Birleşik Avrupa*
Britanya’nın İkinci Dünya Savaşı sırasındaki büyük savaş lideri Winston Churchill, bir Birleşik Avrupa [fikri] için önde gelen bir temsilcidir. Bu fikri, 1946 yılında Metz ve Zürih’teki konuşmalarında dile getirdi. Aşağıdaki bölüm, Lahey’de 7 Mayıs 1948 yılında Avrupa Kongresi adı altındaki toplantı vesilesiyle yaptığı bir konuşmadan* alınmıştır.
Bu konu hakkında 1946 yılında Zürih’te konuştuğumdan ve İngiliz Birleşik Avrupa Hareketi 1947 yılında faaliyete geçirildiğinden beri, gelişen olaylar, başarılarımızı beklentilerimizin çok ötesine taşımıştır. Bu sebep, açıkçası ya hayati ya da sadece akademikti. Eğer akademik olsaydı, yol kenarında solardı, ama eğer bu karanlık dönemde Avrupa’nın ve dünyanın hayati bir ihtiyacı idiyse, o zaman bir kıvılcım, birçok ülkede kadınların ve erkeklerin kalbi ve zihninde daha kuvvetli ve parlak olarak alevlenecek bir yangın başlatırdı. Aslında meydana gelen budur. Büyük devletler, kendilerini bütün yönetim güçleriyle birlikte bağlamışlardı. Birleşik Devletlerin kudretli cumhuriyeti, Marshall Planını desteklemişti. On altı Avrupa Devleti, şimdi ekonomik amaçlarla ortaktır; beşi, yakın ekonomik ve askeri ilişkiler kurmuştur. Umuyoruz ki bu öz, ulusların birliğinde eski yerine artık kavuşması gereken İtalya gibi, İskandinav ve İber Yarımadası halkları tarafından da zamanla benimsenecektir. (…)
Birleşik Avrupa fikrinin kimden çıktığıyla ilgili çatışmalarla zamanımızı boşa harcamamalıyız. Pek çok geçerli modern patentler söz konusudur. Bu fikre hayat verilmesi ve onun sunumuyla alakalı pek çok ünlü isim mevcuttur fakat sanırım hepimiz, hak iddialarımızı Fransa Kralı Navarre’li Henry’ye bırakmalıyız. O ve büyük Bakanı Sully, 1600 ve 1607 yılları arasında, önde gelen on beş –şimdi on altı- Hıristiyan Avrupa Devleti’ni temsil etmek için daimi bir komite kurmaya çalıştılar. Bu kuruluş, dini çatışmalar, milli sınırlar, içteki karışıklıklarla ilgilenen bütün meselelere bir hakem ve Doğu’dan gelen–o günlerde bu, Türkler demekti- herhangi bir tehlikeye karşı ortak bir eylem olarak hareket etmeliydi.
Kendisi [Fransa Kralı Henry], buna “Büyük Proje” derdi. Bu kadar uzun bir zamandan sonra bizler, “Büyük Proje”nin hizmetkârlarıyız. Bu kongre, Avrupa’nın tüm özgür ülkelerinden düşünce ve eylem liderlerini bir araya getirmiştir. Tüm politik partilerin devlet adamları, tüm Kiliselerin liderleri, güzide yazarlar, meslek gruplarının liderleri, avukatlar, sanayi liderleri ve ünlü sendikacılar burada hep beraberler. Aslında, Avrupa’nın siyaset, sanayi, kültürel ve ruhani hayatının en etkili unsurlarının temsili grupları, şu an burada bu eski salonda bir aradadır. Ve her ne kadar herkes buraya kendi bireysel yetkinliğiyle davet edilmiş olsa da, bu Kongre ve ulaşılması mümkün olan her sonuç, hakkaniyetle Avrupa’nın sesi olarak kabul edilebilir. Aslında, bu sesin, geçmişin hataları ve kinleri sebebiyle oluşmuş, bugün karşımızda olan tehlikelerin ortasındaki, geleceğimizi karartan kargaşa ve bezginlik sahnesine çıkma zamanı gelmiştir. Bölünmelerimizi şiddetlendiren ve yoğunlaştıran sınırları ve engelleri kademeli olarak bozarak yaklaşan tehlikelerden kendimizi geçmişin kinlerini unutarak, milli intikamların ve garezlerin ölmesine izin vererek korumalıyız. Avrupa’nın gerçek mirası olan büyük edebiyat hazinemizle, romantizmimizle, ahlakımızla, düşüncelerimizle ve hepimize ait müsamahamızla, dahilerinin anlatımları ve onuruyla hep beraber neşelenerek kendimizi tehlikelerden korumalıyız. Ne var ki tüm bunlar, bizlerin savaş ve zulümlerle yayılan kavgaları, aptallıkları, korkunç savaşları ve acımasız ve çirkin fiiliyatları sebebiyle neredeyse fırlatılıp atılmıştır. (…)
