Pozitif Felsefe
Pozitif felsefenin gerçek doğasını ve kendine has karakterini uygun şekilde göstermek için, kendi bütünlüğünde düşünülmüş, insan zihninin kademe kademe ilerleyen gelişimine genel olarak göz atmak gerekir, çünkü bir kavram yalnızca kendi tarihi sayesinde iyi bir biçimde bilinebilir.1
İnsan zihninin en basit olan ilk gelişiminden günümüze kadar eksiksiz gelişimini bu şekilde değişik etkinlik alanlarında incelerken, bu gelişimin değişmez bir zorunlulukla bağlı olduğu ve gerek bizim organizasyonumuzun bilgisiyle donatılmış rasyonel kanıtlar üzerine, gerekse geçmişin dikkatli bir biçimde incelenmesinin sonucu olan tarihsel doğrulamalar üzerine sağlam bir biçimde kurulabilir görünen temel bir yasa keşfettiğimi sanıyorum. Bu yasa tüm temel kavramlarımızın her birinin, her bilgi branşımızın art arda üç farklı teorik halden geçmesine dayanır; teolojik ya da kurgul hal; metafizik ya da soyut hal; bilimsel ya da pozitif hal.2 Başka bir deyişle, insan zihni, doğası gereği, tüm araştırmalarında, her şeyden önce karakterleri farklı olan ve hatta kesinlikle birbirine zıt olan bu üç felsefe yapma yöntemini kullanır; önce teolojik yöntem sonra metafizik yöntem, ve son olarak pozitif yöntem. Bundan dolayı, üç çeşit felsefe ya da tüm fenomenlere dair üç çeşit genel kavramlar sistemi birbirlerine ters düşer: Birincisi, insan zihninin zorunlu hareket noktasıdır; ikincisi, insan zihninin sabit ve belirgin halidir; üçüncüsü, yalnızca bir geçişi teşkil eder.
Teolojik halde, araştırmalarını her şeyden önce varlıkların kendine has doğasına, kendisini etkileyen her şeyin ilk ve son nedenlerine, tek kelimeyle, mutlak bilgilere yönelten insan zihni, fenomenleri, keyfi müdahalesi evrenin tüm görünür anormallikleri açıklayan doğrudan ve sürekli doğaüstü etmenler (az ya da çok sayıda) tutumunun ürünü olarak gözünde canlandırır.
Metafizik halde -ki esasında, ilkinin basit genel bir dönüşümünden başka bir şey değildir- doğaüstü etkenlerin yeri soyut güçlerle, dünyanın çeşitli varlıklarının içinde olan gerçek kendiliklerle (cisimleştirilmiş soyutlamalar) doldurulmuş ve bu etkenler, açıklaması o zaman herkes için uygun olan kendiliği belirtmekten ibaret fenomenlere bizzat kendi başlarına neden olmaya elverişli olarak tasarlanmışlardır.
Son olarak, pozitif halde, mutlak kavramları elde etmenin imkânsızlığını kabul eden insan zihni, kendini, yalnızca, iyi düzenlenmiş akıl yürütmenin ve gözlemin kullanımıyla, fenomenlerin gerçek yasalarını, yani onların değişmez art arda geliş ve benzeşim ilişkilerini keşfetmeye adamak için, evrenin başlangıcını ve yöneldiği yeri aramaktan ve fenomenlerin asıl nedenlerini öğrenmeye çalışmaktan vazgeçer. Şu halde, kendi gerçek sınırlarına indirgenmiş fenomenlerin açıklanması işi, bundan böyle artık, bilimin ilerleyişinin gitgide sayısını azaltmaya yöneldiği çeşitli özel fenomenlerle kimi genel olgular arasındaki bir ilişkiden başka bir şey değildir.
