I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Teselliyi Yeni Antlaşma’da Aramak*

Desiderius Erasmus

İnsanların hevesle bilginin peşinde koştuğu bu zamanlarda, nasıl olup da sadece Hz. İsa bazıları tarafından ihmal, çoğu tarafından alay konusu edilir ve O’na adanmış olan az sayıda insan da O’na soğuk bakar? İnsan aklı her konuyu tüm incelikleriyle öğrenmeye çalışırken ve bu uğurda her türlü zorluğa katlanmaya razıyken, neden bir tek bu felsefe, hiç olmazsa Hıristiyan olduğunu iddia edenler tarafından aynı ciddiyet ve samimiyetle ele alınmıyor? Eflâtuncular, Pitagorcular14 ve diğer tüm filozofların müritleri, bakıyorum da kendi mezhepleri için mücadele vermeye pek hazır! Hıristiyanlar, ki çok daha fazla nedenleri var, kendi hocaları, ve prenslerinin davasını neden desteklemiyor? Hz. İsa öğretisi, Aristo ve Zeno ile kıyaslanabilir mi hiç? Diğer filozofların ne olduğu bir yana, göklerden inen tek hoca/eğitmen O’dur, kurutuluşumuz için yol gösteren O’dur; yaratılışın müellifi olarak ebedi ve ezeli olanı öğreten O’dur. Vazettiklerini tam olarak uygulayan ve vaat ettiğini yerine getiren de O’dur… Hz. İsa’nın felsefesini, pek az zahmetle, birkaç kitaptan öğrenebiliriz, oysa Aristo’yu anlamak için bir yığın ağır ve çelişkilerle dolu değerlendirme ve yorumla uğraşmak gerekir ve bunlar Hıristiyanlar için hazırlık mahiyetinde bile değildir. Hıristiyanlığın viaticum’u15 basit ve herkese açıktır… İş ki temiz kalpli, saf bir insan olsun, yeter ki eğitilebilir olsun, Hz. İsa’nın öğretisi sayesinde felsefede çok yol alır. Bu öğreti eğitmenin ruhunu besler ve en kolay cahillere öğretilir. Oysa diğer felsefeler, ortalama zihinlerin menzilinden uzaktır ve bu durum cinsiyete, yaşa ve hayat şartlarına göre değişmez. O’nun öğretisi güneş gibi herkese açıktır. Sanki Hz. İsa ilahiyatçıların bile zor anladığı bir dilde yazmış veya Hıristiyanlık gücünü cehaletten alıyormuş gibi, Kutsal Yazılar’ın cahil insanların o adi/kaba dillerine çevrilerek okunmasını istemeyenlere tamamen karşıyım. Kralların sırlarını açık etmemek güvenli olabilir ama Hz. İsa bu sırlara herkesin vâkıf olmasını istiyordu. Keşke en aciz/zayıf bir kadın bile Müjde’yi ve Pavlus’un mektuplarını okuyabilse! Keşke bunlar tüm dillere tercüme edilse, sadece İskoçyalılar ve İrlandalılar değil, Türkler ve Sarazenler de16 okusa! Bu insanlar tarafından anlaşılmasını sağlamak, şüphesiz ilk adımdır. Büyük bir kısmı hafife alıp alay etse de, içlerinden bazıları ikna olabilirler. İsterim ki, çiftçi toprağı sürerken bölük pörçük de olsa, bir ilahi söyleyebilsin, dokumacı mekiğinin sesine mırıldanabilirsin, yolcu yolda onların hikâyeleriyle oyalansın…

Hz. İsa’nın bilgeliğini neden kendi yazdıklarından değil de, başkalarının yazdıklarından öğreniyoruz? Aziz Benediktus cüppesini giymiş olanlar, neredeyse hiç eğitim görmemiş olan birinin yasalarını öğrenerek, bunlara tam bir inançla tercüman olmak suretiyle riayet etmişlerse, söz konusu yasalar cahiller için yazıldığı içindir. Tüm bu keşişler, neden tek bir adam tarafından yazılan yasaya, Hıristiyan cemaatinin Hz. İsa Mesih’in vaftiz yoluyla eşit biçimde kucaklayarak tüm insanlığa verdiği değerden daha çok değer veriyorlar? Bence herkes Büyük Albert’i, Alexander’ı, Thomas’ı, Aegidus’u, Richard veya Occam’ı17 ululamakta serbesttir; hiçbirinin iyi tesis edilmiş bilimsel geleneğini/yöntemini tartışmak veya şöhretini küçümsemek istemem. Ne var ki, ince eleyip sık dokumalarını, bilgeliklerini, hatta meleksi niteliklere sahip olduklarını kabul etsem de, Hz. İsa’nın sözlerinin çok daha büyük bir kesinlik/güvenilirlik arz ettiği açıktır… Görecek olsaydık, Hz. İsa’nın ayak izlerine bile diz çöküp tapınırdık. Bütün bunların yerine, O’nun kitaplarda yaşayan varlığını yüceltsek daha iyi olmaz mı? Hz. İsa’nın giysisi sergilenecek olsa, nerede olursa olsun gidip öpmez miydik? Ne ki, Hz. İsa’nın giysi dolabı bile, O’nu İncil’deki yazılar kadar sahici ve canlı bir biçimde temsil edemez. Tahtadan ve taştan yapılmış heykelleri Hz. İsa aşkına altınla ve çeşitli kıymetli taşlarla beziyoruz. Bunlar sadece O’nun bedeniyle ilgili şeyler, ama O’nun kutsal zihnine can veren kitaplardır. O’nu kendi gözlerimizle görmüş olsaydık, hakkında bu kitapların verdiği bilgiye, mesela konuşmalarına, şifa dağıtmasına, ölümüne ve yeniden dirilmesine, yanı başımızda cereyan ediyormuşçasına yakından vâkıf olamazdık.

