Ülkeye Karşı Görevler*
Joseph Mazzini (1805-1872), İtalyan birliği ve milliyetçiliğinin önde gelen savunucusudur. Devrimci çalışmaları nedeniyle erken yaşta sürgüne gönderilmiş (1830), bir sonraki yıl “Genç İtalya” adlı bir örgüt kurmuş ve yaşamının büyük bir bölümünü İtalya’daki isyanları yurtdışından organize ederek yürütmeye adamıştır. Mazzini’nin amacı, Avusturya egemenliğine son vermek ve bunu yaparken İtalya’nın tüm tarihsel unsurlarını ve kurumlarını (Napoli, Papalık, ve Toskana vb.) “tek ve bölünemez” bir cumhuriyet altında toplamaktır. Ulusal birlik ile On Dokuzuncu yüzyıl liberallerinin özgürlük, demokrasi, sosyal adalet, Avrupa barışı gibi idealleri arasındaki ilişki, onu yakından ilgilendirmektedir. İtalyan emekçilere hitaben 1860’da yayımlanan, İnsanın (Ülkesine Karşı) Görevleri adlı kitabı bir dizi makaleden oluşmaktadır.
Sizin göreviniz, en azından önem derecesi itibariyle birinci göreviniz, dediğim gibi, öncelikle insanlığa karşı olandır. Vatandaş ya da baba olmadan önce insansınız. Eğer tüm insanlık ailesini sevginizle kucaklamıyor, eğer onun birliğine ve bu birliği gerçekleştirmeye adanmış insanların kardeşliğine olan inancınızı itiraf etmiyor, -ki bu Tanrı’nın birliğini temsil eder- hemcinslerinizden biri acı çekerken, insan doğasının saygınlığı yalancılıkla ve zorbalıkla ihlal edilirken ve siz bu zavallının imdadına yetişebilecekken harekete geçmiyorsanız ya da aldatılan veya ezileni rahatlatmak için savaşabilecekken bu sorumluluğu hissetmiyorsanız, yaşamınızı yöneten yasaya itaat etmiyor ya da geleceği kutsayacak olan dini kavramıyorsunuz demektir.
Ama ahlaki gelişim için, insanlığın ilerlemesi için tek tek ve yalnız başınıza ne yapabilirsiniz? Zaman zaman dini inancınızı en temiz biçimde beyan edebilir; fırsat çıkarsa, sizin toprağınızdan olmayan bir kardeşinize bir iyilik yapabilirsiniz. Ne var ki, hayırseverlik geleceğe olan inancın parolası değildir. Geleceğe inancın parolası ortaklıktır, ortak bir amaca dönük işbirliğidir. Birkaç kişinin elbirliğiyle taşları, tuğlaları ve harcı değiş tokuş ederek bir başkasının iyiliği için ev inşa etmesi, bir insanın kendisi için ev yapmasından daha hayırlıdır. Ne var ki, dil, alışkanlıklar ve kapasite/yetenekler itibariyle bölünmüşlüğümüz, böyle bir ortak çalışmaya girişmemizi engel. Birey çok zayıf, insanlık büyüktür. Tanrım diye dua eder Breton denizci denize açılırken, beni koru, gemim çok küçük ve okyanusun çok büyük! Ve bu dua, şayet eylem gücünüzü sonsuza dek katlayarak artıracak bir araç bulunmamışsa, her birinizin durumunu özetler. Ancak, Tanrı size bir ülke verirken, bu araçları da verdi. O, yapılması gereken işi emekçilerin kapasitelerine göre dağıtan akil bir denetçi olarak, bu araçları size insanlığı yerküre üzerinde birbirinden farklı topluluklara böldüğü ve böylelikle ulusların tohumlarını attığı zaman verdi. Kötü hükümetler -en azından Avrupa’yı ilgilendirdiği kadarıyla- büyük ırmaklar, yüce dağlar ve diğer coğrafi oluşumlarla Tanrı’nın açıkça çizdiği sınırları ihlal ettiler; fetihle, açgözlülükle, başkalarının haklı egemenliğini kıskandıkları için bozdular; öyle ki, bugün belki de sadece İngiltere ve Fransa dışında, sınırları Tanrı’nın söz konusu tasarımına sadık hiçbir ulus kalmadı. [Bu kötü hükümetler] kendi hanedanları ve kast egoizmi dışında hiçbir ülke tanımadılar ve tanımıyorlar ama kutsal tasarım herhalde baki kalacaktır. Kötü hükümetlerin keyfi tasarımları (bölünmeler), insanların doğal eğilimleri sayesinde eski halini alacak, Avrupa haritası mutlaka yeniden çizilecektir. Bağımsızların sesi olarak tanımlanan halkların ülkeleri, kralların ve imtiyaz sahibi kastların Ülkelerinin yıkıntıları üzerinde yükselecektir. Bu ülkeler arasında uyum ve kardeşlik olacak ve insanlığın genel manada gelişmesi, yaşamın gerçek yasasının keşfedilerek uygulanması için yerel kapasitelere göre dağıtılan ve ortaklık içinde yürütülen işler, barış dolu ve ilerlemeci gelişme anlayışıyla başarılacak, aynı dili konuştuğunuz, aynı gelenekleri paylaştığımız milyonlarca insana sevgi gücüyle yardımcı olacak ve işte o zaman bireysel çabanızla insanlığın tümüne faydalı olmayı umut edebileceksiniz.
