Çöküş*
İngiliz filozofu Cyril E. M. Joad (1891–1953), bir analist ve modern düşünce akımları eleştirmeni olarak geniş çapta tanınmaktaydı. Otobiyografik kitabı Beşinci Kaburganın Altında, Modern Düşünce Rehberi Tanrı ve Şer eserlerinden bazılarıdır. 1948’de basılan Decadence’te modern toplumu öznellikle, nesnelliği elden bırakmakla ve nesnellik standartlarının kaybıyla suçlamıştır.
Spekülasyon her zaman tehlikelidir, ancak şimdiki gibi geçici bir zaman görünümündeki, birisi ölmüş, diğeri doğmaya çabalayan ama başarısız olan iki dünya arasında bir sürgün durumundaki dönemlerde özellikle tehlike arz eder. Geç Helenistik işte böyle bir başka çağdı; İskender dönemi de aynı şekilde. Bu geçici çağların ve onlara ait özelliklerin, insanoğlunun aklıseliminin her daim çöküş olarak gördüğü şeyin en net örneğini oluşturduğunu söylemek de pekâlâ mümkün.
Çökmüş bir toplumun özellikleri oldukça barizdir. Palinurus’un Sessiz Olmayan Mezarı’na göre (İngiliz edebiyat eleştirmeni Cyril Connolly tarafından 1946 yılında yazılmış bir kitap), bu özellikler, lüks, şüphecilik, bıkkınlık ve batıl inançlardır. Bunlar, der Connolly, kendisi çökmüş ve dolayısıyla şüpheci, bütün kültürlerin amacını oluşturur ki bütün bu kültürlerin amacı, ileri medeniyet yolunda çökmeleridir. Ben Palinurus’un çökme işaretleri listesiyle büyük ölçüde aynı fikirdeyim. Ayrıca, kişinin kendisiyle, ahlaki, estetik, metafizik ve ilahiyatçı yargıların öznelci analizi tarafından geliştirilen ve bunları geliştiren tecrübeleriyle meşguliyetini de eklemek isterim. (…)
(…) Öznellik, belki de çağımızın en belirgin inancıdır ya da daha doğrusu pek çok belirgin inancı vurgulayan felsefi bir tavırdır. (…)
(…) Öznelci satırlarla ilgili oldukça nesnel estetik ve ahlaki yargıları inceleyen sanat ve ahlaka yönelik öznelci tavır, doğal olarak Şüphecilik ve hazcılıkla işbirliği içindedir. Bu üçünün ortak noktası, nesneyi hariç tutma eğilimidir.
Bu nesneyi hariç tutma işi, benim çöküşü tanımlamamda önemli bir parçayı teşkil eder ve aynı zamanda zamanımızın entelektüel ikliminin yaygın bir özelliğidir.
Standartsız bir çağ mı? Genellikle yaşadığımız çağ, standartsızlıkla suçlanır. Peki, bu suç neleri kapsar? Öncelikle, din alanında, savaşlar arasındaki yıllarda olgunlaşan neslin itikadı yoktur. Biraz açarsak, bu neslin evrenin temel yapısı ve yönetimi hakkında herhangi bir inancı yoktur. Bu, şüpheden şüphe etmek, ya da en azından, ilgi demek değildir, tersine yeni nesil, dinin alanına giren hiçbir meseleye, şu ya da bu şekilde kafa yormamaktadır. İkinci olarak, ahlakî alanda hiçbir kuralı yoktur. Hıristiyan inancındaki Hıristiyan kurallarının temelleri yıkıldığında, kaynağını bunlardan alan ahlaki üstyapının ayakta kalması kesinlikle olası değildi. Zaten ayakta da kalamamıştır. Bence, bu ülkedeki pek çok kimse İkinci Dünya Savaşının patlak vermesinin ardından, en azından, davranışlardaki ahlakî seviyenin gerçekten düştüğünü söyleyebilir. Bu düşüş, sadece cinsel ahlak alanında gerçekleşmemiştir. Aynı zamanda, hayır işleri, merhamet, acıma, dürüstlük ve fedakârlık gibi Hıristiyan değerlerinin uygulanmasında da gözlemlenir. Söz konusu düşüş, zaten 1914 öncesinde başlamıştır ve bu iki savaş, süreci hızlandırmıştır.
Üçüncü olarak, sanat alanında bir standart yoksunluğu, son otuz yılda ortaya çıkan bu hareketlerin dikkat çekici bir özelliğidir. Dışavurumculuk, Gerçeküstücülük ve varoluşçuluk belki de bu hareketlerin en belirgin olanlarıdır. Bunlarla ilgili olarak, dış dünyayı taklit ve temsil etmekle, sanatçıların ve yazarların ruh hallerini yansıtmaktan daha az uğraştıkları söylenebilir. Şairler, ajite edilmiş duygu ve işkence eden düşünce karmaşalarının dışa vurumu için dizeyi bir araç olarak kullanırlarken, romancılar, bir öykü meydana getirmek yerine atmosferler dokumuşlardır. Daha önce hiç bu kadar çok romancı olmamıştır. Bu kadar çok şair de pek görülmez. Yine de Viktoryen standartlarla, birkaç harika roman ve sayıca daha da az harika şiir olmuştur.
* C. E. M. Joad, Çöküş, s. 421, 117, 104, 108-9, 1948.