Teolojik sistem, bir tek varlığın kutsal eylemini, ilk başta tasarlanmış bağımsız kutsallar oyununun yerine koyduğunda ulaşabileceği en yüksek olgunluğa erişmiştir. Aynı şekilde, metafizik sistemin son sınırı, çeşitli özel kendilikler yerine tek bir büyük kendiliği, yani tüm fenomenlerin kaynağı olarak düşünülen doğayı tasarlamaktan ibarettir. Keza pozitif sistemin durmadan yaklaştığı olgunluk -her ne kadar bu olgunluğa ulaşmayı asla düşünmediği olası ise de- örneğin yer çekimi gibi tek bir genel olgunun özel durumları olarak gözlemlenebilen değişik fenomenlerin hepsini ele alabilmek olacaktır.
İnsan zihnin gelişimi ile ilgili bu temel yasayı özel olarak göstermenin ve ondan en önemli sonuçları elde etmenin yeri burası değildir. Biz bunu, bu dersin sosyal fenomenlerin incelenmesi ile ilgili bölümünde, uygun şekilde geliştirerek doğrudan doğruya tümüyle ele alacağız.
İlk planda, bana öyle geliyor ki, bilimlerin genel tarihinin derinleştirilmiş bir bilgisine sahip olan herkes tarafından doğruluğu onaylansın diye böylesi bir yasayı açıklamak yeterlidir. Aslında, geçmişte her şeyden önce metafizik soyutlamalardan oluşmuş ve değeri yeniden artarken teolojik kavramlar tarafından hemen bastırılmış bir tek bilim yoktur ki herkesin kolaylıkla gözünde canlandıramayacağı pozitif hale bugün erişmiş olsun. Hatta maalesef, bu kursun çeşitli bölümlerinde, en olgun bilimlerin bile bu ilk iki halin çok önemli izlerini bugün hâlâ muhafaza ettiğini daha çok görmek fırsatına sahip olacağız.
Zaten bugün, insan zihninin bu genel dönüşümü, dolaylı da olsa çok duygusal bir biçimde, bireysel zihnin gelişimi incelenerek ortaya konulabilmiştir. Bireyin eğitimindeki hareket noktası türünki ile zorunlu olarak aynı olduğundan bireyinkinin farklı temel evreleri türünkinin başlıca dönemlerini göstermelidir. Oysa her birimiz özgeçmişimize şöyle bir baktığımızda, en önemli kavramlarımız konusunda sırasıyla; çocukluğumuzda tanrıbilimci, gençliğimizde metafizikçi ve yetişkinliğimizde fizikçi olduğumuzu hatırlamıyor muyuz? Bu gözlem tüm insanlar için kendi çağları çerçevesinde geçerlidir.
Ama bu yasanın kesinliğini kanıtlayan bu doğrudan, genel ya da bireysel gözlemlerden ayrı olarak, onu gerekliliğini hissettiren, bu kısa açıklamadaki teorik düşüncelerden özellikle söz etmem gerekir.
Konunun bizzat doğasından alınmış bu düşüncelerin en önemli yanı, her çağda, olguları birbirine yaklaştırmak için, kesin bir imkânsızlıkla birleşen herhangi bir teori gereksinimine ve insan zihni kökenine yakınlaştırmak için teorilerin gözlemlere göre oluşması ihtiyacına dayanır.
Bacon’dan beri tüm iyi zihinler, yalnızca gözlemlenmiş olgulara dayanan bilgilerin gerçek bilgi olduğunu tekrarlarlar. Bu temel özdeyiş, zihnimizin olgun durumuna gerektiği gibi uygulanırsa kesinlikle tartışma götürmezdir. Ama bilgilerimizin oluşumuna dayandırıldığından, insan zihninin, ilkel durumunda, böyle düşünmediği ve böyle düşünmesi de gerekmediği en az bunun kadar kesindir. Çünkü bir yanda her pozitif teori ne denli zorunlu olarak gözlemler üzerine kurulmuş olmalıysa, diğer yanda aynı hassasiyetle, zihnimiz, gözleme girişmek için herhangi bir teoriye o denli ihtiyaç duyar.
