I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Yeni Bir Toplum Görüşü*

Robert Owen

Robert Owen (1771-1858), işçi sınıfı çıkarlarının savunucusu olmanın yanı sıra başarılı bir kapitalisttir. Manchester’da bir tekstil fabrikasında yöneticilik yaptıktan sonra, 1802’de İskoçya’nın New Lanark kasabasında köhne bir fabrika edinir ve işçilerin dehşet verici durumuna bizzat şahit olup çalışma şartlarını iyileştiren dizi “sosyalist” önlem alır. Owen, bu önlemleri işletmesinin rekabetçi pozisyonuna zarar vermeksizin uygulamış; nitekim bu başarı ona uluslararası ün kazandırmış; birçok yabancı ziyaretçinin New Lanark’a gelmesine yol açmıştır. Owen, edindiği bu tecrübeyi ve sanayi çağının kötülükleri karşısında önerdiği çareleri, 1817’de yayımlanan kitabında dile getirir. Sonraları Indiana’nın New Harmony kasabasında bir sosyalist cemaat oluşturmak istemiş ama başarılı olamamıştır.

Sanayi Toplumuna Eşlik Eden Kötülükler Nasıl Düzeltilebilir?

Bir topluluğa, hatta tüm dünyaya, doğru yönemler uygulamak suretiyle, en iyisinden en kötüsüne, en cahilinden en bilgilisine kadar, şu veya bu genel nitelik kazandırılabilir ve bu demektir ki, söz konusu yöntemler, önemli ölçüde, insanların yaşamı üzerinde etkili olanların inisiyatifindedir.

Bu geniş kapsamlı bir ilkedir ve eğer doğruluğu kabul görürse, kaçınılmaz olarak yasama müzakerelerine yeni bir nitelik kazandıracak ve yasamanın bu niteliği, toplumun mutluluğu için çok yararlı olacaktır.

Geçmiş çağların tecrübeleri ve günümüzün gerçekleri, bu ilkenin sapına kadar doğru olduğunu açıkça gösterir.

Dünyanın bütün uluslarında, prensinden köylüsüne kadar yaygın bir ıstırap yaşanacak, nedeni ve nasıl önüne geçileceği bilinecek ama bundan kaçınılacaktır, öyle mi? Bu zorluklarla dolu bir girişimdir ve ancak toplumu etkileyebilen, yararlarını öngörerek mücadele etmeye ikna olan kişiler tarafından altedilebilir. Bu kişiler, söz konusu yararlar açıkça görüldüğü ve kuvvetle hissedildiği zaman, bu durumun kişisel çıkarlarını asla tehdit etmediğini de göreceklerdir. Doğru, bu insanların rahatı önyargılar nedeniyle bir süre kaçacak, ama eğer sebat ederlerse, bu bilginin temellendiği ilkeler evrensel olarak, mutlaka galip gelecektir. (...)

Owen, bundan sonra, New Lanark’ın ilk gördüğü köhne halini analiz eder ve kasabalıların başlangıçtaki muhalefetine rağmen topluluğu dönüştürmekte nasıl başarıya ulaştığını üçüncü kişi üzerinden tasvir etmeye başlar.

Bu adam aralarına girdiği andan itibaren uygulamaya koymak istediği plana karşı çıkmak için akla gelebilecek en zekice yollara başvurdular ve işletme yöneticisi ile çalışanlar arasında önyargılar ve hatalı uygulamalarla ilgili olarak, iki yıl süren bir saldırı-savunma süreci yaşandı. Öyle ki, yönetici ne bir ilerleme kaydedebildi ne de çalışanları onların mutluluğunu istediğine dair ikna edebildi. Ama sabrını yitirmedi, sinirlerine hâkim olabildi ve davranışının temelini oluşturan ilkelerin belirli bir başarı sağlayacağı konusundaki samimi inancını hep korudu.

Sonunda ilkeler galip geldi: Çalışanlar herkese adalet dağıtan bu kararlı ve sebatkâr iyiliğe direnemez oldu ve yavaş yavaş ona bir ölçüde güvenmeye başladılar. Bu güven arttıkça, yönetici onların durumunu düzeltmek için daha çok plan yapma imkânı buldu. Doğruyu söylemek gerekirse, bu noktada insanlar herhangi bir toplumda bulunabilecek kötülüklerin hepsine, erdemlerin pek azına sahipti. Hırsızlık yapıyorlardı, aylaklık ve sarhoşluk âdettendi, sahtekârlık ve hile alışık oldukları şeylerdi. Hem kamusal hem dinsel konularda itaatsizlik olağandı; sadece onları çalıştıranlara karşı canı yürekten ve sistemli bir muhalefet için bir araya geliyorlardı.

