Ara Dönem*
Ünlü İspanyol filozofu Jose Ortega y Gasset (1883–1955) 20. yüzyılı “bir ara dönem” olarak tanımlayan pek çok modern yazardan biridir. O, bu dönemi çöküş olarak görmemiştir; bu dönem, fazlasıyla canlılık ve güç doludur. Diğer yandan, bu dönemin güvensizlik, köksüzlük ve birleştirici standartlardan yoksunluk özelliklerine değinmiştir (Ve bundan esef duymuştur). Aşağıdaki alıntılar, ilk olarak 1930’da yayımlanan en meşhur kitabı Kitlelerin İsyanı’ndandır.
(…) Bu zamana kadar, tarihte kendilerini eksiksiz, kesin bir yüksekliğe ulaşmış addeden; yolculuğun sonuna gelindiğinin, uzun süredir peşinden koşulan amaca ulaşıldığının, umudun tamamen gerçeğe dönüştüğünün hissedildiği dönemler hep olmuştur. Bu, zamanın bereketidir, tarihi hayatın bütünüyle olgunlaşmasıdır. Aslında, otuz yıl önce, Avrupalılar, insan hayatının olması gereken yere, önceki nesiller boyunca arzulanan bundan böyle her zaman bağlı bulunacağı seviyeye ulaştığına inanıyordu. Bereket çağları, kendilerinden aşağı bir halde bulunan ve bereketten yoksun diğer hazırlık dönemlerinin bir sonucu olduklarını düşünür, ayrıca kendilerini, bu hazırlık süreçlerinin ardından gelen, çiçeklerin tamamen açtığı bir dönem olarak telakki eder.
Bu noktada içinde bulunduğumuz çağ ile henüz geçmiş çağ arasındaki önemli farka değinmiyor muyuz? Aslında çağımız, artık kendini eksiksiz olarak görmüyor; aksine, muğlak da olsa, ruhunun derinliklerinde eksiksiz, güvenli, sonsuza dek kristalize edilmiş böyle dönemlerin olmadığını hissediyor, tam tersine, “modern kültür” diye adlandırılan belli türden bir varlığın eksiksiz olduğu iddiası, bize son derece sığ ve görüş alanından çıkma gibi geliyor. Bu duygunun bir etkisi olarak, Hermetik açıdan gizli bir kuşatmadan kaçmış olmanın, özgürlüğü yeniden kazanmış olmanın, yıldızlar altındaki gerçeklik âlemine; derinlikli, berbat, öngörülemez, bitmek tükenmek bilmez, en iyinin ve en kötünün, her şeyin mümkün olduğu âleme bir kez daha çıkmanın hoş etkisinin tadına varıyoruz. Modern kültüre olan bu inanç kasvetliydi. Yarının bütün temel unsurlar açısından bugüne benzer olacağı ve aşama kaydetmenin sadece şu anda üzerinde yürüdüğümüze benzer bir yolda daima ilerlemekte olduğu anlamına gelmekteydi. Böyle bir yol, aslında bizi hiçbir zaman serbest bırakmaksızın uzayan bir tür elastik hapishanedir.
Bu duygusal durum karşısında, zamanımızın duygularının daha çok okuldan salıverilmiş çocukların gürültülü neşelerine benzediği açık değil midir? Bugünlerde, artık yarın dünyamızda neler olacağını bilmiyoruz ve bu, bizde gizli bir sevince yol açıyor. Çünkü öngörünün imkânsızlığı, bütün ihtimallere açık olan ufuk, özgün bir hayatı, varoluşumuzun gerçek doluluğunu oluşturur. Diğer yönü eksik olan bu teşhis, pek çok çağdaş yazarın sayfalarında dillenen çöküş şikâyetlerinin karşısında durur.
(…) İnsanoğlunun kendi yaratıcılığına inandığı fakat ne yaratacağını bilemediği bir zamanda yaşıyoruz. İnsan her şeyin efendisiyken, kendisinin efendisi değildir. Kendi zenginliği içinde kaybolmuştur. Emri altında bulunan daha çok araçla, daha çok bilgiyle ve her zamankinden daha çok teknikle şu ortaya çıkar ki, bugünün dünyası, bugüne kadar var olmuş en kötü âlemlerle aynı doğrultuda ilerlemektedir; öylesine sürüklenmektedir.
Bu yüzden, güç ve güvensizlik kavramının ilginç bir birleşimi, modern insanın ruhunu mesken edinmiştir. Bu durum, XV. Louis’nin naibi ile ilgili şu sözü akla getirir: Tüm becerilere sahipti, onları kullanma becerisi dışında…
Yakın gelecekte, insani şeylerin hangi merkeze doğru çekileceğini kimse bilemez ve bu yüzden dünya hayatı, şaşırtıcı derecede geçicidir. Bugün gizli yapılan hatta birisinin alt-benliğinde yaptıkları bile geçicidir ve bunun tek istisnası belli bilimlerin belli kısımlarıdır. Bugün ilan edilen, beğenilen, yazıya dökülen, övülen hiçbir şeye güvenmeyen kişi akıllılık eder. Hepsi geldikleri hızla kaybolup gidecektir… Hiçbirinin kökü yoktur… Bugünkü hayat, bir ara dönemin, tarihi kuralın var olmuş ve var olacak iki kuruluşu arasındaki boş alanın bir meyvesidir. Bu sebeple, özünde geçicidir. İnsanlar, hakikatte hangi kuruma hizmet edileceğini bilmemektedir. (...)
* Jose Ortega y Gasset, Kitlelerin İsyanı, 1932, s. 33-4, 36-7, 47-8, 195-6, W. W. Norton & Company, Inc.