Enchiridion*
IV. Bölüm: Laurentius tarafından ortaya atılan sorular.
İnsanoğlu için hayatın gerçek sonu nedir, çeşitli sapkınlıkların hangilerinden uzak durmak gerekir, din ne dereceye kadar akıl tarafından desteklenir, sadece inanç mevcutsa aklın hangi yönleri inancı desteklemez, dinin amacı nedir, doktrinin tümünden ne sonuç çıkartılır, Katolik inancının emin ve doğru temeli nedir gibisinden soruların cevabını içeren ve her zaman yanında bulundurabileceğin bir el kitabı yazmam konusunda sabırsız olduğunu söylüyorsun.
Aslında inancın, ümidin ve sevginin doğru nesnelerini ayrıntılı biçimde bilsen bu soruların tümünün cevabını da şüphesiz bilirdin. Çünkü bunlar dini kaygıların temel, hatta yegâne nesneleridir. Bunların aleyhine konuşan ya Hz. İsa’nın adına tamamen yabancıdır veya kâfirdir. Bunlar, başlangıç noktası bedensel duyular veya aklın sezişleri olan bir akıl tarafından savunulmalıdır. Tecrübe etmediğimiz veya bedensel duyularla hissetmediğimiz, akıl yoluyla da erişemediğimiz şeyler konusunda da şüphesiz maddi duyular veya zihinsel sezgi sayesinde ve ilahi yardımın inayetiyle sorgulanan konuları bilen veya öngören Kutsal Kitap yazarlarının şahadetine inanılmalıdır.
V. Bölüm: Bu sorulara kısa cevaplar.
Ayrıca akıl, sevgiden kaynaklanan inancın ilk öğeleri ile doldurulunca, hayatın saflığı ile o fikre ulaşmaya çabalar – kalbi saf ve mükemmel olanlar, tamamı görülse üstün bir mutluluk verecek olan o söylenemeyen güzelliği bilir. Burada elbette başlangıç noktası ve amaç ne olmalıdır hakkındaki soruna bir cevap vardır: İnançla başlarız ve fikir ile mükemmelleşiriz. Bu aynı zamanda doktrinin tümüdür. Ancak Katolik inancın emin ve doğru temeli Hz. İsa’dır. Havarilerden biri şöyle der: “Çünkü hiç kimse atılan temelden, yani Hz. İsa Mesih’ten başka temel atamaz” (1. Korintliler, 3:11).
VII. Bölüm: İnanç, umut ve sevgiyle hareket etmeyi talep eden Efendimizin Duası ve İtikat.
İtikadınız var ve Efendimizin duasını biliyorsunuz. Duyduklarınız veya okuduklarınız içinde daha özet olan ne var? Daha kolay akılda tutulacak ne var? Eğer bir günah neticesinde insan ırkı büyük bir ıstırap altında inliyorsa ve acilen kutsal merhamete ihtiyaç duyuluyorsa, Tanrı’nın inayetini önceden gören peygamberlerden biri şunu bildirir: “O zaman Rabb’e yakaran herkes kurtulacak” (Yoel, 2:32). Efendimizin duası bu yüzden önemlidir. Ama bu inayeti övmek için Kutsal Kitap’tan alıntı yapan havari hemen eklemiştir: “Ama iman etmedikleri kişiye nasıl yakaracaklar?” (Romalılar, 10:14). İtikat bu yüzden önemlidir. Burada şu üç lütuf örneklendirilmiştir: İman itikat eder, ümit ve sevgi dua eder. Ama iman olmadan son ikisi mevcut olamaz, bu yüzden imanın da dua ettiğini söyleyebiliriz. Bu yüzden şu yazılmıştır: “Ama iman etmedikleri kişiye nasıl yakaracaklar?” (Romalılar, 10:14).
IX. Bölüm: Neye inanmalıyız? Doğa söz konusu olduğunda, Hıristiyanların her şeyin sebebinin Yaratıcı’nın iyiliği olduğunu bilmekten fazlasını bilmeye ihtiyacı yoktur.
