Romantizm, kesin bir tanımı yapılamayacak kadar karmaşık, hatta amorf, değişime açık ve genellikle akılcılık, bireycilik, maddecilik, dinsel kayıtsızlık ve tarihi küçümsemek gibi gerçek veya gerçek olduğu sanılan Aydınlanma ilkelerine karşı bir reaksiyon olarak tezahür eder. Oysa bir dizi entelektüel önermeden ziyade, duygusal bir durum, bir ruh halidir. Nitekim aşağıda sunulan metinler, bu ruh hallerini sergilemektedir. Romantik hareket paralelinde dikkate değer biçimde gelişen dini uyanış, ifadesini Katolikliği “romantize” eden Fransız yazar Chateaubriand ile Alman Protestanlığını canlandıran ilahiyatçı Schleiermacher’ın yazılarında bulur. Öte yandan, romantizmin insanoğlunu akıl almaz derinliğe, sonsuz arzulara sahip bir varlık olarak kabul ettiğine, Goethe’nin Faust adlı eserinde kentsel yaşam ve şatafatlı salonlardan çıkıp doğayla panteistik11 bir duygudaşlık kurduğuna, İngiliz şair Wordsworth ile Amerikan denemeci Emerson’ın eserlerinde tarihi “Dünya Ruhu”nun gözler önüne serilişi olarak algılayışına, Hegel’in Tarih Felsefesi adlı eserinde şahit oluruz. Romantik siyasal düşünce, her şeyden önce Aydınlanma’nın akılcı bireyciliği ve burjuva sınıfı menfaatlerine tepkidir. Bu tepki zaman zaman Orta Çağ’ın idealize edilmesine dönüktür -ki, Novalis’in “Hıristiyanlık ya da Avrupa” denemesinde ifade bulur- ama Shelly’nin “İngiltere’nin İşçilerine Şarkı”12 şiirinde dile geldiği üzere, temelde mevcut siyasal ve sosyal baskıya tutkulu bir protestoya öncülük eder. Bu eserlerin ortak yönü, yazarlarının Aydınlanmacı muhaliflerinin kayıtsızlığını, soyutluğunu ve faydacılığını kınadıklarına işaret etmesidir. Romantizm asla sistematik bir karşı tez inşa etmeyi amaçlamamıştır, zira sistem fikri onun ruhuna aykırıdır; Aydınlanma’nın önerdiklerine karşın, içinde renk, samimiyet ve maneviyat barındıran bir dünyayı hedefler.