Politik Ekonominin Ulusal Sistemi*
Friedrich List (1789-1846), çok değişik hikâyelerle dolu bir kariyere sahip, Alman bir ekonomistti. Genç yaşlarda Württemberg’de devlet memurluğuna başladı ve yirmi sekiz yaşındayken Tübingen Üniversitesi’nde siyasi bilimler profesörü olarak görevlendirildi. Ne var ki ilerici düşüncelerine Metternich zamanında yer yoktu ve kısa bir süre sonra Birleşik Devletler’e kaçmaya zorlandı. Birleşik Devletler’de Alexander Hamilton’ın korumacı yazılarından etkilenen List, bir sure Pensilvanya imalat topluluğunun korumacı çıkarlarının sözcülüğünü üstlendi. Alman milliyetçiliğinin ağır basması üzerine ilk fırsatta ülkesine döndü ve demiryollarının önde gelen destekçisi, sanayileşme takipçisi ve Almanya’nın “genç imalatçılarının” savunucusu olarak isim yaptı. Asıl çalışması olan Politik Ekonominin Ulusal Sistemi (1841- The National System of Political Economy) kendi zamanında çok az etki yaratmakla birlikte, 1870’li yıllarda Alman ekonomi politikasının gerçeği haline geldi. Yoksulluğun ve değerinin bilinmiyor olmasının çökerttiği List, 1846 yılında intihar etti.
Genç Bir Millet, Ekonomisini Nasıl Kalkındırabilir?
Politik ekonominin başka hiçbir kolu uluslararası ticaret ve ticari politika ile ilgilenen yaklaşım kadar, teori insanı ve uygulama insanı arasındaki büyük fikir ayrılığını ortaya koymamaktadır. Bu bilim alanında milletlerin bağımsızlığı, gücü ve dayanıklılığın yanı sıra refahı ve medeniliği ile ilgili eşit öneme sahip hiçbir konu yoktur. Fakir, zayıf ve geri kalmış ülkeler, diğerleri bu tür bir sistem isteğiyle daha yüksek bir seviyeden düşerken, makul bir ticari sistem ile nadir olarak güç ve servete ulaşamamıştır; milletler, ticari politikaları milliyetlerinin gelişimine ve güçlenmesine yardımcı olmadığı için bağımsızlıklarını ve politik varlıklarını bile kaybetmekteler.
Politik ekonomi ile ilgili sorunların içinde uluslararası ticaretin sorunları, sosyal ve politik ilerlemenin yanında keşif ve endüstriyel gelişim ne kadar hızlı olursa, durağan milletlerle ilerlemeci milletler arasındaki mesafenin artması da hızlı olacağı ve geride kalanı bekleyen tehlikeler daha büyük olacağı için günümüzde önceki dönemlerden daha çok ilgi çekmiştir. Geçmişte endüstrinin bu önemli kolunu tekel altına almak yüzyıllar aldıysa, günümüzde yün üretiminin daha önemli bir yere sahip olan pamuk üretiminin üstünlüğünü ele geçirmesi için yaklaşık on yıl yeterli olmuştur ve şimdi birkaç yıl içerisinde İngiltere Kıta Avrupası’nda bütün keten endüstrisini ele geçirebilir.
Dünya başka hiçbir çağda şu an egemen olan, bencil sistemi planlı bir şekilde izleyen, bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle dünyanın üretim ve ticaret sanayisini, önemli kolonilerini, denizlerin hâkimiyetini soğuran ve Hindularda olduğu gibi birçok insanı üretim ve ticaret esaretiyle karşı karşıya bırakan güç sahipleri kadar muazzam kaynaklara sahip başka bir üretim ve ticaret gücü [İngiltere] görmemiştir.
Bu politikanın sonuçlarıyla alarma geçen, daha da ötesi, tarihte gördüğümüz üzere, bu politikanın yol açtığı sarsıntıların zorladığı bir ada devleti olan Prusya, teorisyenler tarafından suçlu bulunan yasaklayıcı bir sistem içinde refaha ulaşmaya çalışarak üretim sanayisi için tam olarak olmasa da hazırlanmıştır. Peki, ödülü ne olmuştur? Milli refah.
Diğer taraftan, teorinin verdiği sözlerden cesaret alan ve korumacı sistem10 altında hızlı bir büyüme gösteren Amerika Birleşik Devletleri, limanlarını İngiltere’nin üreticilerine açmaya razı olmuştur ve bu rekabetin sonuçları ne olmuştur? Ticari felaketin belirli aralıklarla kendini göstermesi.
Bu tür bir deneyim, teorinin kendine atfettiği yanılmazlık ve uygulamaya yüklediği anlamsızlık ile ilgili şüphe uyandırmak, milletimizin yazdırılmış bir reçeteye uyunca bir yazım hatası yüzünden ölen hasta bir adam gibi teori hatası yüzünden yok olma tehlikesi içinde olacağı korkusunu yaratmak, bu övülen teorinin sadece, Truva atına gizlenmiş silahları ve askerleri saklama ve bizi koruyan duvarları kendi ellerimizle yıkmaya ikna etmek için şüphe uyandırmak üzere ayrıntılı olarak hesaplanmıştır.