Avrupa Birliği Hareketi, olumlu bir kuvvet olmak zorundadır ve gücünü bizlerin ortak ruhani değerlerinden almalıdır. O, demokrasi inancının ahlaki kavramlara dayanan ve görev hissiyle ilham alınmış dinamik bir anlatımıdır. Hareketimizin merkezinde özgürlük tarafından himaye edilen ve yasalar tarafından desteklenen bir İnsan Hakları Beratı fikri vardır. Ekonomi ilkelerini ve savunma politikalarını, genel siyasi yapıdan ayırmak mümkün değildir. Ekonomik alanda ortak amaç ve ortak askeri savunma, kaçınılmaz olarak adım adım daha yakın bir siyasi birlik paralel siyasetiyle birlikte ilerlemelidir. Gerçekçi olarak söylemek gerekir ki bu, bazı fedakârlıklar veya ulusal egemenliklerin birleşmesini gerektirir. Ama tek başına birçok ve ayırıcı geleneklerini ve karakter özelliklerini, Nazi, faşist ya da komünist olsun totaliter sistemler altında kesinlikle sonsuza dek ortadan kalkacak ulusal geleneklerini tek başına koruyabilecek daha büyük bir egemenliği umursayan tüm uluslar tarafından tedrici bir varsayım olarak kabul edilmesi uygundur ve aynı zamanda mümkündür.
Bir süre önce ifade ettiğim gibi, Almanların elini tutmak ve onları tekrar Avrupa ailesine dahil etmek, muzaffer ulusların gurur duyulması gereken görevleridir. En güçlü ve güzide Fransızların bazılarının da bu şekilde düşünüyor olmasından son derece sevinçliyim.
Avrupa’yı yıkıntılarından yeniden inşa etmek ve onun ışığının dünyayı tekrar ileriye doğru aydınlatması için, öncelikle kendimizi fethetmeliyiz. Bu şekilde, maddi şeylerin olağanüstü değişimiyle, yücelik, günlük hayatımıza dahil edilebilir. Avrupa, Fransızların ve Almanların hepsinin, hepimizin verebileceğini talep ediyor. Ben, bu sebeple, davetlimiz olan Alman Delegasyonuna burada hoş geldiniz diyorum. Bizler için Alman sorunu, Almanya’nın ekonomik hayatını yeniden eski haline getirmek ve Alman ırkını eski ününe, eski gücüne kavuşturmaktır. Ama bunları, geçmişten kalan kötü etkilerini halen unutamadığımız Alman askeri gücünün yeniden yapılanmasına veya tekrar iddialı hale gelmesine komşularını ve kendimizi maruz bırakmaksızın gerçekleştirmeliyiz. Birleşik Avrupa, bu iki taraflı soruna tek bir çözüm sunmaktadır ve gecikme yaşanmaksızın uygulanabilecek tek çözüm de zaten budur. (…)
Burada yaptığımız veya planladığımız hiçbir şey, Birleşmiş Milletlerin dünya organizasyonunun üstün yetkisiyle çelişmez. Aksine, savaşta da ilan ettiğim gibi, her zaman inanmışımdır ki, bir Avrupa Konseyi, ikincil olmakla birlikte dünya organizasyonunun önemli bir bölümüdür. Büyük sorumluluklarım olduğu zamanlarda, ikincil olmak koşuluyla, birçok bölgesel konsey olması gerektiğini ve bunların, dünya organizasyonunun ihtişamlı ve sarsıntısız şekilde kurulmasını sağlayacak muazzam sütunları şekillendirmesi gerektiğini düşünmüşümdür. Benim üç ya da dört sene önceki temennilerimin ve düşüncelerimin istikameti bu yöndedir. Zorlu tecrübelerimizin bizleri bir aile yaptığı askeri alandan bir örnek vermek gerekirse, bir dünya hükümeti tasarısında, üç ya da daha fazla ordu gruplu bir sistemin -ama bu defa barış orduları- tek bir üst merkeze tabi olması gereklidir. Buradan hareketle, bu büyük gruplardan birini şekillendiren geniş Sovyet Birliğini gördüm. Avrupa Konseyi de, İmparatorluğu ve Refahıyla Büyük Britanya da dahil olmak üzere, bir diğeridir. Üçüncüsüyse, tüm büyük kazanç ve etki alanlarıyla birlikte Batı Yarımküredeki kardeş cumhuriyetleriyle Birleşik Devletlerdir. (…)
Hadiseler, belli bir ölçüde bu yönde ilerlemiştir ancak bu, ihtiyaç duyulan ruhla veya şekilde gerçekleşmemiştir. Batı Yarımküre, zaten kendisini bir birlik gibi temsil etmektedir. Bizler Lahey’de hükümetlerimize yeni Avrupa’yı oluşturmalarında yardım etmek üzere toplandık. Ama üçüncü büyük ve eşit ortağımızın uyumsuz davranışları ve politikaları yüzünden hepimiz kederliyiz, hepimizin aklı karışık ve tehlike içerisindeyiz. Üçüncü ortağın aktif katılımı olmaksızın dünya organizasyonu işleyemez ve aynı şekilde savaşın gölgesi insanların ve ulusların kalbinden ve aklından çıkmaz. (…)
Yeni atlattığımız ikinci Otuz Yıl Savaşlarından sonra bende oluşan his, insanoğlunun bir dinlenme dönemine ihtiyacı olduğu ve bu yöndeki istediğidir. Unutulmamalıdır ki, burada temsil edilen Avrupa’daki milyonlarca evin soru soruyor olması çok az bir şeydir. Tüm bu ücretlilerin, yetenekli zanaatkârların, askerlerin ve toprak çalışanlarının talep ettikleri, hak ettikleri ve belki de ısrar ettirildikleri nedir?