Eğer fenomenleri izlerken onları doğrudan doğruya birkaç ilkeye hiç bağlamasaydık, yalnızca bu yalıtılmış gözlemleri düzenlemek ve sonuç olarak onlardan bir ürün elde etmek bizim için imkânsız olmakla kalmayacak aynı zamanda onlara tamamıyla egemen olmaya yetenekli olamayacaktık; ve böylece olgular, çoğu zaman bizim gözlerimizle görülmemiş kalacaklardı.
Böylece, gerçek teorilerin oluşması için gözlem yapmanın gerekliliği ve en az bunun kadar zorunlu olan, kendi başlangıcı üzerine sürekli gözlemlere girişmek için herhangi teorilerin gerekliliği arasından sıkışmış zihni, her ne kadar çabalarında bir birleşme noktası sunan ve çalışmasına yol açan teolojik kavramların kendiliğinden gelişimiyle seve seve bir çıkış açılsa da, kendini asla bir çıkış yolu bulamayacağı bir çemberin içinde kapatılmış bulacaktır. Ona atfedilen hatta bu noktada göstermem gerekmeyen yüksek toplumsal düşüncelerden ayrı olarak, ilk felsefenin saf teolojik karakterinin gerekliliğini gösteren temel neden budur.
Bu gereklilik, insan zihninin, emekleme çağında, tüm çalışmalarını çok yüksek düzeyde üzerinde yoğunlaştırdığı araştırmaların gerçek doğası ile teolojik felsefenin mükemmel uyumunu düşünürken yine kendini gösterir. Araçlarımızın erişemeyeceği en köklü sorunlar, varlıkların asıl doğası, tüm fenomenlerin, yani açık bir biçimde zihnimizin, özellikle bu ilk halde, kendine saptadığı fenomenlerin başlangıcı ve sonu, üzerinde ciddi bir biçimde düşünülmeye neredeyse değer görülmeyen gerçekten çözülebilir problemler aslında oldukça dikkate değerdir. Bunun nedenini anlamak kolaydır, çünkü bize güçlerimizin ölçüsünü gösterebilen yalnızca deneydir ve eğer insan ondan abartılı bir görüş elde ederek işe koyulmuşsa, bu güçler ulaşabilecekleri tüm gelişime asla ulaşamamışlardır. Bunu organizasyonumuz zorunlu kılar. Ama her ne olursa olsun, böylesine evrensel ve böylesine belirgin bu organizasyonu mümkün olduğu kadar gözümüzde canlandıralım ve en büyük tutkusu fenomenlerin yasalarını keşfetmek olan ve kendine özgü karakteri, teolojik felsefenin onun tersine en küçük detaylarına kadar hayran olunacak derecede kolaylıkla açıkladığı tüm yüce gizemleri insan zihnine kesinlikle yasaklamış olarak görmek olan pozitif felsefeyi, olgunlaştığı varsayılan böylesi bir çağın nasıl karşılayacağını kendi kendimize soralım.
İnsan zihniyle ilk olarak meşgul olan araştırmaların doğasını pratik bakış açısıyla incelerken de durum aynıdır. Bu bakımdan, bu araştırmalar insana, insanla ilgili tüm fenomenlerde varoluşumuzla özel ve sürekli ilişkileri gösteren ve kullanımımıza yönelik olarak tasarlanmış olan, dış dünya üzerine sınırsız bir gücün şiddetli çekiciliğini sunar. Oysa teolojik felsefenin yol açtığı ve pozitif felsefenin ilk etkisinin sonsuza dek ortadan kaldırıldığı bu düşsel umutlar, insanın evrendeki önemiyle ilgili bu abartılmış düşünceler, başlangıçta birer uyarıcıdırlar, bu uyarıcı olmaksızın insan zihninin başlangıçta güç işlerde karar kılmış olduğu kesinlikle anlaşılamayacaktı.
