İnsanın Kendine Dair Bilgisindeki Kriz*
İnsana Dair Deneme adlı eserinde ünlü bir Alman filozofu ve felsefe tarihçisi olan Ernst Cassirer (1874–1945) Yirminci yüzyıldaki “insanın kendisine dair bilgisindeki krizi”ni veciz bir biçimde tanımlar. Bu bölümdeki birbirini takip eden alıntılar Cassirer’in bahsettiği insana ilişkin şaşırtıcı ve sıklıkla çelişen görüşlerinden bazı örneklerdir.
(...) Yeni insan teorimiz entelektüel merkezini kaybetti. Onun yerine elimize tam bir düşünce anarşisi geçti. Önceki zamanlarda da bu probleme ilişkin fikirler ve teoriler arasında büyük bir uyuşmazlık vardı. Ancak yine de tüm kişisel farkların atıfta bulunabileceği genel bir yönelim, bir referans çerçevesi kalıyordu. Metafizik, ilahiyat, matematik ve biyoloji sırasıyla insan problemi hakkındaki düşüncelere kılavuzluk ettiler ve inceleme hattını belirlediler. Bu problemle ilgili gerçek kriz, tüm bireysel çabaları yönlendiren bu merkezi güçler ortadan kalktığında kendini gösterdi. Bu problemin öneminin büyüklüğü bilginin ve sorgulamanın çeşitli dallarında hâlâ hissedilmekteydi. Ancak davayı temyize götürecek sağlam bir otorite artık mevcut değildi. Teologlar, bilimadamları, politikacılar, sosyologlar, biyologlar, psikologlar, etnologlar, ekonomistler; tümü probleme kendi bakış açılarından yaklaştı. Tüm bu özel bakış açılarını perspektifleri kombine etmek veya birleştirmek mümkün değildi. Ayrıca özel alanlar dahilinde bile genel kabul görmüş bir bilimsel prensip mevcut değildi. Kişisel faktör gitgide daha yaygın hale geldi ve bireysel yazarların mizaçları daha önemli bir rol oynama eğilimi içine girdiler. Trahit sua quemque voluptas [Herkes kendi zevkine göre davranır]: her yazar son tahlilde insan yaşamı konusunda kendi kavramları ve değerlendirmelerini takip ediyordu.
Fikirlerin bu karşıtlığı sadece ağır bir teorik problem olmakla kalmıyor, şüphesiz tüm etik ve kültürel hayatımıza tam manasıyla yakın bir tehdit haline geliyordu. Yakın dönem felsefi düşüncesinde, Max Scheler bu tehlikeyi ilk fark edenlerden ve herkesi ilk uyaranlardan biri oldu. “İnsan bilgisinin diğer hiçbir döneminde” diye ilan etti Scheler, “insanoğlu kendisini için bugün olduğu kadar problemli hale gelmemiştir. Bilimsel, felsefi ve manevi antropolojilerimiz var ama bunların birbirinden haberi yok. Bu yüzden artık insan hakkında açık ve tutarlı bir fikre sahip değiliz. İnsanı inceleyen bilimlerin sayısının gitgide artması bizim insan kavramımızı açıklamak yerine daha karışık ve daha muğlak hale getirdi.”
Modern felsefenin kendini içinde bulduğu garip durum tam da budur. Bizden önceki çağlardan hiçbiri insan doğası hakkındaki bilgi kaynakları bakımından bizim kadar iyi durumda değildi. Psikoloji, etnoloji, antropoloji ve tarih hayret verici zenginlikte sayısı gitgide artan olgular biriktirmiştir. Gözlem ve deney konusundaki teknik aygıtlarımız ciddi bir gelişim kaydetmiştir ve analizlerimiz daha keskin ve daha derine işler hale gelmiştir. Yine de bu malzemeleri organize etmek ve onlara hâkim olmak için bir yöntem bulamadığımız ortada. Bugünkü zenginliğimiz ile karşılaştırıldığında geçmiş çok fakir görünüyor. Ama olgulardaki zenginliğimiz bir düşünce zenginliği anlamına gelmiyor. Bizi bu labirentten çıkartacak bir Ariadne ipucu12 bulamadığımız takdirde insan kültürünün genel karakteri konusunda gerçek bir anlayışa sahip olamayacağız; kavramsal birlikten uzak görünen bir sürü bağlantısız ve parçalanmış verinin içinde kaybolacağız.
* Ernst Cassirer: İnsana Dair Deneme, s.21–22.