Bu, bir insanın karakterinin değiştirebileceğini iddia eden söz konusu ilkelerin etkinliğini sınamak için uygun bir alandı. Nitekim, yönetici planlarını buna göre yaptı. Mücadele edeceği kötülüklerin boyutlarını kavramak ve bunların nedenleri saptamak için biraz zaman harcadı ve anladı ki, her şey güvensizlik, düzensizlik ve bir araya gelememek, birlik olamamaktan kaynaklanmakta. Oysa güven, düzen ve uyum tesis etmek istiyordu. Bu amaçla, onların bugüne kadar içinde oldukları olumsuz koşulları ortadan kaldırmak ve bunların yerine onları daha mutlu edecek koşulları yaratmak üzere, çeşitli yöntemler denemeye başladı. Kısa süre içinde hırsızlığın topluluğun hemen hemen bütününde dal budak saldığını ve çalıntı malların çevredeki bütün bölgelere dağıtıldığını keşfetti. Bu durumu düzeltmek için tek bir ceza verilmedi; kimse bir saat olsun hapsedilmedi ama denetimler ve önleyici başka düzenlemeler getirildi. Bu amaçla görevlendirilen ve aralarında aklıevvel olanlara, farklı davranmaları halinde hemen elde edecekleri yarar, kısa ve açık bir şekilde defalarca izah edildi. Aynı zamanda, enerjilerini nasıl yasal ve yararlı alanlara kaydırabilecekleri ve bu suretle herhangi bir tehlike ve mahcubiyet söz konusu olmaksızın namuslu olmayan yollardan elde ettiklerinden daha fazlasını kazanabilecekleri anlatıldı. Böylelikle, suç işlemek zorlaştırılmış, suçun ortaya çıkarılması kolaylaştırılmış, dürüst çalışma alışkanlığı oluşturulmuş ve iyi davranışın yol açtığı bir mutluluk yaşanır olmuştu.

Sarhoşlukla da aynı şekilde mücadele edildi. Sarhoşluk, ekip başları tarafından her seferinde kınandı; içkinin yıkıcı ve zararlı etkileri, içki içmiş ve aşırılığın sıkıntısını üstünden atamamış olan kişinin en yakın arkadaşları tarafından, uygun zamanlarda sık sık dile getirildi. İşçi evlerinin yakınındaki meyhaneler yavaş yavaş kaldırıldı; ölçülü olmanın sağlık ve rahatlık sağladığını bizzat hissetmelerine imkân tanındı; sarhoşluk aşamalı olarak ortadan kalkıp yok oldu, içki âlemlerinin müdavimleri alkol düşmanlığıyla tanınır oldu.

Yalancılık ve sahtekârlık da aynı kaderi paylaştı: Ayıplandılar; bunların yol açacağı kötülükler kısaca açıklandı, doğruluk ve açık sözlülüğe prim verildi. Buradan kaynaklanan mutluluk, kısa sürede basiretsizliğe, hatalara ve önceki davranışların yol açmış olduğu ıstıraba üstün geldi.

Benzer önlemlerle anlaşmazlıkların ve kavgaların da önüne geçildi. Taraflar anlaşmazlıkları kendi aralarında çözüme kavuşturamazlarsa, yöneticiye müracaat ediliyordu. Her iki tarafın da hatalı olması halinde, söz konusu hata mümkün olan en az sözcükle açıklanıyor; bağışlama ve dostluk öneriliyor; bütün davranışların en değerli kuralı ve hayatlarının her anında yararını görecekleri bir ilke olarak, basit ve kolay hatırlanan tek bir ahlak ilkesi telkin ediliyordu; yani “şimdiye kadar birbirlerine acı vermek için yaptıkları fiili girişimlerin hepsini, gelecekte artık birbirlerini mutlu etmek ve rahat ettirmek için yapmalıydılar.” Bu küçücük sözü hep akıllarında tutarak ve her durumda uygulayarak, kısa sürede bulundukları yeri cennete çevireceklerdi. Oysa hatalı davranarak bir ıstırap yuvası haline getirmişlerdi. Deney sınandı ve taraflar bu yeni davranış tarzını uygulamaktan memnuniyet duydular. Birbirlerinden şikâyetçi olma durumu gitgide azaldı, artık hemen hemen hiç rastlanmıyor. (...)