Tanrı sizlere, İtalya’da doğanlara, ayrıcalık yapıyormuşçasına Avrupa’nın sınırları en net biçimde belirlenmiş olan ülkesini tahsis etti. Sınırları daha belirsiz ya da daha kesintili olan diğer topraklarda bir gün herkesin barışçıl biçimde birlikte çözebileceği ama bugüne kadar gözyaşı ve kana mal olan yeni sorunlar ortaya çıkabilir ama sizin topraklarınızda çıkmaz. Tanrı sizin çevrenize yüce ve yadsınamaz sınırlar çekti; bir yanda Avrupa’nın en yüksek dağları, Alpler; diğer yanda deniz, o ölçülemez deniz! Bir Avrupa haritası alın ve pergelin bir ucunu İtalya’nın kuzeyindeki Parma’ya, diğerini Var’ın ağzına yerleştirin ve Alpler yönünde bir yarım daire çizin; yarım daire tamamlandığında Isonzo’nun ağzına denk gelecek olan bu noktada, Tanrı’nın size bahşettiği sınırları çizip tamamlamış olursunuz. Bu sınırlar içinde kendi dilinizi duyar, kendi dilinizi konuşursunuz ve bu sınırların dışında hiçbir hakka sahip değilsinizdir. Sicilya, Sardinya, Korsika ve aradaki daha ufak adalarla İtalya’nın ana karası inkâr edilemeyecek biçimde sizindir. Kaba kuvvet, bu sınırları ihlal etmek üzere, bir süre sizinle uğraşabilir ama bu sınırlar kadim zamanlardan beri halkların belirlediği ve kabul ettiği sınırlardır. Üç renkli bayrağınızı bu sınırlara diktiğiniz gün tüm Avrupa yeniden yükselen İtalya’yı alkışlayacak ve onu uluslar topluluğuna kabul edecektir. Tüm çabalarınız bu sona yönelmelidir.
Ülke olmadan ne isminiz, ne simgeniz, ne söz hakkınız, ne de halkların arasında bir kardeş olarak yer almaya hakkınız vardır; insanlığın gayri meşru çocuklarısınızdır. Bayraksız askerler, Yahudiler gibisinizdir. Ne sadakat, ne himaye bulursunuz, kimse size kefil olmaz. Adaletsiz sosyal koşullardan kendiniz için bir ülke fethetmeksizin kurtulmayı bekleyemezsiniz. Bir ülkeniz yoksa, güvenebileceğiniz, başvurabileceğiniz bir anlaşma da yoktur; özçıkar egoizmi tek başına yönetir. Kontrol gücü, onu elinde tutmaya muktedir olandadır, zira bütünün çıkarına hizmet eden (ortak) bir teminat yoktur. Ulusal sorunları çözmeden maddi koşulları geliştirme fikri sizi alıp götürmesin. Bunu yapamazsınız. Endüstriyel ortaklıklar ve karşılıklı yardım toplulukları kendinizi eğitme ve disipline sokma araçları olarak yararlıdır, ne ki, İtalya’nız ekonomik bir gerçeklik olana dek verimsiz kalacaklardır. Ekonomik sorun her şeyden önce sermaye ve üretimde artış gerektirir ve ülkeniz parça parka olurken -gümrük bariyerleri ve her türlü yapay sorun çıkartılarak yolunuz kesilirken ve size sadece sınırlı sayıda piyasa açıkken- bu artışı umut edemezsiniz. Kendinizi kandırmayın, bugün İtalya’nın işçi sınıfı ve bu sınıfın sadece parçalarısınız; güçsüzsünüz ve kendinize biçtiğiniz görev için yetersizsiniz. Roma’da zamanın gerçeklerini iyi okuyan ve izleyen, Roma’da yerleşik bir ulusal hükümet, İtalyan kalkınması için rehber teşkil edecek bir Prensipler Bildirisi formüle ederek onu “Emek kutsaldır ve İtalya’nın zenginliğinin kaynağıdır” sözcükleriyle tanımlayana dek sizler için pratik anlamda kurtuluş mümkün değildir.