Bugün bu ilk düzenlemelerden öylesine uzaklaşmış durumdayız ki (en azından fenomenlerin çoğu konusunda), benzer düşüncelerin etkisini ve gerekliliğini tam olarak gözümüzde canlandırmakta güçlük çekiyoruz. Şimdi insan aklı, astrolog ve simyacıların tasarladıkları, imgelemi etkileyebilecek hiçbir tuhaf amacı düşünmeksizin zahmetli bilimsel araştırmalara girişebileceğimiz kadar olgundur. Zihinsel etkinliklerimiz fenomenlerin yasalarını keşfetme umuduyla ve bir teoriyi doğrulamak ya da çürütmek isteğiyle yeterince uyarılmıştır. Ama bunun, insan zihninin emekleme çağında olması mümkün değildi. Astrolojinin çekici boş düşünceleri ve simyanın güçlü düş kırıklıkları olmaksızın, örneğin bir ya da başka bir fenomen sınıfının pozitif teorilerine temel teşkil eden uzun soluklu gözlemlerin ve deneylerin sonuçlarını elde etmek için gerekli sabrı ve diriliği nereden bulacaktık?
Zihinsel gelişimimizin bu durumu, uzun zamandan beri Kepler tarafından astronomi için ve günümüzde de haklı olarak takdir toplayan Berthollet tarafından kimya için içten duyulan bir şey olmuştur.3
Bu düşünceler sayesinde, pozitif felsefenin insan zihninin sürekli yöneldiği gerçek son durumu olup olmadığı görülür. İnsan zihni, zorunlu olarak, ilk başta uzun yıllar boyunca gerek yöntem, gerekse geçici doktrin olarak, karakteri kendiliğinden olmak olan ve bizzat bununla başlangıçta mümkün olan ve gelişmeye başlayan zihnimize bir fayda sunmuş olan tek felsefeyi, yani teolojik felsefeyi en az pozitif felsefe kadar kullanmak zorunda kalmıştır. Bu geçici felsefeden son felsefeye geçmek için insan zihninin geçiş felsefesi olarak metafizik yöntemleri ve doktrinleri doğal olarak kabul etmek zorunda kaldığını sezmek şimdi daha kolaydır. Bu son düşünce, belirttiğim büyük yasanın genel görünümünü tamamlamak için kaçınılmazdır.
Yalnızca, neredeyse belirsiz adımlarla ilerlemek zorunda olan zekâmızın, teolojik felsefeden pozitif felsefeye aniden ve bir aracı olmaksızın geçemediği aslında kolayca anlaşılır. Teoloji ve fizik çok derin bir biçimde birbirlerine aykırıdırlar, görüşleri karşılıklı olarak çok derin bir zıtlığı içerir. İnsan zihni bu görüşlerden birini kullanmak için diğerini kullanmadan önce, karma bir karaktere sahip ve bu sayede kademe kademe bir geçişi gerçekleştirmeye özgü aracı görüşleri kullanmak zorunda kalmıştır. Metafizik görüşlerin doğal yönelimi böyledir; başka bir faydaya sahip değildirler. Her ne kadar metafizik ilk başta birincisinin türümü olarak düşünülmüş olsa da, insan fenomenlerin incelenmesinde, doğaüstü yönetici etkinin yerine bununla ilgili olan ve ayrılmaz bir kendilik koyarak, bu metafizik etkenlerin nosyonları, her doğru zihnin gözünde, artık fenomenlerin soyut isimlerinden başka bir şey olmayacak derecede çok ince düşünülmüş olduğundan, yalnızca fenomenlerin bizzat kendisini düşünmeye yavaş yavaş alışmıştır. Zekâmızın kesinlikle doğaüstü olan düşüncelerden yalnızca doğal olan düşüncelere ve teolojik rejimden pozitif rejime geçmesini sağlayabilecek bir başka yöntem düşünmek imkânsızdır.
Bu noktada yersiz olacak özel bir tartışmaya elimden geldiğince girmeksizin insan zihninin gelişiminin genel yasasını düşündüğüm şekilde ortaya koyduktan sonra, bu söylemin temel konusu olan şeyi, yani pozitif felsefenin kendine has doğasını kavramak şimdi sizin için daha kolay olacaktır.