Cinsler arası kuraldışı ilişkiler için de aynı ilkeler uygulandı. Bu gibi davranışlar kınandı ve ayıplandı. Topluluğun yardım fonuna aktarılmak üzere her iki tarafa da para cezası kesildi. (Bu fon, her bireyin ücretinin altmışta birini fona aktarmasıyla oluşuyor; biriken para, çalışanların kararıyla hastalara, kaza sonucu sakatlananlara ve yaşlılara yardım için kullanılıyordu.) Bu insanlar toplumun yerleşik yasalarını, örf ve âdetlerini bir kez çiğnediler diye, onların kötü ve mutsuz olmaları, bir kenara atılmaları gerekmiyordu. Şefkatli dostlar ve saygın tanıdıklar tarafından teselli edilebilmeleri için kapı açık bırakılmıştı ve bu gibi olaylar beklentilerin çok ötesinde, büyük ölçüde azaldı. (…)

Dokuma fabrikasında altı, yedi ve sekiz yaşındaki çocukların çalıştırılmasına son verildi ve ailelerine çocuklarının sağlığına on yaşına gelinceye kadar dikkat etmeleri ve eğitilmelerine izin vermeleri öğütlendi. (Çocukları sabah altıdan akşam yediye kadar imalathanelerde tutmak için bu yaşın bile fazlaca erken olduğunu söyleyebiliriz. Çocukların eğitimlerini tamamlamış olacağı ve kendilerinden istenen çalışmayı kaldırabilecekleri yaş olan on iki yaşına kadar beklenirse, hem çocuklar için hem de aileleri ve toplum için daha iyi olacaktır. Aileler, çocuklarına bu ek süreyi tanımak için sorunsuz bir biçimde ikna edilebildiklerinde, önerilen uygulamayı elbette benimseyecektir.)

Beş yıl boyunca, yani beş yaşından on yaşına kadar çocuklara ve ailelerine hiçbir masraf yüklemeden, köy okulunda okuma, yazma ve aritmetik öğretildi. Eğitimdeki bütün çağdaş yenilikler benimsendi, hatta uygulamaya kondu bile... Artık çocuklar çalışmaya başlamadan önce eğitilmekte ve iyi yetiştirilmektedir. Bir başka önemli husus da gördükleri öğrenimin onlar için bir mutluluk kaynağı ve zevk haline getirilmesidir. Okul saatinin gelmesini okulun bitme saatinin gelmesinden çok daha büyük bir hevesle beklemekte ve bu nedenle hızlı bir ilerleme kaydetmekteler. Rahatlıkla diyebiliriz ki, eğer istenen karakterleri oluşturacak şekilde yetiştirilemezlerse, hata çocukların olmayacaktır. Hataya onların ve ebeveynlerinin yönetimini ellerinde bulunduranların insan doğası konusunda yeterince bilgili olmaması yol açmış olacaktır.

Bu değişiklikler uygulamaya konurken toplumdaki aile düzeni de dikkatle ele alınmaktaydı.

Evleri daha rahat hale getirildi, sokaklar iyileştirildi, en iyi yiyecekler satın alınıp onlara düşük fiyatla satıldı ve bütün buna rağmen yapılan masraf çıkarıldı. Onlara gelirleriyle giderlerini nasıl dengeleyeceklerini gösteren kurallar öğretildi. Aynı şekilde, onlar adına yakacak ve giyecek temin edildi ve bunlardan çıkar sağlama ya da onları kandırma çabasına girilmedi.

