaşmazlığın hakem kararına bırakılacağı onurlu bir anlaşma yerine geçecek ve tarafların ilan edilen karara riayet etmelerini sağlayacaktır. Peki, böyle tasarıyı neden kabul etmiyoruz?
Birkaç yıl önce korumacı ticaret yanlıları serbest tüccarlar aleyhinde ne söylüyorlardı? Onlar, “Siz yabancıdan kâr sağlayacaksınız, ya da siz yabacılardan kâr ettiğinizde, yabancı da aynı şekilde sizden kâr edecektir. Mısıra yabancıların ödemekle yükümlü olduğu bir vergi koyun,” demişlerdi.
Bu kişiler, bu ülkenin insanlarına, inandıkları dine rağmen, yabancıyı düşman gibi görmeleri gerektiğini ve bunun yabancıların kâr etmesine karşı bir engelleme olduğunu öğreteceklerdi. Ben bu ülkenin çalışan insanlarının bu tür Hıristiyanlığa aykırı doktrinleri, bencil ve artniyetli duygular oldukları için reddettiklerine ve kendilerinden uzaklaştırdıklarına inanıyorum. Çünkü serbest ticaretin güzelliklerinden biri de budur; biz yabancıya kâr sağlarız, yabancı da bize. Yabancılar bizim istediğimiz bir şeyi ve biz de onların istediği bir şeyi üretiyorsak, bu üretimlerin değiş tokuşunu engellemeye çalışan biri insan soyunun düşmanıdır. (...)
Bunların doğa ve Tanrı’nın ayarlamaları olduğuna inanıyorum; farklı devletler arasındaki serbest iletişimin olması, temas içerisinde olan tüm devletler ve bu devletlerdeki farklı sınıflar için iyidir. Tanrı’nın buradaki amacı nedir? Dünyaya iyice bir bakın. Farklı mevsimlerin nasıl farklı meyveler verdiklerini göreceksiniz. O kadar farklı mahsul var ki, bir bölgede yaşayan insanlar, mantıklı olarak, başka bir bölgede üretilen şeylere sahip olma arzusu duyabilir. Bakın, sonsuz sayıda çeşitlilik var; bakın, tek bir madde, insanlığa en iyi şekilde hizmet edeceği en son haline ve şekline kavuşmak için bir ülkeden başka bir ülkeye geçmek zorunda kalarak değişim geçirmek zorunda kalıyor.
Lübnan’daki ağaçlarda kozalarını ören ipekböceğine bakın. Güney Amerika’nın güneşli havasında, yüzlerce beyaz çiçek açan pamuk fidanlarına bakın. Bu mahsuller uçsuz bucaksız Atlantik’i geçerek buraya geliyor ve çeşitli endüstriyel işlemlere maruz kaldıktan sonra geldikleri ülkedeki yerlilere bile giyim kuşam sağlamak ve onlara kıyafetlerini verebilmek için geldikleri yere geri dönüyorlar. Bu kıyafetler eskidiğinde, bu maddeler bazen başka bir değişime uğruyor; zekâ ve ilim dersleri dünyasında dönüşüme uğrayarak kâğıt şeklini alıyorlar. Serbest ticaretin ilahi bir doktrin olduğunu varsayıyorum. Serbest ticaret bizlere bu ilahi ayarlamaların ilmi sayesinde, milletlerin karşılıklı hizmet alıp vererek büyük bir konfederasyona, tek bir halklar topluluğuna eninde sonunda dönüşebileceklerini -ki biz bundan eminiz- öğretmektedir.
* Manchester Ekolünün Serbest Ticaret ve Diğer Temel Doktrinleri’nden, ed. F. W. Hirst, s. 256-7, 307, 493-5.