Din söz konusu olduğunda neye inanmamız gerektiği sorulduğunda Greklerin “physici” dediği eşyanın tabiatını incelemek gerekli değildir; Hıristiyanların elementlerin gücü ve sayısı hakkında ilgisiz olması ihtimaline karşı tetikte durmanız gerekmez – gök cisimlerinin hareketi, düzeni ve yörüngeleri; göğün biçimi; hayvanların, bitkilerin, taşların, kaynakların, nehirlerin ve dağların türleri ve doğaları; kronoloji ve mesafeler; yaklaşan fırtınaların işaretleri ve o filozofların buldukları veya bulduklarını düşündükleri binlerce diğer şey. Bu adamlar bile, bunca zekâyla donatıldıkları, hevesle dolu oldukları, bolca boş zamana sahip oldukları, insani akıl yürütmelerin yardımıyla bazı şeylerin izini sürüp bazılarını da tarih ve tecrübe yardımıyla buldukları halde her şeyi bulamadılar ve abartılan keşiflerinin çoğu kesin bilgiler olmaktan çok tahmindir. Bir Hıristiyan için, ilahi veya dünyevi, görünür veya görünmez yaratılan her şeyin tek yaradılış sebebinin Yaratıcının, yani tek gerçek Tanrı’nın iyiliği olduğuna inanmak yeterlidir; varlığı O’ndan türememiş kendisinden başka hiçbir şey yoktur; yani o Üçleme’dir; Baba’dır, Baba’dan olan Oğul’dur ve aynı Baba’dan gelen ama Baba’nın ve Oğl’un ortak ruhu olan Kutsal Ruh’tur.
XXVL. Bölüm: Âdem’in günahı yüzünden tüm gelecek nesiller yozlaştı ve onun maruz kaldığı ölüm cezasıyla doğdular.
Bu yüzden, günahından sonra Âdem sürgüne gönderildi ve bu günah nedeniyle kökü ondan gelen bütün bir soy yozlaştı ve ölüm cezasına çarptırıldı. Böylece onun ve onu günaha iten kadının soyundan gelenler, onunla birlikte mahkûm olanlar -hayvani şehvetin çocukları olarak itaatsizliğin cezasını çekenler- da o ilk günahla lekelendi ve türlü hata ve elemler vasıtasıyla; düşmüş meleklerle, onları yozlaştıranlarla ve onların efendileriyle ve bu feci akibetin iştirakçileriyle birlikte çekecekleri nihai ve sonsuz cezaya sürüklendiler. Böylece, “Günah bir insan aracılığıyla, ölüm de günah aracılığıyla dünyaya girdi. Böylece ölüm bütün insanlara yayıldı. Çünkü hepsi günah işledi.” (Romalılar, 5:12). Şüphe yok ki Havari burada, “dünya” derken tüm insan soyunu kastediyor.
XXVII. Bölüm: Âdem’in günahının insanoğlunu düşürdüğü sefil durum ve Tanrı’nın merhameti sayesinde durumun düzelmesi.
Bu sebeple sorun devam ediyordu. İnsan soyunun tümü mahkûm edilmişti, sefalet içinde çırpınıyorlardı, bir kötülükten diğerine sürükleniyorlardı ve düşmüş meleklerin tarafında olduklarından o günahkâr isyan yüzünden hak ettikleri cezayı çekiyorlardı. Kötülerin hangi sebeple olursa olsun serbestçe kör ve azgın heveslerini takip etmesi ve aksi yöndeki iradelerine rağmen bu açık ceza yüzünden acı çekmeleri açıkça Tanrı’nın adil gazabının sonucuydu. Ancak Yaratıcı’nın iyiliği, kötü meleklere yaşam ve yaşama gücü vermekten (bu güç olmadan varlıkları kısa sürede sona ererdi) veya hüküm giymiş ve yozlaşmış bir soydan gelen insanlık söz konusu olduğunda onların tohumlarına biçim ve hayat vermekten; o soydan gelenleri biçimlendirmekten, dünyanın farklı yerlerinde ve hayatlarının farklı dönemlerinde onları mutlu etmekten ve ihtiyaç duydukları gıdaları ihsan etmekten asla vazgeçmedi. Çünkü kötülüğün içinden iyiliği çıkarmanın ve sonra hiçbir kötülüğün var olmasına izin vermemenin daha iyi olacağına hükmetti.
XXXIII. Bölüm: Doğaları gereği gazabın çocukları olan insanlar bir arabulucuya ihtiyaç duydular. Tanrı ne anlamda öfkelidir?
