Bir İllüzyonun Geleceği*
Bir İllüzyonun Geleceği (1928) sadece Sigmund Freud’un dine ilişkin fikirlerini özetlemenin ötesinde, Yirminci yüzyılı “din ve psikiyatri arasındaki savaş hali” olarak nitelemektedir.
Geçmiş çağlarda, yadsınamaz bir özgünlük eksikliğine rağmen, dini fikirler insanoğlu üzerinde büyük etki uyandırmıştır. (…) Bu öğretilerin özünde var olan gücünü nereden aldığını ve mantığın kabulünden bağımsız olan etkinliğini hangi duruma borçlu olduğunu sormalıyız.
Bana kalırsa, bu iki sorunun cevabı için yeterince zemin hazırladık. Dini düşüncelerin fizikî temeline dikkatimizi verirsek, cevap bulunacaktır. Dogma olduğu malum olan bu düşünceler, tecrübe kalıntıları ya da tefekkür ürünü değildirler; bunlar illüzyonlardır; insanoğlunun en eski, en güçlü ve en ısrarcı arzularının icra edilmesidir. Bu düşüncelerin gücündeki sır, bu arzuların gücünde yatar. Biz halihazırda çocuk savunmasızlığının korkutucu etkisinin baba sevgisiyle korunma ihtiyacını doğurduğunu ve bu savunmasızlığın tüm hayat boyunca devam edeceğinin farkında olarak, bu defa daha güçlü bir baba varlığına tutunmayı gerekli kıldığını biliyoruz. Böylece Tanrı’nın koruyucu kuralları, hayattaki tehlikeler karşısındaki endişelerimizi bastırır; ahlakî bir dünya düzeninin kurulması, insan kültürü içinde sıklıkla yerine getirilememiş olan adalet isteklerinin gerçekleştirilmesini sağlar. Ayrıca dünya üzerindeki varoluşun gelecekteki bir hayatla uzatılması, bu arzuların gerçekleştirilmesi için uygun bir yer ve zaman ortamına katkı sağlar. İnsan merakını uyandıran, evrenin kökeni ile ruh ve beden ilişkisi gibi, bu sorulara bu sistemin geride yatan varsayımlarıyla uyumlu cevaplar verilir. Birey, hiçbir zaman tam olarak üstesinden gelinemeyen, baba kompleksinden kaynaklanan çocukluk çatışmalarından kurtulabilirse ve bu çatışmalar evrensel olarak kabul görmüş bir çözüm ortaya koyabilirse, insan ruhu büyük bir rahatlama gösterir.
Onların illüzyon olduğunu söylediğimde, kelimeyi tanımlamak zorundayım. İllüzyon, hata ile aynı şey değildir, aslında tam olarak hata bile değildir… İllüzyonun insanın arzularından türemek özelliği vardır. Bu bakımdan, psikiyatrik delüzyona11 yaklaşır ama delüzyonun daha karmaşık yapısı olması bakımından bundan ayrılır. Delüzyonda, gerçeklikle çatışma halinde olma gerekliği vurgulanır; illüzyonun ise yanlış, yani, gerçekleştirilemez ya da gerçekle uyumsuz olması gerekliliği yoktur. (…) Yani, aynı illüzyonun ta kendisinin yaptığı gibi, inancın gerçeklikle ilişkisini göz ardı ederken, arzunun gerçekleştirilmesi motivasyonda önemli bir öğe oluyorsa, inanç, illüzyon olarak adlandırılır.
Bu araştırmadan sonra yeniden dini öğretilere dönersek, bunların tamamının illüzyon olduğunu, kanıtları kabul etmediğini ve kimsenin onları kabul etmeye ve onlara inanmaya zorlanamayacağını yineleyebiliriz. Bazıları öylesine imkânsız, uzun çalışmalar sonucu dünyanın gerçekliğine ilişkin keşfettiğimiz her şeyle öylesine uyumsuz ki, aralarındaki psikolojik farklılıkları dikkate alarak onları delüzyonlarla karşılaştırabiliriz. Çoğunun gerçeklik değerini yargılayamayız, kanıtlayamadığımız gibi ve de aksini ispat edemeyeceğimiz gibi. Hâlâ bunlara eleştirel yaklaşabilmek için çok az şey biliyoruz. Evrenin bilmeceleri, kendini yavaş yavaş bize açıyor, bilim bazı soruları yanıtlamaktan hâlâ acizdir; fakat bilimsel çalışmalar, bizim dış gerçeklik bilgisine giden tek yolumuzdur.
Şu anki durumun aşikâr özelliğini ele alalım. Dinin, insanlar üstünde eskiden sahip olduğu etkiye, aynıyla artık sahip olmadığının itirafını duyduk (Biz, burada Avrupa Hıristiyan kültürüyle alakadarız). Bu, vaatleri küçüldüğü için değil insanlara daha az güvenilir geldiği içindir. Şunu kabul etmeliyiz ki bu değişikliğin sebebi, belki de sadece insan toplumunun yüksek tabakalarındaki bilimsel ruhun artışı değildir. Eleştiri dini belgelerin özgünlüğünü kemirmiştir, doğal bilim, bunların hatalarını göstermiştir ve karşılaştırmalı araştırma yöntemi, bizim tarafımızdan saygı duyulan dini düşünceler ile ilkel çağlar ve insanların akıl ürünleri arasındaki ölümcül benzerliği ortaya koymuştur.
Bilimsel ruh, bu dünyanın sorunlarına karşı belli bir tavır sergiler; dini sorunlar karşısında biraz durur, ardından bocalar, sonuçta burada da eşiği geçer. Bu süreç dur durak bilmez. Bilginin meyveleri insanların erişimine ne kadar açıksa, dini inancın düşüşü o kadar yaygın olacaktır. Başlangıçta sadece eskimiş ve karşı çıkılabilir ifadeler düşecektir, ardından temel varsayımlar da gelecektir.
Dini olmayan bir eğitim deneyini yapmaya değer diye düşünüyorum… İnsanoğlunun genel olarak dini illüzyonun tesellisi olmaksızın yapamayacağına, o olmaksızın hayatın zorluklarına, gerçeğin zalimliğine katlanamayacağına katılmıyorum. Elbette ki çocukluğundan beri tatlı ya da acı-tatlı olarak zehirlediğiniz biri için bu durum doğrudur. Peki ya diğerleri, aklı başında olarak yetiştirilenler? Belki de o, nevrozlu olmayan biri olarak, onun etkisini hafifletmek için bir içkiye ihtiyaç duymayacaktır. Gerçek şu ki, o zaman insanoğlu, kendini zor bir durumun içinde bulacaktır. Tam anlamıyla çaresizliğini ve evrenin işleyişindeki önemsiz rolünü itiraf etmek zorunda kalacaktır; yaradılışın merkezinde, ilahi takdirin şefkatinin, merhametinin merkezinde bulunmadığını itiraf etmek zorunda kalacaktır. Sıcak ve rahat yuvasını terk eden bir çocukla aynı durumda olacaktır. Fakat öte yandan, çocukluğun üstesinden gelmek onun kaderi değil midir? İnsan sonsuza dek çocuk kalamaz, vahşi dünyaya adım atmak zorundadır. Bu, gerçekliğe uzanan eğitim olarak adlandırılabilir. Size kitabımın temel amacının bu ilerleme gereksinimine dikkat çekmek olduğunu söylememe gerek var mı?
* Sigmund Freud, Bir İllüzyonun Geleceği, 1928, s. 51-5, 67-8, 84-6.