Sonuçta, yabancı adama muhalefet ve düşmanlık ortadan kalktı; ona güven duymaları sağlandı; yabancının onlara karşı hiçbir kötülük amaçlanmadığı konusunda tatmin oldular. Emin oldular ki, onların mutluluğunu artırmak için gerçek bir arzu duyulmaktadır ve mutlulukları ancak bu temelde kalıcı olarak artırılabilir. İleride yapılacak iyileştirme çalışmaları kolaylaştı. Onlara akılcı olmaları öğretildi ve akılcı davrandılar. Böylelikle, her iki taraf da benimsenen sistemin sayısız yararını yaşadı. Çalışanlar daha çalışkan, ölçülü, sağlıklı, işverenlerine sadık, birbirlerine karşı şefkatli oldular. Fabrika sahipleri ise onların hemen hiçbir denetim olmadan gösterdikleri bu bağlılıktan, karşılıklı güven ve nezaket dışında, hiçbir yolla elde edilemeyecek hizmetler elde etti. (...)

* Robert Owen, A New View of Society, J. M. Dent & Sons Ltd., 1927.

Falanksçılık*
Charles Fourier

Mütevazı bir Fransız satış elemanı olarak, boş zamanlarını sosyal eleştiriler yazarak geçiren Charles Fourier (1772-1837), eski sosyalist yazarların en nüfuzlularındandır. Marx’ın tarih perspektifinden yoksun olsa da onun kapitalizm eleştirilerinin birçoğunu okumuştur. Fourier, “Yirmi asırlık politik budalalığı bozan/yıkan benim; bugün ve gelecekteki nesiller sınırsız mutluluklarını bana borçlu olacak. Benden önce insanlık doğaya karşı çılgınca savaşarak birkaç bin yıl kaybetti; ben onun huzurunda, onun talimatlarına uyarak başımı eğdim; o da lutfedip tapınağına tütsü sunan bu ölümlünün yüzüne güldü ve bütün hazinelerini bana teslim etti,” diye yazarken toplumsal mutluluğun yasalarını ilk keşfeden kişi olduğuna inanmıştı ve bundan gurur duyuyordu. Fourier, insanlığın kapitalizmin kötülüklerinden, içindeki tüm düzenlemelerin Fourier’in doğanın dikte ettiği şeyler olduğuna inandığı “falanks”1 adını verdiği model topluluklar oluşturarak kurtulabileceğini ileri sürmüştür. Çalışmasının büyük bir kısmı, öngördüğü düzenlemelerin kısacık tariflerinden oluşur. Falankslar nasıl oluşturulacaklardır? Fourier, Marx’ın aksine, proletarya tarafından üstlenilecek olan bir sosyal devrimi ne öngörmüş ne de istemiş; prensiplerinin doğruluğuna ikna olan bazı alicenap hayırseverlerin ilk falanjı tesis etmek için gerekli olan parayı sağlayacağını ve diğerlerinin öykünerek izleyeceklerini ummuştur.

Maddi durum, yaş, karakter, teorik ve pratik bilgi itibariyle çeşitli düzeylerdeki bin beş yüz ila bin altı yüz kişiden oluşan bir topluluk oluşturulacak, bu çeşitliliğin mümkün mertebe zengin olmasına özen gösterilecektir, çünkü tutkular veya yetenekler ne kadar çeşitli olursa, onları uyumlu hale getirmek bir o kadar kolay olacaktır.

Deney için ayrılmış olan bu bölgede, seradakiler ve koruma altında olanlar dahil, ekilebilir her tür bitki bir araya gelmeli; ayrıca kışın ve yağmurlu günlerde kullanılmak üzere, en az üç ek üretim tesisi daha olmalı; hatta okullardan bağımsız olarak çeşitli bilim ve sanat dallarının uygulamalı eğitimi. (…)

Bir falanksın konaklama yerleri, fidanlıkları ve ahırları (...) bizim köy ve kasabalarımızdaki gibi hiçbir sosyal bağı olmayan ve yoldan çıkmışçasına davranan ailelere yönelik olanlardan farklı olmalı; pislik ve kabalıkta birbirleriyle rekabet eden bu küçük evler yerine, bir falanks, kendisi için temeli müsait olduğu ölçüde düzenli ve büyük bir yapı kurar: İşte sizlere dağıtılmak üzere hazırlanmış, gelişime açık, elverişli bir yerleşimin krokisi!

Saray/konak ya da falanksın merkezi bölümü, dinlenme amaçlı kullanıma tahsis edilmeli ve yemekhaneler, finans salonları, kütüphaneler, çalışma odaları ve benzeri yerleri kapsamalıdır. Bu merkezi kısımda ibadethane, (...)elgraf, posta kutuları, tören çanları, gözlemevi, reçineli bitkilerle süslenmiş olan ve tören alanının gerisinde bulunan kış avlusu yer alır.