Erasmus buraya birkaç sayfa daha ekleyerek, Kutsal Yazılar üzerinde çalışacak bir öğrencinin nasıl bir “yöntem” izlemesi gerektiğini açıklayıp öncelikle nasıl bir ruh hali içinde olması gerektiğini anlatır.

Yeni Ahit’e kutsallıktan uzak düz bir merakla değil, derin bir saygıyla yaklaşmalı, ilk ve tek amaç/hedef, buradan öğrenilenlerin ruhuna nüfuz etmek ve o ruhu benimsemek olmalıdır. Bu kitap ruhun gıdasıdır; işe yaraması için sadece hafızaya yerleşmesi veya mideye oturması yetmez, aklın ve kalbin derinliklerine nüfuz etmelidir.

Erasmus, bundan sonra da bu çalışmadan elde edilecek en yararlı şeylerin neler olduğunu anlatır.

Öncelikle, iyi düzeyde Latince, Yunanca ve İbranice öğrenmek elbet! Öğrenci bunun zor olduğunu görüp umutsuzluğa düşmemeli. Bu üç dil, eğer öğretecek iyi bir eğitmen ve öğrencinin öğrenme arzusu varsa, berbat bir melez dili yeteneksiz hocalardan öğrenmeye çalışmaktan çok daha kolaydır. Öğrencinin, bu eğitimin yanı sıra, diyalektik, aritmetik, müzik, astroloji ve özellikle de Kutsal Yazılar’da anılan diyarların doğası -hayvanları, ağaçları, değerli taşları vb.- gibi diğer alanlarda da eğitim görmesi iyi olur. Çünkü eğer söz konusu diyarları tanırsak tarihi düşünerek öğrenir, gözümüzün önünde canlandırabiliriz ki, öğrendiklerimizi kolay kolay unutmayalım. Dahası, tarih çalışırken olayların geçtiği diyarların nerede olduklarını veya Havarilerin kime hitaben yazdıklarını öğrenir, söz konusu insanların orijini, yaşam şekli, inançları ve karakteri hakkında bilgi sahibi olur, önceden gözümüze kupkuru görünen metinlerin, tabir yerindeyse, aslında ne denli canlı olduğunu anlayarak, bundan büyük keyif alırız. Klasik, retorik veya felsefi, tüm diğer öğrenim dalları da bundan yararlanır, özellikle de öğrenci Kutsal Yazılar’dan alıntı yapmayı adamakıllı öğrenmiş ve mesela “Kilise”yi ruhban sınıf veya meslekten olmayanları “dünya” olarak yanlış tefsir etmiyor, sözcüklerin anlamını tahrif etmemeye özen gösteriyorsa! Bir metnin anlamını sadece dört beş sözcükten hareketle anlayamayız. Metinde kimin, kime, ne dediğini anlamak için bu sözcüklerin nereden geldiğini, nerede, ne zaman, hangi sırada kullanıldığını araştırmak gerekir. Tefsire ihtiyaç varsa, Origen -ki herkesten iyidir-, Basil, Jerome, Amrose gibi en iyilere müracaat edilmelidir. Ne ki, bu insanlar bile bazı şeyleri bilmedikleri veya yanlış bildikleri için önyargıyla okurlar.

Okullulara gelince, yenilmez Scotus18 ile olmaktansa, Jerome’un yanında ilahi bir dindar olurum. Böylesine ince eleyip sık dokuyanların bir kâfirin ihtida etmesini sağladığı görülmüş mü hiç? Okullarda istedikleri kadar münazara yapsınlar ama izin versinler de münazara sanatını öğrenmekten ziyade din eğitimi almak isteyenler kaynağa, Kutsal Yazılar’ın çıktığı kaynağa başvursun. Münazarada kaybeden taraf olsa da, ilahi olan kötülüğe veya kötü tutkulara baş eğmeyecek kadar “yenilmez”, Hz. İsa Mesih’in öğretisini vaaz eden hoca ise yeterince “büyük”tür.

* The Oxford Reformers, Longmans Gren, 1896.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.