Kilise Insanoğlunun Davranışlarını Ne Ölçüde Şekillendirebildi?
Tarihçiler, Orta Çağ insanının devrin ahlaki davranış kuralları uyarınca kendisinden beklenenlere ne ölçüde riayet ettiği hususunda epey kafa yormuştur. Aklı kurcalayan soru şudur: İnsan davranışını ilgilendiren her konuda tabiatıyla görüş sahibi olan Kilise, acaba ahlaki davranışları ne ölçüde şekillendirebildi? Kimileri teoriyle pratik arasında herhangi anlamlı bir alışverişin bulunmadığını düşünse de aksini savunanlar iddialarına kanıt olarak Fransa Kralı IX. Louis’nin yaşamını gösterir.
IX. Louis ya da Aziz Louis, Fransa’yı 1224–1270 yılları arasında yönetir. Zaman içinde Avrupalı krallar arasında en çok sevilen, hatta hayranlık duyulan hükümdar olur. Louis, sıradan birisi veya bir kral, kiminle muhatap olursa olsun insan haklarına öylesi saygılıydı ki, yargısına herkesin başvurduğu bir şahsiyet olur çıkar. Örneğin, İngiltere Kralı III. Henry, onunla kendisi arasındaki bir sınır anlaşmazlığının çözümü için yine ona başvurmuş ve verdiği karara uyacağına söz vermişti. Louis’nin özenli ve adil yönetimi, Fransa’nın itibarını arttırır. Düzenlediği iki haçlı seferi de ülke dışında ün kazandırır. Buna karşın, meseleleri ondan daha gerçekçi bir biçimde değerlendiren akil adamlar Louis’yi dünyevi konular itibariyle yetersiz bulmakta gecikmez. Nitekim Louis’nin Mısır merkezli Müslüman gücünü yok etmek suretiyle Kudüs’ü yeniden ele geçirmeye yönelik ilk haçlı seferi (1248–1254) binlerce şövalyenin esir düşmesi, maktul, mecruh veya telef olmalarıyla sonuçlanır. Esirler, Doğu Akdeniz’deki kamplardan birkaç yıl sonra ve kefaret karşılığı serbest bırakılır. Louis’nin 1270’te düzenlediği ikinci haçlı seferi de tam bir felaketle sonuçlanıp kendisi de Tunus’ta ölünce, “aklıselim sahibi insanlar onunla birlikte haçlı seferi tutkusunu da gömdüler.”
Louis’nin biyografisini yakın dostu Champagnelı seçkin bir savaşçı olan Jean -Sire de Joinville- yazmıştır. Bu biyografi, Orta Çağın en büyük edebi eserlerinden biri olmasının ötesinde, gelmiş geçmiş en renkli biyografilerden biri sayılmaktadır. Kitap, Kral’ın şahsında, yani en üst düzeyde, Fransa’da hüküm süren feodal ve şövalye geleneklerine de ışık tutar.
Aziz Louis’nin Yaşamı*
Bu ülke müziğin yönettiği bir ülkeydi; saat başı müzik çalardı. Requiem Mass74 güftesi duyulurdu. Ardından günün ya da yortunun (o yortununki hangisi ise) ezgisi çalınırdı. Günler müzikle geçerdi. Her gün yemekten sonra odasında uyuyup dinlenir, sonra kalkıp ölenlerin ayinleriyle ilgili vaizlerinden biriyle akşam duasından önce, özel olarak görüşür ve akşam duasını dinlerdi.
Krala yol göstermek üzere, Hyeres Şatosu’na deniz yoluyla bir keşiş geldi. Kutsal Kitap’ın haricinde dinsiz prenslerden bahseden başka kitapları da okuduğunu; inançlı veya inançsız, ta ki adaleti gözetmiyor olsun, hiçbir krallığın el değiştirmediği veya yok olmadığını gözlemlediğini söyledi. “Bu yüzden,” dedi, “Fransa Kralı tebaasına hızlı ve gerçek adalet sağlamaya özen göstersin ki, yaşamı boyunca ülkesi, Efendimiz’in inayetiyle, barış ve huzur içinde olsun.”