(...) Şimdi, insanlar ilk günah yüzünden bu gazabın etkisi altındayken ve bu ilk günah, üzerine eklenen fiili günahların sayısından ve büyüklüğünden oran olarak çok daha ağır ve ölümcül olduğundan bir arabulucuya ihtiyaç vardı; yani tüm kanunların ve peygamberlerin kurbanlarına benzer, bu gazabı kaldıracak bir kurban önererek barışma sağlayacak birine. Bu yüzden havari şöyle demiştir: “Çünkü biz Tanrı’nın düşmanlarıyken Oğlunun ölümü sayesinde O’nunla barıştıysak, barışmış olduğumuz için Oğlunun yaşamı sayesinde kurtulacağımız çok daha kesindir.” (Romalılar, 5:10). Eğer Tanrı kızgınsa ona kızgın bir adamın zihnindekine benzer hastalıklı bir duygu atfedemeyiz, ama O’nun günah karşısındaki memnuniyetsizliğini insan duygularına benzetmek suretiyle aktararak “kızgınlık” olarak adlandırırız. Ama bir arabulucu sayesinde Tanrı ile barışmış ve Kutsal Ruh’u almış olmamız ve düşmanken oğullar olarak kabul edilmemiz (“Tanrı’nın Ruhu’yla yönetilenlerin hepsi Tanrı’nın oğullarıdır”) (Romalılar, 8:14): İşte bu Tanrı’nın, Efendimiz Hazreti Hz. İsa vasıtasıyla, inayetidir.
LVI. Bölüm: Kutsal Ruh ve Kilise. Kilise, Tanrı’nın mabedidir.
Şimdi Hz. İsa’dan, Efendimizden, Tanrı’nın tek oğlundan bahsetmişken, inancımıza dair itiraflara uygun bir kısalıkta şunu söyleyerek devam etmeliyiz; Kutsal Ruh’a da inanıyoruz – böylece Tanrı’yı meydana getiren Kutsal Üçleme’yi tamamlıyoruz. Sonrasında Kutsal Kilise’den bahsetmeliyiz. Bağımsız Kudüs’ü teşkil eden maharetli hilkatin konuşma sırasında Yaratıcı’dan ve Kutsal Üçleme’den sonra gelmesi gerektiğini anlıyoruz: Çünkü Hz. İsa hakkında tüm söylenenler elbette tek başına yaratılmış olan kişinin birliğine göndermede bulunur. Bu yüzden O’nun evi olan ve O’nun içinde oturduğu; sahibi olan Tanrı’nın mabedi ve inşa edenin evi olan Kilise, itikadın doğru sıralamasında Üçleme’den sonra gelmelidir. Burada Kilise’nin tümünü, yani sadece dünyada bir yabancı olan yolcuların güneşin doğuşundan batışına kadar Tanrı’nın adını övdükleri ve o eski esaretten kurtuluşu anlatan şarkılar söyledikleri kısmını değil; yaratılıştan itibaren cennetteki Tanrı’nın yanında duran ve bir düşüş neticesinde sefaleti yaşamamış olan kısmını da anlamalıyız. Bu ikinci kısım, kesintisiz mutluluğun keyfini çıkaran kutsal meleklerden oluşur ve (görevlendirildiği üzere) yabancılar arasında gezinen kısma yardım eder; çünkü bu iki kısım ebediyet yoldaşlığında bir olacaktır ve şimdi de sevgi bağı sayesinde birdir, ikisi de Tanrı’ya ibadet üzere mukadder kılınmıştır.
LXIV. Bölüm: Günahların affı, suçtan azade olmalarına rağmen günahtan azade olmayan azizlerin ölümlü hayatlarının tamamını kapsar.
Ama melekler, günahlarımız bağışlandığı için, şimdi bile bizimle barış içindedir. Bu yüzden, itikat sırasına göre Kutsal Kilise’nin zikredilmesinin ardından günahların affı gelir. Kilise bunun için dünyadadır: Bu sayede, önce kaybettiğimiz ve sonra bulduğumuzun bir kez daha kaybolması engellenmiştir. Çünkü doğumumuzla bize gelen ve yeniden doğum sayesinde kurtulduğumuz ilk günahın panzehiri olan vaftizin inayeti (ama bu inayet düşüncelerle, sözlerle ve amellerle işlenen tüm fiili günahları da temizler), yani asli veya fiili tüm suçlarımızın temizlendiği ve insanoğlunun yenilenmesinin sağlandığı bu büyük lütuf bir kenara bırakılırsa; akıl baliğ olduktan sonra hayatımızın geri kalanında günahların affedilmesi için sürekli farklı durumlar ortaya çıkar; ancak dürüst olursak ilerleyebiliriz. Çünkü bu ölümlü bedende yaşadıkları sürece Tanrı’nın oğulları ölümle çatışma halindedir. Onlar hakkında söylenen “Tanrı’nın Ruhu’yla yönetilenlerin hepsi Tanrı’nın oğullarıdır,” (Romalılar, 8:14) sözü doğru olsa da, Tanrı’nın Ruhu tarafından yönetilseler de, Tanrı’nın oğulları kısmen kendi ruhları ve ayartılabilir bedenleri tarafından yönetilme kusuruna da sahiptir: Bu nedenle Tanrı’nın oğulları olarak insani duygularının etkisinde eski düzeylerine düşer ve günah işlerler. Ama bir fark vardır. Her suç günah olsa da her günah suç değildir. Bu nedenle, kutsal adamların bu ölümlü bedenin içindeki hayatlarında suç olmayabilir; ama havari Yuhanna’nın dediği gibi, “Günahımız yok dersek kendimizi aldatırız, içimizde gerçek olmaz.” (1. Yuhanna, 1:18).