Bundan önceki bölümde, gerek ilk, gerekse ereksel nedenleri araştırmanın bizim için kesinlikle erişilmez ve anlamsız olduğunu düşünerek, pozitif felsefenin temel karakterinin, kesin olarak keşfedilmeleri ve mümkün olan en az sayıya indirgenmeleri çabalarımızın amacı olan temel fenomenlerin değişmez doğa yasalarına bağlı bulunduğunu düşünmek olduğunu gördük. Gözlem bilimlerini biraz derin bir biçimde incelemiş olan herkes için şu an aşikâr hale gelmiş bir ilke üzerinde çok fazla durmak yararsızdır. Pozitif açıklamalarımızda hatta en eksiksizlerinde, aslında hiçbir zaman fenomenleri doğuran nedenleri göstermek savında olmadığımıza ve güçlüğü azaltmaktan başka bir şey yapamadığımıza göre, yalnızca bu fenomenlerin oluşum koşullarını kesin bir biçimde analiz etmek ve olağan ardışıklık ve benzeşim ilişkileriyle onları birbirine bağlamak iddiasında olduğumuzu herkes bilir.
Öyleyse buna en güzel örnek, evrenin genel fenomenlerinin elverdiği ölçüde, Newton’un yerçekimi yasasıyla açıklanmasıdır diyebiliriz. Çünkü bir yanda, bu güzel teori bize yalnızca, farklı bakış açılarıyla düşünülmüş tek ve aynı bir olgu (tüm moleküllerin kitlelerine doğru orantılı olarak ve mesafelerinin karelerine ters orantılı olarak birbirlerine doğru değişmez akışı) olarak astronomik olguların tüm içkin çeşitliliğini gösterirken, diğer yanda, bu genel olgu bize oldukça aşikâr gelen ve yalnızca bu yüzden eksiksiz bir biçimde bildiğimizi sandığımız bir fenomenin, yani yeryüzündeki cisimlerin ağırlığının basit bir genellemesi olarak gösterilir. Bu çekimin ve bu ağırlığın özlerinde ne olduklarını, nedenlerinin neler olduğunu belirlemeye gelince, bunlar her zaman çözülemez olarak düşündüğümüz, artık pozitif felsefenin kapsamında yer almayan ve bizim sağduyulu bir biçimde Tanrıbilimcilerin imgelemine ve metafizikçilerin inceliğine bıraktığımız sorulardır. Ne zaman bu konuda gerçekten rasyonel bir şey söylenmeye kalkışılsa, en üstün zihinler çekim için, onun yalnızca evrensel bir ağırlık olduğunu ve sonra ağırlık için, onun basit bir biçimde yerçekimine dayandığını söyleyerek, bu iki ilkeden birini diğeri ile göstermekten başka bir şey yapmamaları böylesi çözümleri elde etmenin olanaksızlığının açık kanıtıdır. Şeylerin öz doğası ve fenomenlerin üreme biçimi bilinmek istenildiğinde, insanı güldüren böylesi açıklamalar, yine de çok uzun zamandır aralarında hiçbir ilişki yokmuş gibi düşünülmüş iki fenomen düzenini bize özdeş olarak gösterdiği için elde edebildiklerimizin tümünden daha tatmin edicidir. Bugün hiçbir aklı başında zihnin daha ileriye gitme olanağı yoktur.