Krala öğüt veren bu muhteremin Marsilya’da Efendimiz’in birçok mucizesine mazhar olduğu ve bunları hiç gecikmeden Kral’a anlatmak üzere geldiği söylendi.
Kral keşişin verdiği öğüdü unutmadı ve ülkesini Tanrı’nın yasasına tam bir sadakatle yönetti. Öyle bir düzen kurdu ki, Nesle lordu, Soissons Kontu75 ve ben dahil, maiyetindeki herkes Mass76’ı duyar duymaz kapıya koşup ricacıları dinler olduk. Bugün bu geleneğe Petition77 deniyor.
Kiliseden çıkınca bizi yanına çağırır, kendisi yatağın ayakucunda oturduğu halde bizleri etrafına toplar ve onsuz halledemeyeceğimiz davalar olup olmadığını sorardı. Bizi dinledikten sonra tarafları yanına çağırır, “Teklif edileni neden kabul etmiyorsunuz?” diye sorar; “Çünkü teklif edilen çok az efendim,” cevabını alınca bilgeliğini konuşturarak, “Teklif edileni kabul etseniz iyi edersiniz,” der ve onlara, doğru olanı telkin ederdi.
Yazları Mass’dan sonra çoğu kez Vincennes Ormanı’na gider, bir ağacın dibine oturup bizi de etrafına toplardı. Onunla işi olanlar da oraya gelirdi ki, rahatsız edilmeksizin Kral ile görüşebilsinler. Bu insanlara önce kendi ağzıyla, “Burada davası olan herhangi biri var mı?” diye sorar; davası olanlar öne çıkınca, “Şimdi sakin olun, her birinizin davası sırasıyla görülecek,” der; sonra da Fontainesli Peter ile Villetteli Geoffrey’i yanına çağırıp birine veya diğerine, davayı “kendisi adına” halletmesini söylerdi.
Kendisi veya bir başkası hakkında konuşanların sözlerinde düzeltilmesi gerektiğini düşündüğü bir şey varsa, bizzat düzeltirdi.
Bir yaz onu tebaasının sorunlarını dinlemek ve çözmek üzere geldiği Paris Bahçesi’nde görmüştüm. Üstünde ipek veya deve tüyünden bir pelerin, kaba kumaştan yapılmış kolsuz bir yelek78 ve siyah ipek gömlek, muntazam taralı saçlarının üstünde ise tavus kuşu tüyünden beyaz bir taç vardı. Yanına oturabilmemiz için çevresine halı serdirmişti. İş için gelenler ayakta duruyordu. Vincennes Ormanı’nda yaptığı gibi hepsinin sorununa çare buldu.
Bir başka zaman onu yine Paris’te gördüm. Fransız piskoposların kendisiyle görüşme talebi üzerine Saray’a gelmişti. Auxerreli Piskopos Guy, diğerleri adına konuşup dedi ki, “Efendim, buradaki başpiskopos ve piskoposlar benden, tarafınızca savunulması gereken Hıristiyanlığın elinizde can verdiğini söylememi istedi.”
Bunu duyan Kral haç çıkardı ve “Söyle bana, bu nasıl olur?” diye sordu.
“Efendim,” dedi piskopos, “İnsanlar şu sıralar aforozu öylesine hafife alıyor ki, günahlarının bağışlanmamasına (günah çıkarmamaya) razılar. Sizden Tanrı ve göreviniz aşkına ricamız şu ki, efendim, yargıçlarınız bir yıl ve bir gündür aforoz edilmiş olanlara günah çıkarma zorunluluğu getirsin, aksi halde mülklerini haczetsinler.”
