Yamyamlar Hakkında*
Michel de Montaigne (1533-1592), çok ufak bir azınlık olan Fransız asillerinin bir üyesiydi. Otuz sekiz yaşında Bordeaux Parlamentosu’ndan istifa etti ve ailesinin şatosunda emekli bir âlim gibi yaşadı. Burada kendi döneminin en büyük özel kütüphanelerden birini oluşturdu ve filozof bir şüphecinin insan doğası ve inanışları konusundaki izlenimlerini içeren ünlü Denemeler’ini yazdı. İçinden bazı parçaları aşağıda okuyacağınız “Yamyamlara Dair” adlı denemesi, deniz aşırı keşifleri yansıtırken Montaigne’in içine sürüklendiği şüpheci düşünce eğilimini gösteriyor. (Montaigne için 694. sayfaya bakınız)
Kral Pyrrhus İtalya’ya geçerken, Romalıların kendisine karşı gönderdiği ordunun düzenini araştırdığında şöyle demiş: “Ne tür barbarlar olduklarını bilmiyorum (Yunanlılar kendilerinden olmayan herkese barbar derdi) ama bu ordunun yerleşiminde barbarca bir şey yok.” Yunanlılar, Flaminius’un topraklarına getirdiği orduya da böyle şeyler söylemişti ve Philip de Publius Sulpicius Galba tarafından krallığında kurulan Roma kampının düzeni ve dağılımını yükseklerden izlerken benzer sözler sarf etmişti. Buradan insanların kaba yorumlara kapılmadan önce ne kadar dikkatli olmaları gerektiğini ve yaygın haberlerle değil, akılcı yöntemlerle hüküm vermemiz gerektiğini anlıyoruz.
Uzun zaman boyunca, on – on iki yıl boyunca dünyanın zamanımızda keşfedilen diğer tarafında yaşamış biriyle birlikte oturmuştum, Villegaignon’un ayak bastığı bu yere Antarktik Fransa deniyordu. Keşfedilen topraklar o kadar büyüktü ki, üzerinde düşünmek gerekiyor.
Tanıdığım bu adam basit, cahil biriydi, böylelerinden dürüst şahitler çıkar; zeki adamlar meraklı gözlemciler olmalarına ve daha çok şeyi fark etmelerine rağmen buldukları şeyleri parlatırlar; kendi yorumlarını daha önemli kılmak ve ikna edici olmak için hikâyelerini birazcık değiştirmekten çekinmezler; hiçbir şeyi olduğu gibi basitçe anlatmazlar; bunun yerine kendi istedikleri görünüme sahip olması için biçimlendirir ve maskelerler ve kendi hükümlerine inanmanız ve bunları kabul etmeniz için meseleye kendilerinden bir şeyler eklemekten, meseleyi genişletmekten veya abartmaktan çekinmezler.
Bu, ya çok dürüst bir adama ya da yanlış hikâyelere bir parça gerçeklik rengi katamayacak, hikâye oluşturamayacak ve hiçbir teoriyi benimseyemeyecek kadar basit bir adama ihtiyacımız var demektir. Benim tanıdığım adam da tam böyleydi, ayrıca bana farklı zamanlarda yolculuk sırasında tanıdığı çeşitli denizci ve tüccarları da getirmişti. Bu yüzden kozmografyacıların ne diyeceğine bakmadan onun verdiği bilgilerle tatmin olmuş durumdayım. (…)
(...) Bildiklerime dayanarak bu ulusun hiçbir yönden barbar veya vahşi olduğunu düşünmüyorum, herkes barbarlık dese de bu onun kendi sözleri değil; gerçekten de içinde yaşadığımız ülkenin fikirleri ve pratiklerinin örnekleri veya örüntüleri dışında bir başka gerçeklik veya akıl düzeyi bilmiyoruz. Birileri her zaman mükemmel dini, mükemmel yönetimi, tüm şeylerin en mükemmel ve olgun kullanımını bulabilirler. Nasıl ki doğanın kendi yarattığı ve kendi doğal akışında devam eden meyveler yabaniyse bu adamlar da vahşidir; ancak biz aslında ustalığımızla doğasını değiştirdiğimiz ve düzeninin dışına çıkardığımız şeylere vahşi demeyi tercih ederiz. (…)
Bu yüzden bu uluslar bence insan aklından nasiplerini çok az aldıkları kadarıyla barbardır, bunlar orijinal basitliklerini neredeyse tamamen korumuştur. Onları hâlâ doğanın kanunları yönetmektedir; bizim kanunlarımız onların değerini henüz pek az düşürmüştür ama öyle bir saflıkları vardır ki, bazen onlara ilişkin bilgiler niye daha önce, onlar hakkında bizden daha iyi hüküm verebilecek adamların döneminde gelmedi diye sinirleniyorum. Lycurgus ve Platon onları tanıyamadığı için çok üzgünüm; bizim bu uluslarda şu anda gördüğümüz şeyler bence sadece şairlerin altın çağ olarak süsledikleri tüm resimleri ve insanoğlunun mutlu halini taklit etmek için yaptıkları tüm buluşları değil, felsefenin konseptlerini ve arzusunu dahi aşıyor. Deneyimlerimiz sayesinde onlarda gördüğümüz o saf ve basit masumiyeti eskiler hayal dahi edemezdi; insan topluluğunun bu kadar az ustalık ve insani bağlantı ile devam ettirilebileceğine de inanamazlardı. Platon’a, bu ulusta ticaret yok, derdim, okuma-yazmayı bilmiyorlar, sayısal bilimler yok, hâkimler veya politik üstünlük yok, hizmet kullanımı yok, zengin ve fakir yok, sözleşme yok, veraset yok, mülkün bölünmesi yok, iş yok ama eğlence var, ortak bağları korumak için akrabalık yok, giysi yok, tarım yok, metal yok, mısırın veya şarabın anlamı yok. Yalanı, ihaneti, ikiyüzlülüğü, tamahkârlığı, kıskançlığı, kötülemeyi ve affetmeyi ifade eden kelimeleri hiç duymamışlar. Hayal ettiği cumhuriyet bu mükemmellikten ne kadar uzaktır? Viri a diis recentes (Tanrılardan yeni gelmiş ölümlüler).
* Michel de Montaigne’in Denemeler adlı eserinden yeniden basılmıştır. Çeviren Jacob Zeitlin, Alfred A. Knopf, Inc.’nin izniyle. Alfred A. Knopf, Inc. Cilt I, s. 178-179, 181-183.