Zaman ve Tarihe İlişkin Düşünceler*
Kiev doğumlu Nicolas Berdyaev (1874-1948) dini ve siyasi bir filozoftu. 1898’de Marksist olduğu için Sibirya’ya sürülen yazar, 1922’de, yüz altmış aydınla birlikte yurtdışına sürüldü. Bir süre Berlin de yaşayan Berdyaev, daha sonra geçtiği Paris’te ömrünün büyük bölümünü tarih felsefesi hakkında yazarak geçirdi. Her ne kadar tam anlamını idrak etmek her zaman kolay değilse de, Nicolas Berdyaev’in (1874–1948), tıpkı çağdaşları gibi, zaman hakkında karamsar olduğu ve tarihin “trajik ihtilafının” zamanın dışında veya zamanın sonunda çözülebileceği konusunda ikna olduğu açıktır. Aşağıdaki seçkiler kendi otobiyografisinden alınmıştır.
Rus düşüncesi, daima tarih felsefesinin problemleriyle uğraşmıştır ve bu konudaki ilgim Rus düşüncesi geleneğine göre gelişmiştir. Tarihin doğasını anlamak için yola çıkarken çok kuvvetli bir izlenimim vardı, şöyle ki, tarihte hiçbir şeyin başarılı olmadığı ve yine de ondaki her şeyin önemli olduğu izlenimi. Tarihin anlamı, tarihin sınırlarının ötesindedir. Tarihin anlamı vardır çünkü bir sona doğru gider. Sonlanmayan tarih, ilerleme veya gerileme olsun, bir manasızlık örneğidir. Bu sebeple, vardığım sonuç, gerçek tarih felsefesinin doğada eskatolojik (kıyamet bilimsel) olduğudur: bu demektir ki, tarihsel süreç sonun ışığında anlaşılmalıdır. (…)
Bir bireysel kıyamet bilimi ile kıyamet, bir de tarihsel kıyamet bilimi ile kıyamet vardır; ama ikisi birbirine bağlıdır: tarih ve son, benim kendi tarihimdir ve benim kendi sonumdur. Benim kendi tarihim ve sonum, tarihin tüm yönünü ve sonucunu etkiler. Ama bu karşılıklı bağlılık, açık seçik bir tanımlama vermez; çünkü girift akımları ve eylemlilikleriyle tarih ve eşsiz, indirgenemez kaderiyle insan arasında trajik bir ihtilaf vardır. İnsana karşı acımasızlığı ve düşmanlığı yüzünden kendimi sıklıkla tarihsel ilerlemelerin baskısına mukavemet gösterirken buldum; çünkü onlar, insanlık dışı ve gayri şahsi amaçlar için doğar ve büyürler. Tarih, kendi sınırları içerisinde şahsiyet sorununu çözmekten aciz olduğu ve onların ötesine uzandığı için, bir sona varmalıdır Bu, tarihçilik konusunun bir yüzü, bir tarafıdır.