Kral bunu memnuniyetle yapacağını, ancak bu insanların aforoz edilmelerine yol açan suçları işlediklerinin ispat edilmesi gerektiğini söyledi. Piskoposlar bunu asla yapamayacaklarını, çünkü böyle hareket ederlerse ona (krala) kendilerini ilgilendiren konularda yargı yetkisi vermiş olacaklarını bildirdiler. Kral, başka türlü hareket etmeyeceğini, çünkü kilisenin yanlış yapmış olabileceğini, aforoz edilmiş birini suçu ispatlanmadan günah çıkarmaya zorlamanın Tanrı’ya da, akla da ters düşeceğini söyledi. Ve bir de örnek verdi: “Britanya Kontu aforoz edildikten sonra Britanya piskoposlarından davacı oldu ve bu davayla yedi yıl boyunca öyle uğraştı ki, sonunda Papalık Makamı topunu birden cezalandırdı. O halde, eğer ben, Britanya Kontu’nu aforoz edildikten bir yıl sonra günah çıkarmaya zorlasaydım, ona da, Tanrı’ya da yanlış yapmış olurdum.” Bunun üzerine piskoposlar taleplerinden vazgeçti ve söz konusu talep bir daha gündeme gelmedi.
Kendi danışma konseyine rağmen İngiltere Kralı ile barış yapmıştı. Konsey, “Efendim, bize öyle geliyor ki, İngiltere Kralı’na tarafınızca verilmiş olan bir topraktan vazgeçmektesiniz. Oysa Kral’ın (zaten) bu topraklar üzerinde hakkı yok, çünkü söz konusu topraklar bir kararnameyle babasından alınmıştı.” Kral Louis, İngiltere Kralı’nın söz konusu topraklar üzerinde hakkı olmadığı bildiğini, zaten tam da bu nedenle verdiğini söyledi: “Eşlerimiz kardeş, çocuklarımız kuzen, dolayısıyla barış içinde olmalıyız. İngiltere Kralı ile barış yapmak suretiyle onu derebeyim yapma şerefine nail oldum. Oysa eskiden öyle miydi?”
Kralın ne denli namuslu olduğunu, bu aziz insana bir sözleşme getiren Trieli Renauld anlatır. Sözleşmede Goulle’deki Dammartin bölgesinin, Kral tarafından kısa bir süre önce ölen Bolonya Kontesi’nin vârislerine verildiği beyan edilmekteydi. Sözleşmenin üstündeki mühür kırıktı. Öyle ki, mührün üstündeki Kral figürü ve ayağının altındaki taburenin yarısı yoktu. Kral, bu konuda doğru bir karar vermesine yardımcı olmamız için mührün durumunu hepimize gösterdi.
Oy birliğiyle sözleşmeyi yürürlüğe koymamasını salık verdik. Kral saray nazırı John Sarrasin’e dönüp ondaki sözleşmeyi istedi. Sözleşmeyi alınca, bizlere, “Lortlarım, bakın bu benim denizaşırı diyarlara gitmeden önce mühür bastığım sözleşme. Gördüğünüz gibi, kırık mührün üstündeki figür bunun üstündekiyle aynı. Dolayısıyla, söz konusu bölgeyi geri istemek vicdansızlık olur,” dedi ve Trieli Renaud’yu yanına çağırıp ona, “Sizindir,” dedi.
(…) Bana Maundy Thursday79’de yoksulların ayaklarını yıkamak isteyip istemediğimi sormuştu. İstemediğimi, bunun iyi bir fikir olmadığını söylemiştim. Karşı koymamamı, çünkü bunu Tanrı’nın da yaptığını söylemiş, “Demek cüzamlıların ayaklarını yıkayıp öpen İngiliz Kralı’nın yaptığını yapmak istemiyorsun,” demişti.
