I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Dinde Huzur*

Leonard Busher

Leonard Busher (doğumu, 1571?) kendisini “Londralı bir vatandaş” olarak tanımlar. Busher, muhtemelen Dominic Busher isimli bir Valon4 mültecinin oğluydu. Dinde Huzur: Ya da Vicdan Özgürlüğüne Dair Bir Savunma (Religious Peace; or, a Plea for Liberty of Conscience) adlı eserini yazdığı zaman, İngiltere’den sürgün edilmiş bir Vaftizci olarak Hollanda’da yaşamaktaydı. Kitap I. James ve İngiliz Parlamentosu’na ithaf edilmişti. Bu eserin sadece kendi grubundakiler için değil, bütün insanlar için kayda değer bir dini özgürlük savunması olduğu kabul edilmektedir.

Majesteleri ve parlamento görsün ki, aşağıdaki gerekçelerde apaçık görüldüğü gibi, ateş ve kılıçla prensleri ve halkları İncil’deki tek doğru dine ulaşmalarını engellemek, Hz. İsa’nın aklına ve merhametli yasalarına tamamen karşıdır, hem kral hem devlet için bir tehlike, Hz. İsa’nın krallığını ortadan kaldırmak için bir araç, Hz. İsa karşıtlarının krallığını büyütmek için bir yöntemdir.

(Zira) krallar ve piskoposlar rüzgâra hükmedemedikleri gibi, kadere de hükmedemezler. (…) İnsanları vicdanlarının aksine kiliseye gitmeye zorlayabilirsiniz, ancak onlar kiliseye geldiklerinde eskiden inandıkları şeylere inanmaya devam edecektir. Çünkü Tanrı yalnızca kendi buyruklarını kutsamış, Hz. İsa karşıtlarının buyruklarından nefretle uzak durmuştur. (…)

Büyük İmparator Konstantin’in Roma Piskoposu’na hiç kimseyi iman etmeye zorlamayacağını, sadece nasihatini verip Tanrı’nın takdirine bırakacağını yazdığını okudum. Hz. İsa’nın krallığı sadece bu dünyada değildir, o yüzden bu dünyanın silahlarıyla ne satın alınabilir ne de savunulabilir; sadece onun Sözü ve Ruhuyla olur bu. O, manevi krallığı olan kilisesine bundan başka bir silah vermemiştir. Bu yüzden Hz. İsa demiştir ki: Kiliseyi duymayan her kimse, bırakın o sizin için dinsiz ya da meyhaneci olsun. Hz. İsa, onlar yakılsın, sürgün edilsin, hapse atılsın, dememiştir; bunların hepsi Hz. İsa’ya karşı olanların buyruklarıdır. Ola ki adamın biri kâfirdir, bu, adam yakılacak demek değildir, ancak birinci ya da ikinci ihtardan sonra kiliseden atılacak, yani ihraç edilecektir.

Ama Roma Kilisesi’nde olduğu gibi her insan zulüm yoluyla oradaki piskopos ve papazlar tarafından kiliseye gitmeye zorlanmaktadır; işte İngiltere Kilisesi’nde de durum budur. Bu göstermiştir ki, insanları imanda ve kilisede bir araya getirmede Roma ve İngiltere’deki piskoposlar ve papazlar tek bir ruhtur. Bu ruh ise Şeytan’ın ruhudur. (…) Buğdayın içinde burçaklar büyüdüyse, Hz. İsa hasat zamanına kadar serbest bıraktırır onları, siz burçakları toplayayım derken onlarla buğdayı da söküp atmayasınız diye. Atalarınızın yaptığı buydu işte, onlar zannediyorlardı ki burçakları topladılar ve yaktılar. Ama siz şimdi görüyorsunuz, onların burçakların yerine buğdayı yakmış olduğunu. Bundan dolayı bütün tevazuum ve Hıristiyan kalenderliğiyle ben de doğrularım ki, atalarınızın kullandığı zulmün gayrimeşru orağıyla majesteleri ve parlamento o yabani otları temizlemeyi devam ettirmektedir. Öyle çok buğday söküp atılmış, öyle çok burçak kalmıştır ki geride, kalan buğday topluluğunu artık göremezsiniz bile.