Diğer bir yüzü, insanın tarihle kendi kimliğini tespit etmesi tecrübesiyle ortaya çıkmıştır: Kendimi dünyadan ayrı tutamam, insanlıktan, dünyadaki toplumsal ve kültürel hareketlerden, geçmişten, şu andan ve gelecekten ayrı tutamam. Tarih bende gerçekleşir; çünkü ben kendisi için ve kendisi tarafından var olan izole bir varlık değil, bütün dünyanın küçük bir temsilcisiyim. Demek ki benim tarih anlayışım, bu iki tecrübeyi içerir: tarihin düşmanca ve yabancı karakterinin tecrübesi ile benim ondan çıkarımımın tecrübesi. Bu çift tecrübenin yapısında var olan gerilim, sadece tüm nesnelleştirmeler ve yabancılaşma üzerindeki bir zaferi – insanın dışarıdan saptanmış olmaya son vermesini sağlayan zafer- ifade eden tarihin sonunda çözülebilir. Ancak bizler, sonu nesnelleştirmenin tehlikesindeyiz ve bunu tarihsel zamanda yer almak olarak düşünüyoruz. Gerçekte, tarihin ötesinde olan şey, basit tarihsel terimler kullanılarak, tarihle ilişkilendirilemez. Bunu görmedeki başarısızlık, Kıyameti anlamaya dair birçok girişimde yanıltıcı bir engel ortaya çıkarır. [Zamanın] Sonunu düşününce hepimiz birlikte zamanı bir kenara bırakamayız ve yine de bu son, bizim kırık zamanımızın bir bölümü olamaz. O, başka bir varoluş düzenine aittir. Eğer gerçekten bu bir son olacaksa, onun kendisi zamanın sonu olmalıdır. Ancak bizim için bir şeyin mutlak olarak baki olacağını düşünmek zor olabilir. Bu sebeple Kıyamet meleği, daha fazla zaman olmadığına yemin eder. Zamanın akması bizim dünyamızın alt üst olmuş, düşmüş durumunun bir belirtisidir: “yeni cennet ve yeni yeryüzü”, insanın varoluşunu ikincil anlara ve deneyimlere bölen bu alt üst edici geçici akıntı üzerindeki zafer ile benim “varoluşsal zaman” dediğim, matematiksel ve astronomik ölçümlere açık olmayan başka bir zamanın başlangıcına delalet eder. (…)
Bazı insanlar, insanların daha zengin olacağına ve ilerleme denen gizli gücün erdeminde daha iyi zamanlar geçireceğine dair fikirlerle kendilerini hâlâ oyalayabilirler ama diğerleri bu kadar kolay kandırılamazlar. Ben de ilerlemeye inanıyorum ama tarihteki gerçek yaratıcı hareketlerin olanaklarının tanınmasından kaynaklanan ilerlemeye inanıyorum, evrimsel natüralizm veya determinizmden kaynaklanana değil. Ama ilerleme, herkesin kabul ettiği gibi, yanıltıcı bir kelimedir. Tarih, trajik bir mücadele için sahne temin eder. Bu mücadelede iyi ve kötü, sürekli artan, şiddetli bir çekişmeyle meşguldürler. Tarihi sona doğru hareket ettiren ve sıkıştıran da budur ve bunda tarihsel zaman, varoluşsal zamana geçecektir.
İnsan, can sıkıcı çelişkilerle zamanın geçişine çivilenip kalmıştır ve onun açık bir şekilde sona ermeyen, bitmek bilmeyen akışına katlanamaz. (…)
(...) Korkunç bir yargılama – insanlar ve onların bütün yolları üzerinde gerçekleşmesi an meselesi olan yargılama - tarihin ve uygarlığın üzerinde durmaktadır. Tarih, insan veya tanrısal-insandan insanlık dışı ya da şeytani olana [kaderde olan]kaçınılmaz bir düşüşün sürekli işaretlerini göstermektedir. Putperest ve şeytana tapınma içgüdülerinden yola çıkarak insan, daha sonra sırasıyla kendisinin kontrolünü ele geçirecek olan gerçek şeytani güçleri zihninde canlandırır. “Denizden yükselen canavar”, Sezar’ın krallığının insanı ve dünyayı köleleştirip onlara hükmetmek için gerçekleştirdiği son şeytani girişimlerin son derece anlamlı, kıyamete ilişkin bir tasvirdir. Kuzuların Canavarlara karşı zaferi, özgürlük ve sevginin güç ve kine karşı zaferidir. Canavar, bir kez daha dipsiz cehenneme atılacaktır ve sonsuzluğa değil de zamana zincirlenecektir: çünkü cehennem, zamanda geriye kalandır; şer kâbusların musallat olduğu cehennem, sonsuzluğa geçmez.
* Nicolas Berdyaev, Rüya ve Gerçeklik, sf. 294-6, 298, 1950 Geoffrey Bles Ltd.