İnsanın Görevleri Üzerine*
Joseph Mazzini (1805-72), On Dokuzuncu yüzyıl ortalarında, tipik bir liberal milliyetçiydi. Risorgimento’nun elçisi, Machiavelli’den ziyade Dante hayranı olan Mazzini, hayatını (daha çok İngiltere ve Fransa’da sürgündeyken) İtalyan kitlelerini İtalya’daki Avusturya yönetiminin devrilmesi için ayaklandırmaya çalışarak geçirdi. En bilinen eseri, İnsanın Görevleri Üzerine’dir ve ilk olarak, 1844 ve 1858 yılları arasında, İtalyanca dergilerde, makale serisi olarak yayınlanmıştır.
Önem açısından yerine getirmen gereken ilk görev, daha önce de söylediğim gibi, insanlığa karşı olan görevlerdir. Sen vatandaş ya da baba olmadan önce insansın. Tüm insanlık ailesini şefkatinle kuşatmazsan ve Tanrı’nın birliğinden kaynağını alan bu ailenin birliğine ve bu birlik ve beraberliği azaltma amacını güden insanlar arasındaki kardeşliğe duyduğun inancı kanıtlamazsan nerede kardeşin acı çeker ya da insan doğasının haysiyeti, beklemediğin bir yalan ya da tiranlıkla ihlal edilmeye çalışılırsa, elinden geldiğince mutsuza yardım et ve savaşı seçmiş gibi hissetme kendini, elinden geldiğince aldatılanların ve ezilenlerin kurtuluşu için kendi hayat kuralını çiğne, geleceğinin desteği ve rehberi olacak olan dini de bir kenara koy.
Her biriniz, kendi başına, insanlığın ahlaki gelişimi ve ilerleyişi için ne yapabilir? Zaman zaman, inancını faydasızca dile getirebilirsin, bazı nadir durumlarda, kendi toprağından olmayan birine yardım edebilirsin. Kendi başına yapabilecekleriniz bu kadar. Ancak, yardımseverlik geleceğin inancının parolası değildir. Geleceğin inancının parolası, birlik ve tüm insanların ortak bir amaç için kardeşçe kurduğu beraberliktir; bu tüm yardımlardan daha üstündür. Daha da ileriye taşımak için etrafında birleşeceğiniz bu yapı, herkesin kendi başına inşa edeceği orta halli bir kulübeden veya taş, harç ve alet ödünç alıp vererek yardım eli uzatmaktan daha yararlı olacaktır.
Fakat bana dilinizin, geleneklerinizin, eğilimlerinizin ve kapasitenizin farklı ve ayrı olmasından dolayı bir araya gelmeye kalkışamayacağınızı söylüyorsunuz. Birey, çok önemsiz, insanlık çok engindir. Britanyalı bir denizci, denize açıldığında, Tanrı’ya şöyle dua eder: “Tanrım, bana yardım et! Benim sandalım, senin uçsuz bucaksız denizinde öyle küçük ki!” Bu dua, her birinizin eylemlerinizin gücünü ve yaptırımlarını sınırsız kılmanın aracını bulana kadar içinde bulunduğu durumun asıl dışavurumudur.
Tanrı’nın size bir ülke vermesiyle, tıpkı zeki bir ustabaşının çeşitli iş dallarını işçilerin farklı kapasitelerine göre dağıtması gibi, insanlığı farklı gruplara ya da yerküredeki çekirdeklere ayırarak, yani milletlerin özünü yaratarak, bu aracı sizlere sunmuştur.
Kötü yönetimler, ilahi düzenin şeklini bozmuşlardır. Yine de onların izinden gidebilirsiniz. En azından farklı bir şekilde sınırları çizilmiş olan Avrupa, büyük ırmakların seyri, yüksek dağların yönü ve diğer coğrafi koşullarla ilgilenir. Onlar istilaları, açgözlülükleri ile ve başkalarında olan doğru gücü bile kıskanarak düzeni değiştirmişlerdir; hatta düzeni öyle bir değiştirmişlerdir ki, İngiltere ve Fransa hariç tutulursa, muhtemelen eski düzenin sınırlarını halen koruyan tek bir ülke dahi bulamayız.