Kanatlardan biri marangozhane, demirhane, tüm dövme işlerinin yapıldığı atölyeler gibi gürültülü yerleri bir araya getirmelidir; ayrıca burası müzik de dahil olmak üzere, çocukların genellikle gürültülü olan çalışma yerlerini de içermelidir. Bu kombinasyon, her sokağında civardaki elli ailenin kulak zarını patlatan çekiç sesleri, bir demir satıcısı ya da acemi bir klarnetçi olan medeni şehirlerimizin huzursuzluğunu da bertaraf edecektir.

Diğer kanatta, konağın/falanksın merkezi kısmını işgal etmesinler ve eve, aileye dair ilişkilerini sıkıntıya sokmasınlar diye balolar ve yabancılarla görüşmek için tahsis edilmiş salonları olan bir kervansaray olmalıdır.

Fourier konut konusundan, ortak yaşam temelinde hazırlanıp yenilmesi gereken yemek konusuna geçer.

Sonuçta yemekler (...) lezzet bakımından şu anda bizim gastronomlarımızın hoşuna giden yemeklerden de iyi olacaktır. Halkın sofrasında bulunacak olan yemek çeşitliliğine gelince, her gün üçer üçer yenilenmek ve her yemekte değişen bir düzine farklı içecekle birlikte olmak üzere, otuz ya da kırk çeşitten az olmayacaktır.

Büyük şehirlerimizde belli belirsiz bir “ilerici ev idaresi” anlayışının baş gösterdiğini görürüz; bunlar daha şimdiden erkekler ve kadınlar için birer sirk ya da gazino olarak, insanların sıkıcı aile suarelerini terk etmelerine neden olmaktadır. İnsan burada ufak bir bedel karşılığı, özel bir evde on kat daha pahalı olan baloların ve konserlerin, her türlü oyunun, derginin ve diğer her tür eğlencenin tadını çıkarabilir. Buradaki her keyif, hem para hem de çaba bakımından ekonomiktir, çünkü düzenlemeler “ilerici ev idaresi”ndeki gibi resmi falanks üyelerine bırakılır...

Üç yüz hanenin tek bir büyük yapı içindeki olmasının sağladığı büyük fayda karşısında kişinin gözleri kamaşır. Burada, farklı fiyatlarda apartmanlar, bölümden bölüme uzanan üstü kapalı yollar, farklı farklı sınıflar, çeşitli uğraş alanları bulurlar - kısacası, emeği kolaylaştıran ve onu cazip hale getiren her şeye ulaşırlar.

Detaylara girelim. Öncelikle, birliğe ait tavan aralarının ve bodrumların avantajlarını gözden geçireceğim.

Bugün üç yüz köylü ailesinin (bin beş yüz ila bin altı yüz kişi) oturduğu üç yüz çatı katı, her mal, hatta her malın farklı çeşitleri için özel bölümleri haiz geniş ve sağlıklı ambarlarla ikame edilecektir. Kişi burada, bir köylünün aklından bile geçmeyecek havalandırma, ısıtma, aydınlatma ve benzeri avantajların tümünü garantiye almış olacaktır, zira onun mezrasının tamamı bile çoğunlukla malların korunması için yeterli koşullara sahip değildir. Oysa bir falanks hem bütünü hem de tavan araları ve bodrumları itibariyle elverişli bir mekândır.

Bina içindeki bu geniş ambarın gideri, duvarlar, ahşap yapı, çatı malzemesi, tambur, yangın denetleme, böceklere karşı koruma vb. masraflar dahil, üçü bir çatı altında ve bir katla sınırlandırılmış olarak, köylülerin üç yüz tavan arası için yapacağı masrafın ancak onda biri kadardır. Köylülerimiz, bugün kapı ve bunun gibi diğer her şeyden üç yüz tane kullanırken, tüm birliğe ait ambarda sadece on kapı ve kilit bulunacaktır.

En önemlisi, yangın, salgın hastalıklar ve hasara karşı alınan önlemlerle kazanç çok daha büyük olacaktır. Genel güvenlik için alınacak olan herhangi bir tedbir, bazıları çok yoksul, bazıları beceriksiz ya da kötü niyetli olan üç yüz medeni köylü ailesi arasında uygulanamamaktadır. Nitekim her yıl tek bir hanenin ihtiyatsızlığının tüm köyün yangın felaketine uğramasına, bir enfeksiyonun tüm büyükbaş hayvanlara bulaşmasına neden olduğu bir vakıadır.