Korku, derebeylik, canavarca eylemler veya sömürüler olmaksızın, bir yuva kurabilmek, emeklerinin karşılığını görmek, karılarını bağırlarına basmak, çocuklarını terbiyeli bir şekilde yetiştirmek ve barış ve güven içinde yaşamak, eşit bir şans değil midir? Fakat belki de bu, onlara empoze edilendir. Bu onların kalbindeki arzudur. Bu, onlar için kazanmayı düşündüğümüz şeydir.
Başkan Roosevelt, Dört Hürriyetten bahsetti ama bugün en önemli olan Korkudan hür olmaktır. Neden bu çok çalışan aileler, ilk olarak geçmiş günlerde hanedan kavgaları ve dini kavgalar tarafından, sonrasındaysa ulusal hırslar ve en nihayet ideolojik fanatizm tarafından tartaklanmak durumundadır? Neden şimdi onlar, hepsi kötü olan insanlarca kışkırtılmış, başkalarının ıstırapları ve yurttaşlarının boyun eğdirilmeleri altında üstünlüklerini inşa eden totaliter zulmün birçok damgalanmış biçimi tarafından birbirlerine karşı savrulmak ve tasnif edilmek durumundadırlar? Muvafık oyu, aydınlanması ve kültürüyle neden Avrupa’daki milyonlarca mütevazı ev, polislerin darbesi korkusuyla neden tir tir titresin? Burada cevaplamamız gereken soru budur. Burada belki de cevaplayacak gücümüzün olduğu soru budur. Unutulmamalıdır ki, Avrupa’nın tek yapması gereken kendi görkemi, sadakati ve değerleri içerisinde yerinden kalkmak ve ayakta durmaktır ve eski ya da yeni, Nazi veya Komünist olsun zulmün tüm biçimlerine zapt edilemez ve eğer zamanı gelince ileri sürülürse bir daha hiçbir zaman meydan okunamayacak güçlerle göğüs germektir. (…)
Burada, bu öğleden sonra yeniden doğmaya çabalayan bir Avrupa Kongresi’nde üzerimize önemli ve ciddi bir sorumluluk düşmektedir. Eğer önemsiz ihtilaflar ve küçük şeylerle ayrılır, düzenimizi kendimiz bozarsak, hareket ederken cesaret veya bakış açımızın açıklığında başarısız olursak, paha biçilemez bir fırsat sonsuza dek kaybedilebilir. Ama eğer birlikte olur, şans ve dostluğu bir araya getirirsek- ki bu yolda beraber ilerleyeceksek, küçük bir şansa değil tamamıyla dostluğa ihtiyacımız olmalı- ve insanlığın daha büyük umutlarını kesin olarak kavrayacaksak, ancak bundan sonradır ki daha mutlu ve güneşli bir çağa girmiş oluruz. İşte böyle bir çağda, bu işkence gören dünyada büyüyen bütün küçük çocuklar, kendilerini, bir ülkenin diğerine karşı yıkıcı savaşının kanlı çalkantılarındaki kısa süreli zaferlerin galip ve mağlubu olarak değil de geçmişin bütün mirasının vârisi, bütün bilimlerin, geleceğe ait bütün bolluk ve yüceliğin efendileri olarak bulurlar.
* Avrupa Birleşiyor’dan, Winston Churchill’in 1947 and 1948 Konuşmaları, sf. 310-317. 1950.