LXV. Bölüm: Tanrı, pişmanlık duyma koşuluyla, Kilise kanunu tarafından belirlenen bazı zamanlarda günahları affeder.
Ama ne kadar büyük olurlarsa olsunlar suçlar da Kutsal Kilise tarafından affedilebilir ve günahının büyüklüğüne uygun biçimde içtenlikle tövbe eden hiç kimse Tanrı’nın merhametinden şüphe duymamalıdır. Günahkârı, Hz. İsa’nın vücudundan (Kilise, ç.n.) koparacak bir suç işlenmiş olsa da eğer pişman olunmuşsa, duyulan kederin miktarı geçen zamandan daha önemlidir; Tanrı, kırgın ve pişman bir kalbi hakir görmez. Ancak bir kalbin çektiği acı sıklıkla diğer kalplerden saklandığından ve sözlerle veya diğer işaretlerle diğer insanlara bildirilmediğinden; günahların affedildiği Kilise için, “İniltilerim senden gizli değil,” (Mezmurlar, 38:9) diyenlerin sesinin O’na ulaşması, Kilise’yi yönetenlerin pişmanlık anlarını tespit etmesi durumunda, yeterlidir. Kilisenin dışında günahlar affedilmez. Çünkü sadece Kilise, Kutsal Ruh’un taahhüdüne sahiptir, bu taahhüt olmadan günahlar affedilmez, en azından affedilenlere ebedi hayat sağlamaz.
LXXXIV. Bölüm: Bedenin dirilişi birçok soruya neden olur.
Bedenin dirilişine gelirsek, burada söz konusu olan diriliş, bazılarının tecrübe ettiği gibi bir süreliğine hayata dönmek ve yeniden ölmek değildir, Hz. İsa’nın bedeninin dirilişi gibi ebedi hayata dirilmekten bahsedilmektedir; bu konuyu hem kısaca açıklayıp hem de bu konudaki tüm sorulara nasıl tatmin edici yanıtlar verebilirim bilmiyorum. Yine de doğmuş ve doğacak, ölmüş ve ölecek tüm insanların bedenleri dirilecektir, hiçbir Hıristiyanın zihninde bu konuda şüphe olmamalıdır.
XCIX. Bölüm: Tanrı’nın merhameti karşılıksız olduğundan hükümleri de adildir ve reddedilemez.
Havari, Tanrı’nın merhametini övdükten sonra ‘Demek ki bu, insanın isteğine ya da çabasına değil, Tanrı’nın merhametine bağlıdır,” (Romalılar, 9:16) diyerek adaletini de över (merhamete mazhar olmayan kişi dahi kötülük değil adalet görür, çünkü Tanrı kötülük yapmaz) ve şunu ekler: “Tanrı Kutsal Kitap’ta firavuna şöyle der: Gücümü senin aracılığınla göstermek ve adımı bütün dünyaya duyurmak için seni yükselttim” (Romalılar, 9:17). Ardından hem merhameti hem de adaleti için geçerli bir sonuca varır: “Demek ki Tanrı dilediğine merhamet eder, dilediğinin yüreğini nasırlaştırır” (Romalılar, 9:19). Merhametinin sebebi yüce iyiliğidir, yürekleri nasırlaştırmayı ise adaletsiz biçimde yapmaz; bu yüzden ne affedilen kendi erdemleriyle onurlanır ne de suçlu bulunan kendi hatalarından başka bir sebep bulabilir. Bu nedenle aynı soydan gelen ve aynı azaba mahkûm olanlardan borcunu ödeyenleri kayıp ruhlardan ayıran sadece O’nun merhametidir.
CXI. Bölüm: Dirilişten sonra birbirinden bariz biçimde ayrılan iki krallık olacaktır: Biri ebedi mutluluğun diğeri de ebedi ıstırabın krallığı.