Zulme karşı belli başlı gerekçeler

(…)

Sekiz- Vicdan özgürlüğü olmayacaksa ve zulüm işe koşulacaksa, o zaman kralın bütün tebaası ve ülkede yaşayan, papaya iman etmek zorundaki adamları özgür bir ülkeye gitmek üzere ülkeden ayrılmak zorundadır; aksi takdirde yakılma, sürgün, asılma ve hapse atılmaya katlanacaktır. Birincisi olursa ülkemizde büyük bir yoksulluk ve zayıflama meydana gelir, bununla birlikte en sadık tebaa ve dostları kaybederiz. İkincisi olursa sadık kullarının, elçilerinin ve şahitlerinin kanının dökülmesi Efendimizi bize karşı hiddetlendirir; üstelik ülkemizdeki şiddetli ve kanlı zulmü bol ağıtlı bir şekilde ellerin diline düşürür.

Dokuz- Zira zulüm devam ederse birçok insan mahkemelerde, şehirlerde ve köylerde hem otorite hem yetki bakımından kral ve devletten kendi kontrollerinin dışında uzaklaşır.

Ve kral ile parlamento bütün Hıristiyanları, evet, Yahudileri, Türkleri ve paganları huzuru bozmadıkları ve fesatçı olmadıkları sürece yukarıda anlattığımız gibi kabul etsin. Eğer ki iki ya da üç kişinin şahitliğinde bunu yaptıkları tespit edilirse, Tanrı’nın dedikleri doğrultusunda cezalarını çeksinler. Yine yalancı, iftiracı, ithamcı oldukları ya da Kutsal Kitap’tan ya da başka kişilerin yazdıklarından sözde alıntılar yaptıkları saptanırsa -bazılarının kasten yaptığı gibi- hak ve adalet çerçevesinde cezalandırılsınlar, hak ettiklerini bulsunlar, zulüm olmasın. Tanrı’nın sözü bütün bunların hepsinin önüne özgürce geçsin, hatta yaşamlarının sonuna kadar, bütün cömertlikleriyle, uzun süreyle tahammül etsinler ve sabretsinler. Bilsinler ki, dinsizleri ve günahkârları tövbeye ve ıslah olmaya yöneltmek, onları aldatan, kandıran Şeytan’ın kapanından kurtarabilmek için Tanrı’nın cömert merhameti bunu emretmiştir.

Bundan başka, yücelerin yücesi majestelerinden ve parlamentodan, zulmün apostol kilisesinin ilk başta dağılıp Kilise Hz. İsa karşıtlarının, piskoposlarının, onların papazlarının ve havarilerinin gazabından ve zorbalığından kaçarken bakir yerlere, yani yeryüzündeki çöllere sürüklenmesine yol açtığını görmelerini istirham edeceğim. Bu şahsiyetler İncil adı altında zulmü ilk ortaya atanlar idi. Bu yüzden majesteleri ve parlamentodan düşünmelerini rica ediyorum; zulüm devam ettikçe apostol kilisesi de dağılmaya ve dünyanın sır yerlerine sığınmaya devam edecektir. O kilisenin imanı ve otoritesi, Hz. İsa karşıtlarına ve onların piskopos papazlarına tıpkı eskiden olduğu kadar iğrenç ve tatsız gelecektir; günümüzde bile yakmaları, sürgün etmeleri, asmaları, hapse atmaları buna şahitlik etmektedir. (…)

Lakin aşağıdakilere benzer kurallara uyulduğu müddetçe vicdani özgürlük ve İncil’in hürriyeti asla krala ve devlete karşı tehlike teşkil etmez. (…)

7. Daha fazla huzur ve sükûnet, farklı dinlere mensup çok sayıdaki aciz ve basit insanın mutluluğu için her insanın ya da insanların, evet, Yahudiler ve Katoliklerin dinle alakadar her konuda birilerine karşı ya da taraftar olarak bir şeyler yazması, görüşmeler yapması, gerekçeler belirtmesi, basması ve yayımlaması, kanıt sağlamak üzere pederleri değil, daima yalnızca Kutsal Kitap’ı öne sürdükleri sürece meşru olsun.

