Kalitesiz Giysiler*
İngiliz romancı ve rahip Charles Kingsley (1819-75) en çok Batıya Doğru ve Su Bebekleri gibi eserlerin yazarı olmasıyla tanınmaktadır. Aynı zamanda, İngiliz Kilisesi’ndeki liberal teolog Frederick Denison Maurice’in 1840-45 yıllarında örgütlediği, Londra’daki bir akşam okuluna, üreticilere ve kooperatiflere destek çıkan Hıristiyan sosyalist akımı ile önplana çıkmıştır. Kingsley, “Hıristiyan sosyalizminin edebi dehası” idi. Giyim ticaretindeki suiistimalleri eleştiren Kalitesiz Giysiler (1849) adlı eseri, “Parson Lot” takma adıyla başlatılan akıma destek verdiği makaleler ve risalelerden birisidir.
Şimdi akla gelen şey sayıları on beş ya da yirmi bin civarında olan zavallı tezlerle ne yapılacağı sorusudur. Onlarınki, şu anki haliyle, sürekli artan bir belirsizlik ve umutsuzluk durumlarından sadece biridir.Onların durumunu kötüleştiren sistem, her geçen gün yayılmakta ve giderek derinleşmektedir. Biz bunları yazarken, konfeksiyon ticaretinin içine yoksulluk çektikleri için buna mecbur kalan yeni kurbanlar çekilmekte ve yeni emek amortismanları yerini almaktadır. (…) Peki ne yapılabilir?
İlk olarak şu yapılabilir: Kendini Hıristiyan ya da insan olarak adlandıran hiç kimse, kendini sergi ya da giyim mağazalarında asla küçük düşürmez. (…) Buradaki menfur durum sadece Hıristiyanlığın söz konusu olması değil, insanlığın bu durum karşısındaki feryadıdır. (...)
Ancak halkı ucuz kıyafet lüksünden mahrum etmek oldukça zordur! O zaman bırakın halk, bu eşsiz nimetten yararlanmanın başka yollarını arasın. Böyle bir şeyin, denendiğinde imkânsız olduğu görülürse, azınlığın rahatı ancak çoğunluğun sefaleti ile satın alınıyorsa, medeniyet, üreten sınıf haricindeki herkese rahatlık sağlıyorsa, o zaman bu dünya aslında şeytanın dünyası olmuş demektir; sorunlu yapıdaki bu melun makine, bu mahiyeti tarafından ne kadar erken yok edilirse o kadar iyidir.
İkinci olarak, bırakın, bir düzine ya da elli ya da yüz tane işçinin birbirlerine, “Bu bizi mahveden bir rekabettir ve rekabet, herkesin kendisinin ve kardeşinin aleyhine yarattığı bir bölünme ve ayrılıktır. Çare, dayanışma, birleşme ve bir başkası için kendini feda etmektir. Saygın bir terzinin atölyesinde beraberce çalışabilir, az paraya çok çalıştıran işverenlerimizin kâr etmesi için sığınaklarında beraberce çalışıp yaşayabiliriz; neden kendi atölyelerimizde ya da evlerimizde, kendi kazancımız için beraberce çalışıp yaşamayalım? (…) Saygın ticaret işçileri, en az konfeksiyon işçileri kadar, sayıları gittikçe azaldığı ve sıranın bir gün onlara da geleceğini bildiklerinden işverenlerini ve giyim satıcılarını yerme konusuyla ilgilenmektedirler.
“Kimse yapmazsa, bırakın bize kendi atölyemizi kurabilmemiz ve kendi dükkânımızı açabilmemiz için borç para versinler,” desin.
Ve aynı şekilde, dünyanın şeytanın dünyası değil Tanrı’nın dünyası olduğuna, Malthusçuların iddia ettiği gibi, insan sayısının fazla olmasının bir felaket değil, Solomon’un inandığı gibi, yöneticilerin gücü olduğuna ve insanların, büyük balığın küçük olanları öldürdükten sonra, ta ki aşırı büyümüş bir canavarın yalnız kalıp açlıktan ölmek üzere olmasına kadar birbirlerini yemeye devam ettikleri kapalı bir turnabalığı havuzunda olduğu gibi, rekabet yüzünden birbirlerini yiyen av hayvanları yerine koyulamayacağına inanan birisinin ya da yarım düzine insanın ortaya çıkmasına imkân sağlayın. Bırakın, parası olan birkaç kişi, insanlarla oynamak için doğduğuna inansın.
Bırakın, tüm vesilelerle, dayanışmanın gelişimine yardımcı ve destek olsunlar. Bırakın, saygın terzilere, zamanı geldiğinde işçilerine kârdan pay vermeyi teklif ederek konfeksiyon satıcılarının durumuna düşmekten kurtulmalarını öğütlesinler. Bırakın, işçileri kendi oyunlarında Nebuchadnezzar ve Co. ile yarışmak için cesaretlendirsinler. Bırakın, işçilere, bunun Paris’teki en az yüz dört işçi derneği tarafından şu an dahi denendiğini, defalarca başarılı olduğunu söylesinler. Bırakın, işçilere, Parisli işçilerin sıklıkla unuttuğu, sonsuz babalığı ile insan kardeşliğinin; bilge ve sevgi dolu takdiri ile mükemmel düzenin ve yönetimin tek temeli olan yaratıcının yüce adını hatırlatsınlar.