Yatmadan önce çocuklarını yanına çağırır, onlara iyi krallarla, iyi imparatorların yaptıklarını anlatarak bu insanları örnek almalarını öğütler; çalıp çırpmak suretiyle zengin olan ihtiraslı ve tamahkâr adamların sonunda sahip oldukları her şeyi nasıl kaybettiklerini de anlatırdı. “Bütün bunlardan uzak durun derim, çünkü durmadığınız takdirde Tanrı sizinle olmayacaktır.” Çocuklarına Meryem Ana’mızın Saatlerini de öğretip belletmişti ki, kendi ülkelerine sahip çıkarlarken, kendi Saatlerinin sesini duymaya alışsınlar.
Sadaka vermeyi çok severdi. Her nerede olursa olsun, ülkesindeki yoksul kiliselere, cüzamlı barınaklarına, düşkünlerin barındığı evlere, imarethanelere, hastanelere, yoksul kadınlara ve erkeklere sadaka dağıtırdı. Sarayda yiyenlere ek olarak, çok sayıda yoksulu doyurduğuna, onlarla kendi ekmeğiyle suyunu paylaştığına birçok kez bizzat şahit oldum.
İktidarı boyunca Royaumont, Paris yakınlarında Aziz Anthony Manastırı, Lily Manastırı, Maubuisson Manastırı gibi pek çok manastır ve Friars Preachers ve Grey Friars80 için cemaat merkezleri inşa ettirmişti. Pontoise, Vernon hastaneleri, Paris’teki körler hastanesi bizzat kendisi, Frey Sisters of Saint-Cloud kadınlar manastırı ise kız kardeşi Lady Isabel tarafından yaptırılmıştı.
Kutsal Kilise’ye yardım yapmak Kral’a düştüğü için, bu yardımı yapmadan önce din adamları ve diğer iyi insanlara danışır, ancak bundan sonra hüsniniyet ve sadakatle Tanrı’nın uygun gördüğü şekilde davranır; ta ki diğer kiliselerin yardımlarını reddetmiş olsun, hiçbir kilise görevlisine yardım yapmazdı. Krallığının önceden hiç gitmediği bölgelerine gittiği zaman, Friars Preachers ile Grey Friars cemaatlerini mutlaka ziyaret eder, onlardan kendisi için dua etmelerini isterdi.
Kral denizaşırı diyarlardan döndükten sonra kendini dine ve doğal olarak tebaasına verdi. Bunun Fransa’nın yararına olacağına inanırdı. Nitekim her şeyden önce şöyle bir ferman yayınladı:
“Biz, Tanrı’nın inayetiyle Fransa Kralı, Fransa’nın âli menfaati için tüm yargıçlarımızın, kale komutanlarımız ve muhafızlarımızın, inzibatımızın, belediye başkanlarımızın ve tüm diğer (kamu) görevlilerimizin, görevde kaldıkları sürece, tebaamıza yoksul veya zengin, yurttaş veya yabancı ayrımı gözetmeksizin iyi ve adil davranacaklarına ve bunu iyi/yararlı bir gelenek olarak sürdüreceklerine yemin etmelerini buyuruyoruz.81
“Yargıçlar veya kale komutanları veya diğerleri şayet bu yemine sadık kalmaz ve bu durum tespit edilirse, yargıçlar tarafımızca, diğerleri yargıçlar tarafından cezalandırılacaktır.
“Bundan böyle zabıta, yargıçlar ve tüm diğer görevliler iradımıza sahip çıkarak hakkımızı koruyacaklarına, iradımızın hırsızlanmasına veya alıp götürülmesine veya azalmasına izin vermeyeceklerine yemin edecek; kendileri veya bir başkası için meyve, ekmek, şarap veya değeri bir şilini aşmayan diğer hediyeler dışında, altın, gümüş ve diğer dolaylı dolaysız hediyeler (rüşvet) almayacaklardır.
“Aynı şekilde, eşleri, çocukları, erkek veya kız kardeşleri veya diğer yakınlarının da her ne olursa olsun, hediye kabul etmeyeceklerine; kabul ettiklerinin tespiti halinde hemen iade edeceklerine ve kendi yetki alanlarında yaşayan veya davalı veya davacı oldukları herhangi birinden bir daha hediye kabul etmeyeceklerine yemin edeceklerdir.