Ancak dirilişten sonra nihai ve evrensel hüküm verildiğinde sınırları bariz biçimde çizilmiş iki ayrı krallık olacaktır, biri iyilerden oluşan Hz. İsa’nın krallığı diğeri de kötülerden oluşan Şeytan’ın krallığı; her ikisinde de hem insanlar hem de melekler olacaktır. İlkinin günah işleme isteği, ikincisinin ise günah işleme gücü olmayacaktır ve her ikisi de ölümü seçemeyecektir; ancak ilki dürüstçe ve mutlu biçimde bir ebedi hayat sürerken ikincisi ölme gücüne sahip olmaksızın sonsuz ölüm içinde ıstıraplı bir varoluş içinde olacaktır – ne ölümün ne de yaşamın sonu olmayacaktır. Ancak ilk gruptakilerin mutluluğu arasında derece farkı olacaktır, bazıları diğerlerinden daha mutlu olacaktır; ikinci gruptakilerde ise ıstırap dereceleri farklı olacaktır, bazıları diğerlerinden daha fazla ıstırap çekecektir.
CXVIII. Bölüm: Hıristiyan hayatının dört aşaması ve Kilise tarihinde buna karşılık gelen dört aşama.
Cehaletin en karanlık derinliklerine batmışken insanlar bedensel isteklerine göre, akıllarıyla veya vicdanlarıyla mücadele etmeksizin rahat yaşıyorlardı, bu ilk aşamaydı. Ardından yasalar sayesinde günahı öğrendiler, ancak Tanrı’nın Ruhu yardım etmediğinden insanoğlu yasaya uygun yaşamak için gayret etmeye başladı, çabalarında engellerle karşılaştı ve bilinçli biçimde günah işlemeye başladı ve günahlarına yenilip onların kölesi oldu (Çünkü insan neye yenilirse onun kölesi olur (Petrus, 2:19)): Ve emirleri bilmenin etkisi şu oldu; günahları insanoğlunu bedensel arzulara sürükledi ve insanoğlu kasıtlı olarak günah işlediği için buna ilaveten bir de suçluluk duygusuna maruz kaldı ve Kutsal Yasa suç çoğalsın diye araya girdi (Romalılar, 5:20) ayetinin kehaneti doğrulandı. Bu insanoğlunun ikinci aşamasıydı. Ama eğer Tanrı insanoğlunu dikkate alıyorsa ve ona Tanrı’nın yardımına iman etmesini telkin ediyorsa ve Tanrı’nın Ruhu insanın içinde etkili oluyorsa, sevginin daha kudretli olan gücü bedensel arzuların gücüyle çatışmalıydı ve insanoğlunun doğasındaki bir güç ona karşı koysa da (çünkü bu hastalık tamamen iyileştirilmemişti) imanı sayesinde hayatı doğru ve -şeytani arzulara boyun eğmeyip kutsal olana duyduğu sevgiyle bunlara galip gelebildiği sürece- dürüst biçimde yaşıyordu. Bu ümitli insanın üçüncü aşamasıydı ve dindarlıklarını kaybetmeden yollarında ilerleyenler sonunda selamete kavuşacaklardı; bu hayat sona erdiğinde, ruhun dinlenmesi ve bedenin dirilişi ile bu selamet mükemmelleşecekti. Bu dört aşamadan ilki yasadan önceki dönemdi, ikincisi yasanın hükmü altındaki dönemdi, üçüncüsü inayet dönemiydi ve dördüncüsü tam ve mükemmel selamet dönemiydi. Bu nedenle O’nun insanlarının tarihi de her şeyi sayılara, ölçülere ve ağırlıklara göre düzenleyen Tanrı’nın isteğine göre düzenlenmişti.
* Aziz Augustine: Eserleri, Peder Marcus Dods (ed.) (Edinburgh: T. & T. Clark; 1871-7), IX. cilt, s. 177-81, 194-5, 200, 214-15, 220-1, 235, 244, 253, 257-8.
Aziz Augustine (354-430), Ambrose, Hieronymus ve Papa “Büyük” Gregorius ile birlikte Katolik Hıristiyanlığın dört büyük hocasından veya kilise babasından biri olarak tanınır. Yazdığı ciltler dolusu eserle Orta Çağ düşüncesi üzerinde çok büyük etkisi olmuştur. Latince retorik öğretmenliği kariyerinden Hıristiyanlığa dönüşünü ünlü eseri İtiraflar’da anlatmıştır. Tanrı’nın Şehri adlı eserinin de aralarında bulunduğu çok sayıda eser vermiştir. 421 yılında yazılan ve Orta Çağ döneminde geniş bir okuyucu kitlesi bulan Enchiridion adlı eseri Hıristiyan doktrininin “el kitabı”dır ve Hıristiyan epiğinin özü sayılır.