O halde, mevcut şartlar altında maddi gelişme beklemek sizler için hayaldir. Bu umutları, sadece sizin ülkeniz, Alplerden Sicilya’nın en uzak sınırlarına kadar uzanan büyük ve zengin İtalya gerçekleştirebilir. Hakkınızı, görevin emrettiklerini yerine getirmeksizin alamazsınız. Bu emre layık olun ve böylelikle ona sahip çıkın. Ah Kardeşlerim! Ülkenizi sevin. Ülkemiz evimizdir, Tanrı’nın sevdiğimiz, sevildiğimiz ve diğerleriyle olduğundan çok daha içten bir biçimde hızla aynı anlayışı ve duyguları paylaştığımız sayısız aileyi içine yerleştirmek suretiyle bizlere sunduğu evdir; öyle bir aile ki, homojen yapısı sayesinde belirli bir noktada yoğunlaşmak suretiyle çok özel bir faaliyet alnında yücelmek kaderinde vardır. Ülkemiz bizim çalışma alanımızdır; çalışmalarımız tüm dünyanın yararı için burada ürün vermelidir; en iyi, en etkin şekilde kullanabileceğimiz araçlar buradadır; onları reddetmek, Tanrı’nın öngördüğü amaca sadakatsizlik, kendi gücümüze ihanet olur. Ülkemiz için hakkıyla çalışmak, insanlık için çalışmaktır. Ülkemiz, insanlığın ortak çıkarı için kullanmak zorunda olduğumuz bir maniveladır. Eğer bu manivelayı kullanamazsak, ülkemize ve insanlığa faydamız olmaz. Bir ulus olarak, insanlığı oluşturan uluslarla ortaklık kurmaksızın var olmalıyız. Çünkü ortaklık, sadece eşitler arasında olur. (…)
Ülke dediğimiz şey, özgür ve eşit insanların tek bir amaca hizmet etmek üzere birlikte, kardeşçe çalıştığı bir kurumdur. Onu bu şekilde ele almalı ve korumalısınız. Ülke, bir kümelenme değil, ortaklıktır. Doğrusu tek, bir tek olmayan hiçbir gerçek ülke yoktur.13 Bu doğrunun değişmezliğinin kast, imtiyaz ve eşitsizlikle ihlal edildiği, yani çok sayıda bireyin gücü ve özgürlüğünün bastırıldığı veya hareketsiz kaldığı ve genel kabul gören hiçbir ilkenin olmadığı yerde gerçek bir ülke yok demektir. Bu durum, hiçbir ulus, hiçbir halkın olmadığına, şartların tesadüfen bir araya getirdiği ve yine şartların ayırabileceği bir kalabalığın varlığına işaret eder. Ülkenize olan sevginiz adına, doğduğunuz topraklardaki her imtiyaz ve her eşitsizliğe karşı sonuna dek savaşmalısınız. Sadece bir imtiyaz yasaldır: Deha! O da kendisini erdem ile kardeşlik içinde ortaya koyduğu zaman. Deha, Tanrı’nın bahşettiği bir imtiyazdır, insanın değil; ve onu tanır, kabul eder, size verdiği ilhamın izini sürerseniz, bunu özgür iradeniz ve aklınızla yapmış olursunuz. İrsiyetten (hanedan) neşet eden güce ya da paylaşılamayan bir hakka boyun eğmenizi talep eden her türlü imtiyaz, karşı gelmeniz, savaşmanız ve ortadan kaldırmanız gereken gasp ve zorbalıktır. Ülkeniz, zirvesinde Tanrı, temelinde eşit insanların bulunduğu tapınağınız olmalıdır. Şayet ülkenizin şerefini ve kendi onurunuzu korumak istiyorsanız, bundan başka bir formülü ya da ahlaki yasayı kabul etmeyin. Bırakın, varoluşunuzun tali yasaları, bu en yüce yasanın kalkınmacı uygulaması olsun.
Bunun böyle olması için yasaların oluşumuna herkesin katkıda bulunması gerekir. Yurttaşların sadece bir bölümü tarafından yapılan yasalar, eşyanın tabiatı gereği, sadece bu insanların düşüncelerini, emellerini ve isteklerini yansıtacak, ülkenin bütününü değil, sadece üçte birini veya dörtte birini veya bir sınıfı veya bir bölgeyi temsil edecektir. Oysa hukuk genel emeli ifade etmeli, herkesin iyiliğine hizmet etmeli, ulusun kalp atışına tepki vermelidir. Dolayısıyla, yasama, doğrudan ya da dolaylı olarak, tüm ulusu temsil etmelidir. Bu görevi birkaç kişiye teslim ederseniz, tüm sınıfların birlik ve beraberliğini temsil eden ülkenin çıkarı yerine, tek bir sınıfın çıkarını koymuş olursunuz.