“Aynı şekilde, kraliyet müşavirlerine, onların eşlerine, çocuklarına veya yakınlarına veya kraliyet adına hesaplarını denetleyenlere veya kraliyet tarafından herhangi bir tahkikat veya soruşturma için kendi yetki alanlarına veya mahkemelerine gönderilenlere, her ne olursa olsun, hediye vermeyecek ve göndermeyeceklerine yemin edeceklerdir.
“Emirleri altındaki herhangi bir görevlinin veya zabıtanın sadakatsizliği, hırsızlığı, zorbalığı ve benzeri kötü davranışını tespit ederlerse onu görevden alacaklarına; söz verdiği veya hediye verdiği veya sevdiği için veya bir başka nedenle affetmeyip cezalandıracaklarına yemin edeceklerdir. Bundan böyle zabıtamız, kale komutanları ve muhafızlarımız, belediye başkanlarımız, korucularımız ve diğer piyade veya süvarilerimiz efendilerine (derebeyi), onların eşlerine, çocuklarına veya yakınlarına hediye vermeyeceklerine yemin edeceklerdir.
“Ve bu yeminlere resmiyet kazandırmak istediğimize göre, büyük küçük tüm görevlilerin ve önceden huzurumuzda ant içmiş olsalar da tüm şövalyelerin, asker ve süvarilerin bir halk jürisi önünde yemin etmeleri buyrulmaktadır ki, sadece Tanrı veya bizim korkumuzla değil, herkese rezil olacakları için yalan yere yemin etmesinler.
“Yargıçlarımızın ve zabıta memurlarımızın Tanrı’ya veya Meryem Anamıza veya azizlere küfürden kaçınmalarını; kumardan ve hanlardan uzak durmalarını buyuruyoruz. Kumarın tüm ülkede yasaklanmasından, hafifmeşrep kadınların evlere alınmamasından yanayız. Kim hafifmeşrep bir kadın için ev kiralarsa, zabıtaya veya yargıca evin bir yıllık kira bedeli tutarında ceza ödeyecektir.
“Yargıçlarımızı, görevde oldukları sürece, kendi görev bölgelerinde veya bir başka yargıcın görev bölgesinde kendileri veya başkası için ev satın almaktan menediyoruz. Satın alacak olurlarsa, evin mülkiyeti bize devredilecektir.
“Görevde oldukları sürece yargıçlarımızın oğullarını, kızlarını veya aileden bir başkasını kendi görev bölgelerinde yaşayan biriyle özel izin almaksızın evlendirmelerini; onları kendi görev bölgelerindeki bir ibadethaneye yerleştirmelerini veya dindar insanların sırtından onları kilisenin diğer imkânlarından yararlandırmalarını menediyoruz. Evlilik ve mülk edinmeye dair bu emir zabıta, belediye başkanları veya daha alt düzeydeki görevlileri bağlamamaktadır.
“Yargıçların, zabıta amirlerinin veya diğer görevlilerin yanlarında, halkın üstünde baskı yaratacak şekilde, gereğinden fazla sayıda çavuş veya bedel82 bulundurmalarını yasaklıyor; bedel’lerin bir halk jürisi tarafından seçilmesini emrediyor, aksi halde bedel sayılamayacaklarını bildiriyoruz. Ayrıca, uzak veya yabancı bir diyara gönderilen memurlarımızın, bağlı oldukları bölgenin en üst yetkilisinden itimatname alarak gitmesini emrediyoruz.
“Yargıçlarımızla zabıta amirlerimizin adil olmayan hükümler vermek suretiyle iyi insanlarımıza baskı yapmamalarını; ta ki bize borçlu olsunlar, borçları nedeniyle hapse atılmamalarını emrediyoruz.