İşçiler arasındaki dayanışma başlar başlamaz, bırakın, işçilere havalandırmalı bir atölye yaptırsınlar, düşük ve cüzi bir kira karşılığında dayanışma içinde olan terzilere versinler. Bu şekilde bir kayıpları olacağını düşünmüyorum, çünkü doğru olan bu. Tanrı onların parasına göz kulak olacaktır. Dünya -şimdi anlaşılıyor ki- O’nun tarafından en iyi şekilde düzenlenmiştir; örnek pansiyonlar, kamu hamamları, çamaşırhaneler, sigorta ofislerindeki kiracıların hepsi parasını bunlara yatırmış olanlara makul paralar ödemektedirler, herhalde dayanışma içindeki atölyeler de aynısını yapabilir... Politik ekonomideki bir acemi bile, dayanışmanın emek ve sermaye birikimi gerektirdiğini bilir. Herkes kurumla bağlantılı olursa, arazi sahipleri ve işçiler, kurumun refahını artırmaya çalışacaklarından ve kimse ücretlerini düşürmeye uğraşmayacağından, böyle bir dayanışmanın başarısız olması için ne gibi bir sebep olabilir ki?
Ancak her şeyden öte, bu insanlar ortak kazanç için karşılıklı fedakârlık ruhu içerisinde beraber çalışmaya başlar başlamaz, Nebuchadnezzar ve Co. ve benzerleri ile ticaret yapmış ve muhtemelen de yapacak olan her soylu erkek ve Hıristiyan, dayanışma içerisindeki işçilerle alışveriş yapmayı bir onur ve vicdan meselesi haline getirir ve başkalarına da aynı şeyi yaptırır. Bizler işçilere, hediyelerle ya da kredilerle değil, ancak onları güvence altına alan alışverişle yardım edebiliriz. Ürünlerini elden çıkarma araçlarını onlara sağlamadan, sermayeyi yükselterek, sırtlarına anlamsız bir borç yükü yüklememeliyiz. (...)
Emniyet, düzen, ölçülülüğe dair düzenlemelere ilişkin olarak, işçiler, -sadece özgür insan adına layık iseler bunu yapabilirler- kendileri için örgütlenmelidirler. Onlara emek birliğinin sermaye birliğinden çok farklı olduğunu hatırlatın. Kapitalist sadece parasını, işçi ise hayatta en az sahip olduğu şeyi, yani zamanını işletmeye yatırır. Yine de işçi birliği hızlı bir servet edinmek ve parasını geri çekmek isteyen tek bir kapitalistten çok daha farklıdır. Birlik, girişimden vazgeçmeyi bilmez; işletme, onlara göre, rakip konfeksiyonculardan daha uzun süre ayakta kalarak, kendisine benzeyen birlikleri içerisine alarak ve bu şekilde rekabet etme kapasitesine vararak enine ve boyuna büyümelidir. Bir serbest ticaret yanlısı, “Tekel!” diye bağırır tüyleri ürpererek. Öyle değil güzel arkadaşım; birlik olmadan gerçek anlamda bir serbest ticaret olamaz. Hem kim sana terzi birliklerinin tek başına kalacağını söyledi ki?
Daha önce belirttiğim gibi, bunun gibi şeyler yapılabilir. Azmin olduğu yerde, çıkar yol da vardır. (…) Tanrı’ya güvenecek kadar cesur olun, O sizin için savaşacaktır; bu kelimelerin dokunduğu paralı insanlar! Bu takva ve aynı zamanda ilerideki hayatın vaadidir. Bir şeyler yapılmalı, hem de acilen; yapılacak şey eğer adil yöntemlerle yapılmazsa, kesinlikle hileye dönüşecektir. Sadece terzilerin ticaretinde değil, gemiciler ya da mühendisler gibi terzi olmayan herkesin devamlı olarak rekabet etme çabası içerisinde olması, gördüğü garip ve olağanüstü talepten sonra prim yaparak, ödünç alınmış sermayeyi borsaya yatırması daha fazla işvereni güçsüzleştirecek ve onları baltalayacaktır. Bir yandan da, işçiyi, hayatın tamamıyla dayanılmaz olduğu bir noktaya getirecektir; artan eğitim imkânları, onların sadece sefaletlerini göstermeye yarayacaktır; ta ki çatlaklar ve ufak bir kriz, bastırılmış güçleri birden bir noktaya yönlendirene kadar kazan patlamaya hazır halde olacaktır. Sonra…
Sonra ne mi olacak?
Fransa’ya bakın, görürsünüz.
* Parson Lot (Charles Kingsley), Kalitesiz Giysiler, Londra, William Pickering, 1850, s. 26-31.