Topluluk işbirliği yapmadığı için hayvanlara ve böceklere karşı önlem almak da bir hayaldir; malum, kurtları avlamak onların üremelerine engel değildir. Benzer bir biçimde, ambarlarınızdaki fareleri yok edebilirsiniz, ama tedbir alınmadığı takdirde, fareden arındırılmamış olan bu bölge kısa sürede yine farelerin istilasına uğrar. Bu gibi şeyler, belediye başkanları tarafından her yıl emredildiği halde, asla icra edilmediği için tırtıllardan bile kurtulamayan bir medeniyette imkânsızdır. Oysa ortaklık yoluyla oluşturulmuş bölgede, bir avuç tırtıl bile bulamazsınız; bu böcek, toplu tedbir alınması halinde bile ancak üç yılda yok edilebilen bir böcektir.

Ortak yönetim, üretken addettiğimiz ekonomilerin gelişmesine yol açar; örneğin tarımla uğraşan bir köydeki üç yüz aile, bir yılda bir kez değil, yirmi kez pazarlara gönderilir. Köylü pazaryerinde ve tavernalarda oyalanmaktan hoşlanır; bir kile fasulyeden başka bir şeyi olmasa da tüm gününü şehirde geçirir. Ve üç yüz aile için bu, ulaşım masrafı hariç, ortalama altı bin işgünü kaybı demektir. Bu da bin beş yüz kişilik bir falanksın aynı iş için yaptığı masraftan yirmi kat daha fazladır...

Az önce aktardığım tasarruf örneklerinin hepsi zaten bilinen faaliyetlerle veya hizmetlerle ilgilidir; daha pek çok faaliyet veya hizmet devreye sokabilir, sonra da vazgeçebiliriz; ben bunları, pozitif olan öncekilerin aksine, negatif tasarruflar ya da hizmetten taviz vermeden çalışmayı azaltmak olarak adlandırıyorum.

Vazgeçilebilir nitelikte bazı hizmetleri ya da ortaklığın negatif kazançlarını tanımlayalım: Bunlardan biri büyük masraf gerektirdiği düşünülen hırsızlığa karşı tedbirdir.

Hırsızlık tehlikesi, bir köydeki üç yüz aileyi ya da en azından yüz aileyi duvarlar, engeller, kilitler, sınır işaretleri, köpekler, hendekler, gündüz ve gece bekçileri vb. verimsiz korunma masrafı yapmak zorunda bırakmaktadır. Bu yararsız ve pahalı araçlar, hırsızlığı ortadan kaldıran ama hırsızlık tehlikesine karşı önlem alan ortaklıkta söz konusu olmayacaktır…

Birliğin sahip olduğu koşullarda, para hariç, çalınan eşyalardan hırsızların kazanç elde etmesi mümkün olmayacaktır. Konfor içinde yaşayan ve onur duygusu aşılanmış olan bir halk, hırsızlık yapmayı aklından bile geçirmez. Meyve hırsızlığına tabiatları gereği mütemayil olan çocukların bile, asosyatif devlet içinde, tek bir elma çalmadıkları görülecektir.

Hırsızlığın yol açtığı zararı meyve olayından hareketle analiz edelim: Kalabalık şehirlerdeki marketlerin olgunlaşmamış, sağlıksız, özellikle de çekirdekli meyvelerle dolu olduğu herkesin malumudur. Köylüler meyveleri zamanından evvel topladıkları için bu bitkisel cinayetten sorumlu tutularak kınanınca, “eğer olgunlaşmalarını beklesek çalınırlar,’ diye cevap verirler. Bu tür hırsızlıkların, kamu düzenlemesi çerçevesinde, bağbozumunda yapılan tam ve anında toplama uygulamasıyla toplanan üzümlerden elde edilen şarapların kalitesine halel getirdiğini yukarıda gösterdik. Hırsızlık, benzer biçimde, diğer meyvelerin zamanından önce toplanarak bozulmasına da yol açar. Yeşil, olgun ve geçkin meyvelerin birbirine karışmasını önlemek için uygun zamanda ve üç aşamalı toplama yapılmadığından meyveleri zarardan korumak zor, hatta imkânsızdır. İyi meyve yetiştiricilerinin ve bilimsel metotların olmaması, zarardan korunabilmiş meyve miktarının yirmide bire düşmesine ve dolayısıyla, genel olarak ziraatta, aynı oranda azalmaya yol açar...

