Endişe Çağı*
Aşağıdaki üç seçki bir ilahiyatçının (Paul Tillich), bir psikiyatrisin (Franz Alexander) ve bir filozofun (C. E. M. Joad) Batı düşüncesinde ve kültüründeki mevcut değişmelere dair derin endişelerine ışık tutar. Yirminci yüzyılın en etkili ve sözü geçen Protestan teologlarından biri olan Paul Tillich (1886-1965), dört Alman üniversitesinde aldığı akademik görevlerin ardından, 1933’te ABD’ye gitmiştir. Aşağıdaki alıntıların yer aldığı, Var Olmak Cesareti adlı eser, Yale Üniversitesi’nde verilen Terry Derslerinin notlarından oluşmuştur.
(…) Mevcut dönemin sosyolojik analizleri, bir grup olgusu olarak endişenin önemine dikkat çekmiştir. Edebiyat ve sanat eserlerinde endişeyi hem içerik hem de üslûp açısından bir ana tema haline getirmiştir. Bunun sonucunda, en azından eğitimli gruplar, kendi endişelerinin farkına varmışlardır; fikir ve endişe sembolleriyle toplum bilincine nüfuz etmişlerdir. Bugün çağımızı “endişe çağı” olarak adlandırmak malumu ilam haline gelmiştir. Bu durum Amerika ve Avrupa için eşit düzeyde geçerlidir. (…)
(…) Var olmayanın var olanı tehdit ettiği üç yönü esas alarak, ben endişenin üç türde tanımlanması önerisinde bulunuyorum. Var olmayan, insanın varlıksal (ontolojik) öz-olumlamasını, göreceli olarak inanç ve mutlak manada ölüm açısından tehdit eder. İnsanın ruhsal öz-olumlamasını, göreceli olarak boşluk ve mutlak manada anlamsızlık açısından tehdit eder. İnsanın ahlaki öz-olumlamasını, göreceli olarak suçluluk ve mutlak manada kınanma açısından tehdit eder. Bu üç katmanlı tehdidin idraki, üç biçimde ortaya çıkar: kader ve ölüm (kısaca, ölüm endişesi), boşluk ve anlamdan yoksunluk (kısaca, anlamsızlık endişesi), suçluluk ve kınanma (kısaca, kınanma endişesi). Bu üç türde, endişe, sıradan varoluşa ait olması ve nevrotik (ve psikotik) endişede olduğu gibi normal olmayan bir zihinsel duruma ait olmaması açısından varoluşsaldır. (…)
Anlamsızlık endişesi, bütün amaçlara anlam katan bir üst düzey amaç kaygısının kaybedilmesidir. Bu endişe, ruhani bir merkezin eksikliğinin ve varoluşun anlamı sorusuna – her ne kadar simgesel ve dolaylı olsa da - bir cevap eksikliğinin sonucunda ortaya çıkmıştır. (…)
Endişenin üç türü arasındaki fark, Batı medeniyeti tarihince desteklenmektedir. Eski Çağ Uygarlığının sonunda, varoluşsal endişenin, Orta Çağın sonunda ahlaki endişenin ve modern çağın sonunda ruhsal endişenin baskın olduğunu görmekteyiz. Ancak bir türün baskınlığına rağmen, diğerleri de mevcut ve etkili olmaktadır. (…)
Mutlakıyetin çöküşünün, liberalizmin ve demokrasinin gelişmesi, teknik uygarlığın bütün düşmanlarına karşı elde ettiği zaferle yükselmesi ve kendisinin parçalanmaya başlaması… Bunlar endişenin üçüncü ana dönemi için öne sürülen sosyolojik varsayımlardır. Ruhsal var olmamanın tehdidi altındayız. (…)
Endişenin üç ana döneminin bir çağın sonunda ortaya çıkması manidardır. Eğer alışılmış değer, güç, inanç ve düzen yapıları dağılırsa, her bireyde değişik biçimlerde, potansiyel olarak mevcut olan endişe yaygınlaşır. Yürürlükte oldukları sürece bu yapılar, katılım vasıtasıyla koruyucu bir cesaret sistemi içinde endişeyi bağlı tutarlar. Böylesi bir sistemin kurumlarında ve yaşam şekillerinde yer alan kimse, kişisel endişelerinden bağımsız hale gelmemiştir, ancak bilinen yöntemlerle onların üstesinden gelme yollarına sahiptir. Büyük değişiklik dönemlerinde, bu yöntemler artık sonuç vermez. Sıklıkla yeni yollar kullanarak varlığını sürdürmeye çalışan eski ve eskinin iç gücünü zayıflatan yeni arasındaki çatışmalar, her yönde endişe yaratır. Böylesi bir durumda, var olmamanın kâbusun iki türünü andıran iki farklı yüzü vardır (Belki de bunlar, bu iki yüzün idrakinde olmanın bir ifadesidir). Birinci tür, kaçmanın imkânsızlığının ve tutsak olma korkusunun yok edici darlığının endişesidir. Diğeri ise, kişinin düşecek bir yeri bile olmadan düştüğü sonsuz, biçimden yoksun uzayın yok edici genişliğinin endişesidir. Bu anlatılanlara benzer sosyal durumlar, hem çıkışı bulunmayan bir tuzağın hem de karanlık, bilinmeyen bir boşluğun özelliklerini taşır. Aynı gerçekliğin iki yüzü, kendilerine bakan her bireyin gizli endişesini ortaya çıkarmıştır. Bugün pek çoğumuz onlara bakmaktayız.
* Paul Tillich, Var olmak Cesareti, 1952, s. 35, 41, 47, 57, 61-3.