Bu dersin detaylı bir biçimde açıklamayı amaçladığı pozitif felsefe anlayışını bu genel özette elimden geldiği kadar eksiksiz bir biçimde belirginleştirdikten sonra, şimdi, kuruluşunun bugün hangi düzeye eriştiğini ve kurulmasını tamamlamak için geriye yapılacak neyin kaldığını incelemem gerekiyor. Bu amaçla, ilk önce farklı bilgi branşlarımızın yukarıda gösterilmiş olan gelişimlerinin üç büyük evresini aynı hızda baştan başa geçmek ve sonuç olarak aynı anda pozitif hale ulaşmak zorunda olmadıklarını göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bu bakımdan, farklı kavram türlerimizin gelişimleri boyunca izledikleri ya da izlemek zorunda kaldıkları ve daha önce eksiksiz bir biçimde gösterdiğimiz temel yasanın kaçınılmaz tamamlayıcısı olan zorunlu ve değişmez bir sıra vardır. Bu sıra gelecek derste incelenecektir. Şimdilik onun, fenomenlerin farklı doğasına uygun olduğunu ve farklı olmalarına rağmen aynı amaca hizmet eden üç düşünce, yani fenomenlerin genellik, basitlik ve karşılıklı bağımsızlık basamağıyla belirlendiğini bilmekle yetinelim. Öyleyse, ilk önce diğerlerine göre en genel, en basit ve en bağımsız olan astronomi fenomenleri ve ardından sırasıyla aynı nedenlerden dolayı tam tabiriyle yer fiziğinin fenomenleri, kimyanınkiler ve son olarak fizyoloji fenomenleri pozitif teorilere indirgenmişlerdir.
Aslında, dört fenomen kategorisinde (astronomi, fizik, kimya ve fizyoloji fenomenleri), üstü kapalı bir biçimde fizyoloji fenomenleri arasında yer alsalar da, gerek taşıdıkları önem, gerekse incelenmeleri konusundaki güçlükler nedeniyle ayrı bir kategori teşkil etmeyi hak eden sosyal fenomenlere ilişkin temel bir eksiklik görülür. En özel, en karmaşık ve diğerlerinin tümüne en çok bağımlı olan fenomenlere ilişkin bu son kavramlar düzeni, bizzat bu yüzden, kendinden öncekilere göre zorunlu olarak daha yavaş hatta, daha sonra inceleyeceğimiz daha özel engellere maruz kalmaksızın olgunlaşmak zorunda kalmıştır. Ne olursa olsun, bu kavramlar düzeninin pozitif felsefe alanına hiç girmemiş olduğu kesindir. Tüm fenomen türleriyle ilgili olarak gerek inceleme aracı, gerekse bizzat yalnızca kanıtlama aracı olarak şu an hiç kimse tarafından kullanılmayan teolojik ve metafizik yöntemlerin bu konudaki yetersizlikleri çoktandır fark edilmiş olmasına rağmen, kutsal hak ve halkın egemenliği konusundaki bitmez tükenmez tartışmalardan bıkmış tüm iyi zihinler tarafından her ikisi de yalnızca sosyal fenomenlerle ilgili konularda hâlâ kullanılmaktadırlar.
İşte, pozitif felsefenin kuruluşunu tamamlamak için giderilmesi gereken büyük ama tek eksiklik. İnsan zihni, gerek mekanik, gerek kimyasal olarak yer ve gök fiziğini; ayrıca gerek bitkisel, gerekse hayvansal olarak da organik fiziği kurmuş olduğuna göre, geriye yapması gereken, sosyal fiziği kurarak gözlem bilimleri sistemini tamamlamak kalmıştır. Bugün zihnimizin en büyük ve en acil ihtiyacı ve bu dersin başlıca özel amacı (bunu söylemek cesaretini kendimde görüyorum) budur.