Ülke, sadece bir toprak parçası değildir ama toprak onun temelini oluşturur. Ülke, bu temel üzerinde yükselen bir fikirdir, sevgi duygusudur, bu toprakların çocuklarını bir arada tutan dostluk bağıdır.14 Ulusal gelişime kendi oyuyla katılmayan tek bir kardeşiniz bile olsa, eğitimliler arasında eğitimsiz olarak ot gibi yaşayan tek bir insan bile olsa, çalışma ihtiyacı içinde olan ve çalışamadığı için yoksulluk çeken tek bir insan bile olsa, bu herkesin herkes için var olduğu ülkeye sahip olmadığınızı gösterir. Olması gereken ülke bu değildir. Oy, eğitim ve iş, bir ulusun üstünde yükseldiği üç temel sütunudur; elleriniz onları sağlam bir şekilde dikene kadar dinlenmeyiniz.
Ve onları dikip her biriniz her biriniz için gerekli ruhsal ve fiziksel gıdanın varlığını teminat altına aldığınız zaman, el ele tutuşup ülkenize sevgili annenize sarılırcasına özgürce sarıldığınız zaman, kendi gelişiminizi gerçekleştirmiş ve kutsal İtalyan misyonuna hizmet etmişsiniz demektir. Bu misyonun Avrupa’nın manevi birliği olduğunu ve size bir büyük sorumluluk yüklediğini unutmayın. İtalya, parçalanmış uluslarla ilgili olarak o büyük sözcüğü, “birleşme” sözcüğünü telaffuz etmiş, hatta iki kez telaffuz etmiş olan tek ülkedir. Roma, iki kez Avrupa’nın başkenti, tapınağı olmuştur: birincisinde fetih kartallarımız bilinen dünyayı bir uçtan bir uca kat edip onu medeni yasalarla tanıştırmak suretiyle birliğe hazırlamış; ikincisinde -Kuzeyli fatihler Doğa’nın gücüne yenik düştükten sonra- İtalyan dehası Papalıkla yeniden doğmuş ve Hıristiyan dünyanın dört yüzyıl önce terk ettiği ruhların birliği öğretisine sahip çıkmıştır. Bugün İtalya’mızın daha da büyük bir misyonu, üçüncü bir misyonu var. Kuracağınız özgür ve birleşik ülke sezarlardan ya da papalardan daha büyük ve daha güçlü olacaktır. Bu misyonun düşüncesi bile Avrupa’yı sarsarak tüm gözlerin İtalya’ya çevirmesine yol açmaktadır.
Ülkenize karşı görevinizin büyüklüğü, bu misyonun yüceliğiyle doğru orantılıdır. Onu çıkarcılıktan, sahtecilikten ve diplomasi dedikleri Cizvit siyasetinden15 uzak tutmalı, kirlenmesine izin vermemelisiniz.
Ülkenin hükümeti, sizler sayesinde çıkar ve fırsat putlarına değil, ilkelere tapınmayı düstur edinecektir. Avrupa’da, özgürlüğün içeride kutsal, dışarıda ihlal edilebilir olduğu ülkeler ve gerçeklik başka, fayda başka bir şeydir, teori bir şeydir pratik başka bir şeydir, diyen insanlar vardır. Bu ülkeler, kaçınılmaz olarak cezalarını uzun izolasyonlar, baskı ve anarşi olarak çekeceklerdir. Ama sizler ülkemizin misyonunu biliyorsunuz, dolayısıyla bir başka yol izleyeceksiniz. Gökyüzündeki tek Tanrı, tek hakikat ve tek inançla birlikte, İtalya sizler sayesinde yeryüzünün tek siyasal gerçekliğinin sahibi olacaktır. İtalyan halkı, özgürlük ve ortaklık bayrağını tüm ulusların nazarında parlasın diye, Kapitol’den ve Vatikan’dan daha ulvi bir mabedin üstüne dikecek, onu ne despotun terörü ne tamahkârın eli indirebilecektir. İman sahibi olduğunuz gibi cesaret sahibi olacaksınız; İtalya’nın kalbinden yükselen heyecanı ve düşünceyi tüm dünyaya ve kendilerini dünyanın efendisi sayanların yüzüne haykıracak, kardeş ulusları asla dışlamayacaksınız. Ülkede yaşam sizler sayesinde her türlü korku ve kararsızlıktan uzak bir ortamda güzelleşerek güç kazanacak; temelini halk, kuralını akıl ve yasalar oluşturacak; ülkenin gücü herkes, hedefi herkesin iyiliği, amacı Tanrı’nın ona verdiği misyonu yerine getirerek büyümek olacaktır.
* Joseph Mazzini, The Duties of Man and Other Essays- Duties of Country, J. M. Dent&Sons, Ltd., 1907.