Eros ve Thanatos*
Bizi, analiz sırasında dirençle karşılaştığımızda, mümkün olan tüm vasıtalarla iyileşmeye karşı kendisini savunan ve hastalık ve acıya inatla sarılan bir güç olduğunu hissetmekten daha fazla şaşırtan bir şey yoktur. Bu gücün bir kısmının suçluluk duygusu ve ceza ihtiyacı olduğunu tespit etmiştik, şüphesiz bu doğrudur; bunun egonun süper-ego ile olan ilişkisiyle ilgili olduğunu görmüştük. Ancak bu gücün içindeki öğelerden sadece bir tanesidir, süper-ego ile fiziksel bir bağı olduğu ve bizim bu yüzden algıladığımız söylenebilir. Aynı gücün, bağlı veya özgür, başka parçaları da zihnin tespit edilemeyen bölgelerinde faaliyet halindedir. Birçok insanda mevcut olan mazoşizm fenomeniyle oluşturulan, negatif terapatik tepkilerden ve nevrotik suçluluk hissini gösteren resmin bütününü incelediğimizde zihinsel süreçlerin sadece zevk elde etme uğraşı tarafından yönetildiği yönündeki inancımızı terk etmek zorunda kalırız. Bu fenomenler, amacı doğrultusunda agresif veya yıkısı içgüdüler olarak adlandırdığımız ve canlı maddenin ilkel ölüm içgüdüsünden türeyen bir gücün varlığının açık göstergeleridir. Bu bir iyimser ve ona karşılık kötümser yaşam teorileri sorunu değildir. Yaşamsal fenomenlerin çeşitliliği, sadece biriyle veya öbürüyle değil, iki ilkel içgüdünün – Eros ve ölüm – eşzamanlı veya karşılıklı eylemleri sayesinde açıklanabilir. (...)
Ölüm, yok etme ve saldırı içgüdüsünün, libidoda ortaya çıkan Eros ile eşit bir ortaklığa sahip olduğu düalist teorinin çok az genel kabul gördüğünün ve psikanalistler arasında pek de yer bulamadığının farkındayım. Ancak yakınlarda antik Yunanın büyük düşünürlerinden birinin de böyle bir teoriyi kabullendiğini görmek beni aynı oranda çok mutlu etti. (...)
Empedocles’in ilgi göstermemiz gereken teorisi, içgüdüler konusundaki psikanalitik teoriye en yakın teorilerden biri. (...)
Yunanlı filozof evrenin ve zihnin yaşamını kontrol eden iki prensip olduğunu ve bu prensiplerin birbiriyle ebedi bir çelişki içinde olduğunu söylüyordu. Bunları sevgi ve nifak olarak adlandırıyordu. “İçgüdüler gibi doğal güçler ve asla bilinçli amaçlara sahip zekâlar değiller” diye tanımladığı bu güçlerden birinin dört elementin atomlarını tek bir birlik haline getirmek için çabaladığını, diğerinin de bu bileşimleri parçalamaya ve atomları elementlerine ayırmaya çalıştığını açıklıyordu. Empedocles dünyanın gidişatını bu iki temel güçten birinin zafer kazandığı dönemlerin sürekli, hiç bitmeyen bir değişimi olarak görüyordu; bazen sevgi bazen de nifak görevini yerine getirip evreni yönetiyordu, onun ardından ise mağlup olan güçleniyor ve tekrar zafer kazanıyordu.
Empedocles’in iki temel prensibi – sevgi ve nifak – hem adları hem de işlevleri açısından bizim iki ilkel içgüdümüz olan Eros ve yıkıcılıkla aynıdır; ilki mevcut fenomenleri daha büyük birleşmeler haline getirmek için çabalar, ikincisi ise bu birlikleri dağıtmak ve oluşturduğu yapıları yıkmak için uğraşır.
* Sigmund Freud, Toplu Makaleler, çeviren Joan Riviere, cilt V, s. 345-346, 348-350. The Hogarth Press Ltd. and Basic Books, Inc.