Sosyal fenomenlerin incelenmesine ilişkin olarak göstermeye çalışacağım ve bu söylemin, özünü sezinletir gibi olduğunu umduğum kavramlar, doğa felsefesinin daha önceki branşlarıyla aynı seviyede bir olgunluğu sosyal fiziğe doğrudan doğruya vermek -ki bu kuşkusuz bir hayal olacaktır- amacına yönelik olmaları mümkün değildir, zira bu branşlar arasında da olgunluk açısından zaten büyük bir eşitsizlik vardır. Ama bu kavramlar, bilgilerimizin bu son sınıfına, daha önce diğerleri tarafından elde edilen bu son sınıfına, daha önce diğerleri tarafından elde edilen bu pozitif karakteri vermeye yönelecektir. Eğer bu koşul birgün gerçekten yerine getirilirse, modernlerin felsefi sistemi kendi bütünlüğünde kurulmuş olacaktır, çünkü bu andan itibaren, gözlemlenebilir hiçbir fenomen, kuşkusuz, astronomik, fiziksel, kimyasal, fizyolojik ve sosyal fenomenlerden oluşmuş beş kategoriden birinin içine girmekten geri kalmayacaktır. Tüm temel kavramlarımız tek biçimli hale geldiğinden, felsefe şüphesiz pozitif hale getirilecektir, çünkü ona kaçınılmaz olarak yeni gözlemlerden doğan ve sürekli artan kazanımlarla, karakterini hiç değiştirmeksizin, durmadan gelişmekten başka bir şey kalmayacaktır. Pozitif felsefe, daha önce yoksun olduğu evrensellik karakterini elde ettikten sonra, tüm doğal üstünlüğü sayesinde, böylesi bir üstün tutulma nedeninden yoksun olan ve bizim ardıllarımız için yalnızca tarihsel bir varoluş olacak teolojik ve metafizik felsefenin yerini almaya tamamıyla yetenekli hale gelecektir.
Son olarak, şu andan itibaren pozitif felsefe dediğim şeyin dahilinde göstermem gereken ve bugün bu felsefe pratik açıdan en önemli felsefe olduğuna göre, şüphesiz genel ilgiyi hak etmeyi tüm diğerlerine olduğundan daha çok borçlu olduğu dördüncü ve sonuncu bir temel özellik, bu felsefenin en uygar ulusların uzun zamandan beri içinde bulunduğu kriz halini sona erdirmesi gereken toplumsal yenilenmenin tek sağlam temeli olarak düşünülebilmesidir.
Düşüncelerin dünyayı yönettiğini ve altüst ettiğini ya da başka bir değişle, tüm sosyal mekanizmanın sonuçta görüşler üzerine kurulduğunu, bu eserin okurlarına kanıtlama gereğini asla duymayacağım. Onlar özellikle günümüz toplumlarının büyük politik ve tinsel bunalımının son çözümde zihinsel anarşiye dayandığını bilirler. Bizim en ciddi hastalığımız esasında, sabitliği gerçek bir sosyal düzenin ilk koşulu olan tüm temel özdeyişlere bağlı olarak, şu an tüm anlayışlar arasında var olan bu derin ayrıma dayanır. Bireysel zihinler, toplu bir onamayla, ortak bir toplumsal doktrin oluşturmaya elverişli belirli bir genel düşünceler bütününü benimsemedikleri sürece, ulusların durumunun onaylanabilecek tüm geçici politikalara rağmen her şeyden önce zorunlu olarak devrimci kalacağı ve yalnızca geçici kurumlar içereceği görmezlikten gelinemez. Aynı şekilde, eğer ilkeleri ortak olan bu anlayış birliği bir kez elde edilebilirse, en büyük düzensizlik önceden bunun sayesinde giderildiğinden, uygun kurumların zorunlu olarak hiçbir sarsıntıya yol açmaksızın bundan doğacakları kesindir. Öyleyse, gereçten normal bir durumun önemini kavrayan herkesin dikkatinin yönelmesi gereken yer burasıdır.