Fourier, mevcut kapitalist düzenin şartları altındaki emek ile onun ütopik falanksındaki emek arasındaki belirgin farklılığa dikkat çeker.

Medeni mekanizma2 içinde her yerde bileşik mutluluk yerine, bileşik mutsuzluk var. Bu durumu işgücü yönünden değerlendirelim. Kutsal kitap der ki, bu bir cezalandırmadır; Âdem ve evlatları ekmeklerini alın teriyle kazanmakla yükümlüdür. Bu zaten başlıbaşına bir dert; ancak bir lokma ekmek için emek verme şansımız bile yok! Emekçi yaşamak için muhtaç olduğu işten yoksun olarak, boş yere mihnet ediyor! Bazen kendisi için değil, işvereni için çalışıyor veya hiç bilmediği işler yapmak zorunda kalıyor. (…) Medeni işçinin üçüncü derdi, işvereninin ağır iş koşulları nedeniyle hastalanması. (…) Beşinci derdi, iğrenç bir işte çalıştığı için ihtiyaçlarını karşılayamıyor olması nedeniyle küçümsenmesi ve kendisine bir dilenci gibi davranılmasıdır. Altıncı ve son derdi, aldığı ücret yeterli olmadığı gibi, ücret artışı umudunun da olmaması, dolayısıyla, mevcut sıkıntısına ilaveten gelecek derdine düşmesidir.

Buna rağmen çalışmak, aslında tembelliği seçmekte tamamen özgür olan kunduzlar, bal arıları, yaban arıları, karıncalar gibi çeşitli yaratıkları mutlu eder ama Tanrı onlara onları çalışmaya iten ve mutluluğu çalışmakta bulmalarına yol açan bir sosyal mekanizma bahşetmiştir. Neden bize de böyle bir lütufta bulunmamıştır? Bu hayvanların üretim ortamıyla bizimki ne kadar da farklıdır! Bir Rus, bir Cezayirli kamçı ya da falakadan korktuğu için; bir İngiliz, bir Fransız ev halkını tehdit eden kıtlıktan korktuğu için; özgürlükleriyle övülen Yunanlılar ve Romalılar ise, kolonilerdeki siyahiler gibi, birer köle olarak korkudan çalışmışlardır.

Birlikteki çalışma düzeni, mevcut iğrenç ve itici çalışma şartlarından her bakıma farklı olmalı ve çalışmayı cazip hale getirmelidir. Bunun sağlanabilmesi için şu yedi şart yerine getirilmelidir:

1. Her işçi, emeğinin karşılığı ücretle değil, kâr payıyla ödenen bir iş ortağı olmalıdır.

2. Her erkek, kadın ya da çocuk, üç unsurla, sermaye, emek ve yetenek ile orantılı olarak hakkını alır.

3. Tarım ya da imalat işlerinde (bir defada) bir buçuk ila iki saatten daha uzun süre çalışmak imkânsız olduğundan, çalışma aralıkları günde sekiz kez olarak belirlenmelidir.

4. İşler, kendiliğinden bir araya gelen ve birbiriyle dostça rekabet eden ekiplerce yürütülmelidir.

5. Atölyeler ve çiftlikler, işçilere zarafet ve temizliğin albenisini sunacak şekilde düzenlenmelidir.

6. İşbölümü, cinsiyet ve yaş titizlikle dikkate alınarak, işçilerin kendilerini işe adayabilmelerini mümkün kılacak şekilde yapılmalıdır.

7. Bu iş bölümü, dürüst ve yetenekli olduğunu kanıtlayan her erkek, kadın ve çocuğun istediği iş dalında çalışma hakkını kullanmasına izin verebilmelidir.

Sonuç olarak, bu yeni düzende insanlar esenliğin, bugün ve gelecek için asgari yeterin garantisine sahip olur, tedirginlikten kurtulurlar.

Keşfettiğim ortaklık mekanizmasının tüm bu özellikleri haiz olduğunu ilan ederim.

* Charles Fourier, Selections, Swan Sonnenschein, 1901.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.