Bu yönetimler, hiçbir ülkenin ailelerini ya da sınıf egoizmi hanedanlarını korumak isteyebileceklerini anlamadılar ve anlamazlar. Ancak, ilahi düzen muhakkak gerçekleştirilecektir. Doğal bölünmeler ve insanların kendiliğinden gelişen eğilimleri, kötü yönetimlerin yaptırımı olan keyfi bölünmelerin yerini alacaktır. Avrupa’nın haritası yeniden çizilecektir. Özgür insanların oylarıyla belirlenen ülkeler, ayrıcalıklı sınıfların ve kralların ülkelerinin yıkıntıları üzerinde yükselecek ve bu yeni ülkeler arasında uyum ve kardeşlik olacaktır. İnsanlığın, genel gelişimin, yerel ve genel kapasiteye göre verilen kademeli keşfin ve insanlığın yaşam kanunu uygulamasının ortak eseri, barışçıl ve devamlı gelişim ve ilerleme içerisinde işlenecektir. Daha sonra, milyonların şefkati ve gücüyle kuşatılan, aynı dili konuşan, aynı eğilimlere sahip olan, aynı tarihi geleneklerle eğitilen sizler, sadece kendi çabanızla bile tüm insanlığa faydalı olabilmeyi umut edersiniz.
Kardeşlerim, ülkenizi sevin! Ülkemiz, evimizdir. Bu, Tanrı’nın bize içinde bizi seven ve bizim de sevdiğimiz bir aile ile beraber bahşettiği bir evdir; bize verdiği aile ile daha gönülden yakınlık kurar, başkalarına nazaran onu daha çabuk anlarız; bu aile belirli bir noktanın etrafında toplanmasından ve elementlerinin homojen doğasından dolayı özel bir faaliyet alanına adapte olur. Ülkemiz, yaptığımız işlerin tüm dünyanın yararı için buradan gönderildiği, genellikle kullandığımız iş aletlerinin ve araçlarının bir arada bulunduğu ortak bir atölyedir; hiçbirimiz Tanrı’nın planına itaatsizlik etmedikçe ve kendi gücümüzü azaltmadıkça bunları inkâr edemeyiz.
Doğru bir ilke ile kendi ülkemiz için çalıştığımızda insanlık için çalışmış oluruz. Ülkemiz, ortak fayda için bizim yönlendirdiğimiz dayanak koludur. Eğer bu kolu göz ardı edersek, hem insanlığa hem de kendi ülkemize karşı fayda göstermeme riskiyle karşı karşıya kalırız. İnsanlar, insanlığı oluşturan milletlerle işbirliği yapmadan önce milli bir varlığa sahip olmalıdırlar. Taraflar eşit olmazsa, gerçek bir birlikten söz edilemez. Ancak ülkemiz aracılığı ile başkaları tarafından tanınan kolektif bir varlık gösterebiliriz.
İnsanlık, güçlü ve kurnaz düşmanlara karşı, bilinmeyen toprakların işgali yolunda ilerleyen büyük bir ordudur.
İnsanlar, bu ordunun farklı birim ve bölümleridir. Her birinin sahip olduğu bir mevzisi ve yerine getirmesi gereken özel bir görevi vardır; ortak zafer farklı görevlerin hatasız bir şekilde yerine getirilmesine bağlıdır. Savaş düzenini bozmayın. Size Tanrı tarafından verilen bayrağı unutmayın. Nerede olursanız olun, insanlar sizi hangi durumların ortasına atarsa atsın, eğer gerekliyse, o insanların özgürlüğü için savaşmaya hazır olun ama öyle akıllıca savaşın ki, akıttığınız kan, sadece sizin değil, ülkenizin üzerine de zaferinizi yansıtabilsin. Ben değil, biz diyebilin. Aranızdaki her kişiye ülkesinin kendi içinde vücut bulması için çabalamasına imkân tanıyın. Aranızdaki her kişinin kendisini bir teminat ve onunla aynı topraklarda yaşayan kardeşlerinden sorumlu olarak görmesini, kendisini ülkesinin sevilmesini ve ülkesine saygı duyulmasına aracı olması için gerekli olan hareketleri kontrol etmeyi öğrenmesini sağlayın. Ülkeniz, Tanrı’nın insanlığa karşı olan vazifelerinizi yerine getirmeniz için size verdiği görevin sembolüdür. Kullarında var olan gücün ve kuvvetin hepsi, bu görevi yerine getirmek için kullanılmalıdır. Gerçek bir ülke, ortak bir amaç uğruna çabalayan, kardeşçe bir uyum içinde birbirine bağlı olan özgür ve eşit insanlar topluluğudur. Siz de bunu gerçekleştirmeye ve bu şekilde devam ettirmeye mecbursunuz. Ülke bir topluluk değil, birlikteliktir. Bu yüzden, ortak bir hakkaniyet olmadan gerçek bir ülke var olamaz. Hakkaniyetin sınıflar, ayrıcalıklar ve eşitsizliklerle ihlal edildiği bir yerde gerçek bir ülkeden bahsedilemez. Güçlerin bir bölümünün harekete geçtiği yerde bireyin yetkileri ya geçersiz kılınır ya da faaliyet gösteremez, herkes tarafından tanınan, kabul edilen ve geliştirilen ortak bir ilkenin olmadığı yerde ise, gerçek bir millet ve insanlar yoktur; ancak orada, şartların bir araya getirdiği ve aynı şartların yeniden bölebileceği bir kalabalık, tesadüfen bir araya gelmiş bir topluluk vardır. Sevgi adına, ülkenizi sırtlanmalı, barışçıl bir şekilde ve yorulmadan, size hayat veren topraklarda ayrıcalıklara ve eşitsizliğe karşı savaşmalısınız.