Birbirlerini ya da başkalarını karalayıp ayıplamadığı sürece kendi iyilikleri için bütün sevgi, nezaket, barışseverlikleriyle Tanrı’nın görkemini birbirlerine anlatsınlar, kralı ve devleti şereflendirsinler.

O halde niye doğruyu bilenler ile doğruya varabilecekler hatalardan korksun? Görüyoruz ki doğru, yanılmanın karanlık ve tehlikeli yollarını keşfeder, açık kitaplardan uzak olmasına rağmen, tıpkı ışığın karanlık ve tehlikeli yerleri ortaya çıkarması gibi, açık yollardan uzak olmasına rağmen. Yollar ne kadar tehlikeli ve karanlıksa, seyahat boyunca ışığın bulunması o kadar lazımdır; öyleyse hatalar ne kadar karanlık ve tehlikeli olursa, doğrunun da o kadar gerekli ve yararlı olduğu görülecektir cennete giden yolda.

Fakat bazı kişiler karşı çıkıp diyebilir ki, “Tehlikeleri gün ışığına çıkarmak akla mantığa sığmaz, çünkü o zaman pek çok insan bu hatalara düşebilir, gün ışığına çıkarılmazlarsa bilinmezler.”

Cevap veriyorum: Suyun altında saklı, gün ışığına çıkarılmak istenen bir kayayı düşünün ki, önceden bu kayaları bilmedikleri halde birçok insan bunlara gemisini çarpabilir, böylece tökezleyip devrilebilir. Bu yüzden pek kimsenin bilmediği denizlerdeki bir kaya misali birçok insan bunları ortaya çıkarmak uğruna bunlara takılıp düşüyor, böylece hem malları hem de adamları helak oluyor. Bundan dolayı hatalar birçoklarınca bilinmediği halde ortaya çıkarılmaları uğruna bunlara takılıp düşüyor birçok insan, hem bedenlerini hem ruhlarını mahvediyor ki, ikincisinin mahvı daha acıklıdır. Ve yine denizlerdeki kayaların kendilerini göstermesi gibi hatalar da kendilerini gösterir, böyle böyle daha çok yaklaşılır cennete. Sizler anlayacaksınız ki, Tanrı’nın sözünün ışığına çıkarılan hatalar, meşalenin önünde karanlığın yok olması gibi yok olup gidecektir. Kepek rüzgâra karşı nasıl duramıyorsa, hata da doğrunun önünde dayanamaz. Bu yüzden gerçekten sapmış, cennetin limanında sığınan bütün kayaların ortaya çıkarılıp açıklanmasında hiçbir mani yoktur. (…)

(İyi kalpli piskoposlar başka sebeplere de dayanarak dinde hoşgörüyü şöyle savunabilirler,) “Ekselanslarının hâkimiyeti altındaki yerlerde hem majestelerine hem de tebaasına, vicdan özgürlüğü arayışı yüzünden başka yerlere gitmeye zorlanmış olan Yahudiler ve herkesle yaptıkları ticari işler yoluyla bundan yarar gelecektir.” (…)

O halde, tebaasının dininden farklı diye kral canının alınmasını istemeyeceğine göre, kral da dinleri onunkinden farklı diye tebaanın canını almasın. Birilerinin vicdanınıza aykırı bir dine sizi zorlamalarını siz nasıl istemezseniz, siz de onların vicdanına aykırı bir dine onları zorlamayın. Tanrı’nın sözüyle krallarının ve devletlerinin dinini değiştirmesini gözetmek ve kılıç ve ateşle yok edilmelerini engellemek tebaanın vazifesi olduğu için, Tanrı’nın sözü ile tebaanın dinini değiştirmesini gözetmek ve ateş ve kılıçla yok edilmelerini önlemek de kralın ve devletin görevidir. Papa da piskoposları da bunu öğretir; onların tebaası, yani imparatorlar, krallar ve de halk, uzun zaman hem kendilerini hem de tebaalarını yok etmiştir.

* Vicdan Özgürlüğü ve Zulüm Üzerine Risale, Hanserd Knollys Society, London, J. Haddon, 1846, sf. 17-9, 24-5, 28-9, 33-4, 42, 50-3, 64, 68.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.