“Yargıçlarımıza tebaamızdan borçlu veya herhangi bir suç işleyeni para cezası vermek suretiyle değil, açık duruşmayla yargıladıktan sonra cezalandırılmasını veya bu para cezasının iyi ve ahlaklı insanların oluşturduğu bir kurulda görüşüldükten sonra ve uygun bulunması halinde, aynı kurulun huzurunda ödetilmesini veya haczedilmesini emrediyoruz.
“Şayet önemli bir suçu olmayan biri mahkemeye düşer ve yargı kararını beklemek yerine para cezası ödemeyi teklif ederse ki, olmuştur, önerdiği miktar uygunsa bunun mahkeme tarafından kabul edilmesini, değilse söz konusu miktarın, zanlı bu değerlendirmeyi yargıya bırakmış olsa da, mahkeme tarafından yukarıda ifade edilen anlayışla belirlenmesini emrediyoruz. Yargıçlarımızın, zabıta memurlarımızın veya belediye başkanlarımızın halkımızı tehditle, korkutarak veya bir başka yolla baskılamalarını, onlardan gizlice ve alenen para cezası (rüşvet) almalarını ve onları makul bir neden olmaksızın suçlamalarını menediyoruz.
“Belediye başkanlığı, kale komutanlığı veya yargı yetkisini haiz diğer (yetkili) makamlarda bulunanları, bu makamları iznimiz olmaksızın satmaktan menediyor; bir makamı birden çok insanın birlikte satın almaları halinde, at sayımı, vergi toplama ve diğer rüsumların tahsili gibi işler, anlaşılabileceği üzere hariç, içlerinden sadece birinin (diğerleri namına) sorumlu olmasını emrediyoruz.
“Söz konusu makamları satın alanların, bu makamları bizden satın aldıktan sonra kardeşlerine, kuzen veya yeğenlerine satmalarını; bu insanların makama olan borcu kendilerine ödenmesini talep etmelerini; kendi borçlarını ise mahkeme yoluyla tahsil etmelerini emrediyoruz.
“Görev yeri sık sık değişen yargıç veya zabıtanın tebaamızı davalar açmak suretiyle üzmesini menediyor; önündeki işi bulunduğu yerde bizzat çözmesini bekliyor, tebaamızı adaleti mahkemede aramak zorunda bırakmak suretiyle madden ve manen yormamasını emrediyoruz.
“Bundan böyle kimsenin mülküne, bizden özel izin almaksızın nedensiz yere el konulmasını; keyfi vergiler koymak suretiyle halkımıza baskı yapılmasını; para tahsilâtı için silaha başvurulmasını menediyoruz; istiyoruz ki, hizmete ihtiyacı olan hiç kimse hizmet veren tarafından nedensiz yere celp edilmesin, oraya kendi isteğiyle gitsin, ama kefaret ödemeye gidercesine gitmesin.
“Yargıçların veya zabıtanın iyi bir neden olmaksızın ülkemizin mısır, şarap ve benzeri diğer ürünlerini yurtdışına götürmelerini yasaklıyoruz. Bundan amacımız, her türlü sahtekârlık ve hile şüphesini izale edecek biçimde, bu işlerin şerif konseyiyle ortaklaşa yapılmasını uygun görmemizdir
“Eski yargıçların, kale komutanlarının, zabıtanın ve belediye başkanlarının görevleri sona erdikten sonra, kendiliğinden veya vekâleten, kırk gün süreyle görev bölgelerinde kalmalarını emrediyoruz ki, kendileriyle ilgili olası şikâyetlere cevap verebilsinler.
“Tebaamızın ve ülkemizin yararı için yaptığımız tüm bu düzenlemelerin tarafımızca ve istişare edilmek suretiyle açıklığa kavuşturulması, yeniden düzenlenmesi, değiştirilmesi veya hafifleştirilmesi hakkı mahfuzdur.”
Aziz Louis, tüm akil insanların tanıklık ettiği üzere, bu fermanla Fransa’yı çok daha ileri bir ülke yapmıştır.
* Joinville, The History of St. Louis, Oxford University Press, 1938.