Yasal olan sadece bir ayrıcalık vardır; o da erdemle beraber ortaya çıkan dehanın ayrıcalığıdır. Fakat bu ayrıcalık Tanrı tarafından verilmiştir ve sizler bunu kabul edip telkinlerinin peşinden gidersiniz; bunu kendi mantığınız ve seçiminizle özgürce yaparsınız. Sizden güce, mirasa ve herkesin sahip olduğu hakkaniyetten farklı bir hakkaniyete teslim olmanızı bekleyen her ayrıcalık, direnmek ve yok etmek zorunda olduğunuz bir gasp ve tiranlıktır.
Ülkeniz tapınağınızı olsun. Zirvede Tanrı ve içinde eşit insanlarıyla…
Aynı şekilde, ülkenizi ve kendinizi lekelemeyecekseniz, başka bir formülü veya ahlak kuralını kabul etmeyin. İkincil durumdaki kanunlarınız olsun ama bu yüce kanunun gelişen uygulamasının varlığınızın aşamalı yönetmeliği olmasını sağlayın. Kanunlar ancak bu şekilde olabildikleri için hepinizin bunları düzenleme amacını gütmeniz gerekiyor. Sadece bir kısım vatandaşın bir araya gelmesiyle düzenlenecek kanunlar, asla, doğal olarak, bu kişilerin düşünceleri, emelleri ve arzularının dışavurumu ve ülkenin değil, ülkedeki bir bölgenin veya bir sınıfın üçüncü veya dördüncü kesiminin temsili olmaktan öteye gidemez.
Kanunlar, evrensel isteklerin dışavurumu olmalı ve evrensel faydayı artırmalıdır. Milletin bir kalp atışı gibi olmalıdır. Tüm halk, doğrudan ve dolaylı olarak tasdik etmelidir.
Bu görevi bir gurubun ellerine bıraktığınızda, tüm sınıfların birliği olan ülkenizi bir sınıfın egoistliğine teslim etmiş olursunuz.
Ülke sadece bir toprak alanı değildir. Gerçek bir ülke, kendisinin meydana getirdiği ideadır; sevgi düşüncesi ve o toprağın evlatlarını tek bir yerde buluşturan birliktelik duygusudur.
Kardeşlerinizden birinin, milli yaşamın gelişiminde, kendisini temsil edecek oy hakkına sahip olmaması, başkaları eğitim alırken birisinin cehalet içinde büyümeye terk edilmesi, çalışmaya yetkin ve buna istekli olan birisinin yoksulluk içinde yapacak iş bulma arzusunun kaybetmesi halinde, herkesin olan ve herkes için olan bir ülke anlamında bir ülkeniz yoktur demektir.
Eğitim, emek ve oy hakkı, bir milletin üç temel ayağıdır. Bunları kendi emeğiniz ve çabalarınızla, güçlü temellere oturtmadan geriye çekilmeyin.
Kardeş milletleri sakın inkâr etmeyin. Ülkenizdeki hayatın, güzellik ve güç içerisinde, aşağı korkulardan ya da şüphelerden uzak bir şekilde gelişmesi sizin asıl amacınız olsun. Bu ülkenin temeli insan; rehberi, mantıklı ve enerjik bir şekilde uygulanan dini inancın ilkelerinin sonuçları; gücü, herkesin birleşmiş gücü, amacı da Tanrı tarafından verilen görevin yerine getirilmesi olmalıdır.
İnsanlık için ölmeye hazır olduğunuzda, ülkenizdeki hayat ölümsüz olacaktır.
* Emilie Ashurst Venturi, Joseph Mazzini, Bir Anı, Londra, Alexander & Shepheard, 1875, s. 312-17.