Şimdi, ders boyunca belirtilen farklı düşüncelerin bizi aşama aşama yerleştirdiği seçkin bakış açısından, hem toplumun mevcut durumunu kendi derinliğinde belirginleştirmek hem de bu durumdan onu özünden değiştirebilecek yolların hangileri olduğunu çıkarsamak kolaydır. Bu dersin başında gösterilen yasaya bağlı olduğumdan, zihinlerin günümüzdeki düzensizliğinin son çözümde kökten bir biçimde uyuşmaz olan üç felsefenin (teolojik felsefe, metafizik felsefe, pozitif felsefe) aynı anda kullanımına bağlı olduğunu açıklayarak toplumun güncel durumuna ilişkin tüm gözlemleri tam olarak özetleyebileceğimi düşünüyorum. Aslında, hiç kuşku yok ki, bozukluk genelde tamamıyla gerçek bir örgütlenmenin yokluğuna dayandığında, eğer bu üç felsefeden biri gerçekten evrensel ve kesin bir üstünlük elde etseydi, belirli bir toplumsal düzen var olacaktı. Hiçbir temel noktada kesin bir biçimde uzlaşamamanın nedeni, bu birbirine zıt üç felsefenin bir arada var olmasıdır. Oysa, eğer görme biçimi eksiksiz ise, söz konusu olan bu üç felsefeden hangisinin şeylerin doğası gereği üstün olduğunu ya da üstün olması gerektiğini bilinmelidir; sağduyulu her insan sorunun çözümünden önce şahsi görüşü ne olursa olsun, bu üstün olan felsefenin başarısı için yardım etmeye var gücüyle çabalamalıdır. Araştırma, bir kez bu basit sınırlara indirgenmiş olduğundan, zorunlu olarak uzun süre belirsiz kalacakmış gibi görünmüyor, çünkü önemli olanları arasından birkaçını belirttiğim farklı farklı nedenlerden dolayı pozitif felsefenin şeylerin düzenli akışına göre üstün gelmeye yönelmiş tek felsefe olduğu açıktır. Karşıtları durmadan çökerken, art arda gelen uzun yüzyıllardan beri durmadan gelişen bu felsefedir. Geçerli bir nedenin olup olmaması pek önemli değil, genel olgu kesin ve yeterlidir. Buna üzülmek mümkündür ama bunu ne yıkmak ne de sonuç olarak önemsememek imkânsızdır, aksi yalnızca aldatıcı spekülasyonlardan ibarettir. İnsan zihninin bu genel dönüşümü bugün neredeyse bütünüyle tamamlanmıştır; daha önce de açıkladığım gibi, artık geriye yalnızca, pozitif felsefeyi, içine sosyal fenomenlerin incelenmesini de dahil ederek tanımlamak ve ardından onu tek bir homojen doktrin kütlesi olarak özetlemek kalmıştır. Bu iki çalışma yeterince ilerlemiş olduğu zaman pozitif felsefenin kesin başarısı gerçekleşmiş ve aynı anda toplumda düzen sağlanmış olacaktır. En düzeyli olanlardan en kaba olanlar hemen hemen tüm zihinlerin belirsiz ve mistik kavramlardan yana değil de pozitif bilgilerden yana kullandıkları böylesine belirgin tercih, bu felsefenin henüz yoksun olduğu tek niteliği yani uygun bir genellik karakterini elde ettiği zaman, yeterince benimseneceğinin belirtisidir.
Özet olarak, bugün teolojik ve metafizik felsefe güçlerinin çok üstünde olan toplumu yeniden örgütleme konusunda çekişmektedirler; bu bakımdan mücadele yalnızca ikisi arasındadır. Buraya kadar pozitif felsefe tartışmaya yalnızca bu iki felsefeyi eleştirmek için girmiştir ve onları tamamıyla gözden düşürmek için bu görevi gereği gibi yerine getirmiştir. Yararsız hale gelmiş tartışmalardan daha uzun süre kaygı duymadan bu felsefeyi sonunda aktif bir rol alacak duruma getirelim. Bacon, Descartes ve Galileo ile başlamış büyük zihinsel operasyon tamamlandığından, bu felsefenin insan türünde, bundan böyle sürekli olarak üstün olmasını sağladığı genel düşünceler sistemini doğrudan doğruya kuralım; uygarlaşmış halkı hırpalayan devrimci bunalım sona erecektir.
* August Comte, Pozitif Felsefe Kursları, Sosyal Yayınlar, 2001, çev. Erkan Ataçay.