Bu gerçek, hiç değilse ticari politika sorununun, bütün medeni milletlerde, kitaplarda ve yasama organlarında tartışıldığı 50 yıl boyunca ortaya konmuştur; Quesnay11 ve Smith’in teoriyi uygulamadan ayırmasından beri aradaki uçurum yok olmaktan ziyade her geçen yıl daha da büyümüştür. Uygulamanın takip etmesi gereken yola hiçbir ışık tutmayan bilim nasıl bir bilimdir? Yaşamın sözde meseleleriyle özgürce birbirine karışan ve kendinden öncekiler tarafından keşfedilen ve gün ışığına çıkarılan doğruyu anlayamayan dünya insanları kuşaktan kuşağa belirgin hataları doğruyla karıştırırken, bu bilimin profesörlerinin, zekâlarının verdiği büyük güçle her yerde sosyal hayat ve sanayiyle ilgili her şeye aşina olduklarını düşünmek mantıklı mıdır? Teori doğruya ve doğaya karşı olmasaydı, aslında gerçeğe bağlanmaya eğilimli olan uygulama insanlarının teoriye bu kadar uzun süre ve inatla karşı koymayacağını kabul etmek daha doğru değil midir?
Aslında, ticari politika ile ilgili olarak teori ve uygulama arasındaki çatışmanın uygulamanın olduğu kadar, teorinin de hatası olduğunu öne sürmekte tereddüt etmeyiz.
Teorisyenlerin ticari sistem olarak adlandırdıkları bu uygulama, evrensel faydayı ve sınırlamaların gerekliliklerini barındırmaya devam ederek tehlikeli bir hata yapmaktadır, çünkü bunlar belirli milletlerde ve bu milletlerin gelişimlerinin belirli sürelerinde faydalı ve gerekli olmuştur. Taraftarlar sınırlamaların araçtan başka bir şey olmadığını ve özgürlüğün gerçek anlamda son olduğunu anlayamamıştır. Bütün insanlığı değil, milletin kendisini; geleceği değil, şimdiyi göz önüne alırsak, bu, sadece politik ve millidir; felsefi algılama veya kozmopolit eğilimi yoktur.
Quesnay’ın ortaya attığı, Smith’in detaylı olarak ortaya koyduğu durumun tam tersine, egemen teori en uzak geleceğin kozmopolit ihtiyaçları hakkında özellikle endişelidir. Evrensel birlik ve tamamen serbest ticaret büyük ihtimalle yüzyıllar içinde gerçekleştirilebilir; bu nedenle, ortaya attıkları teori bunları şu an gerçekleştirilebilir olarak görmektedir. Bu teoriler günümüz gerekliliklerini ve milliyetçilik fikrini dikkate almayarak millet görüşünü ve sonuç olarak da bağımsızlık için bakış açısına sahip bir milletin eğitimini kaybetmektedir. Biricik kozmopolitliği içinde bu teori milleti veya millet refahını değil, daima milletlerin bütün ailesini ve bütün ırkın esenliğini göz önünde tutmaktadır; hükümetten nefret etmekte ve deneyim ve uygulamayı sadece rutin olarak suçlu bulmaktadır.12 Belirli yönelimlerine bugüne kadar karşılık vermeleri haricinde tarihi gerçekleri göz önünde bulundurmayarak sistemine karşı olan tarihi dersleri öğrenmemekte ve içeriğini bozmaktadır; bu genel olarak, İngiltere’nin ticari politikasıyla ilgili Methuen Anlaşması13 altındaki Deniz Ticareti Kanunu’nun etkilerini inkâr etme ve İngiltere’nin servet ve güce bu politikayla değil, bu politikaya rağmen sahip olduğu gerçeğine karşı durma gerekliliğinden kaynaklanmaktadır.
Bu sistemlerin birinde veya diğerinde neyin ayrıcalıklı olduğunu tamamen anladığımız zaman tehlikeli hatalarına rağmen uygulama, teorinin önerdiği hiçbir reformu kabul etmiyorsa şaşırmayız ve teorinin tarihin, deneyimin, hükümetin veya belirli bir milletin sesine neden kulak asmaya hevesli olmadığını anlarız. Bu belirsiz teori her yerde ve özellikle de varlığını en çok tehlikeye attığı milletler arasında ilan edilirse, çağın insancıl deneyler için belirlenmiş eğilimlerine ve felsefi sorunlarla ilgili çalışmalarına açıklık getirebilir.
Fakat bireylerin hayatında olduğu gibi milletlerin hayatında da ideoloji, deneyim ve gereklilik yanılsamaları için iki güçlü çare vardır. Yanılmıyorsak son zamanlarda büyük üretim ve ticaret gücüne sahip, serbest ticaretten faydalanmayı umut eden milletler önemli deneyimlerin eşiğindedir. (…)
List daha sonra hem Almanya hem de Amerika Birleşik Devletleri’nin “ulus kurma” sürecinin bir parçası olarak koruyucu ülkeler haline gelebileceği tahmininde bulunmuştur.
Milletlerin medeniyeti, politik eğitimi ve gücü büyük oranda ekonomik şartlarına bağlıdır; karşılıklı olarak, ekonomileri ne kadar gelişmişse millet o kadar medeni ve güçlü olacak, medeniyeti o kadar hızlı ilerleyecek, gücü o kadar artacak ve ekonomik kültürü o kadar gelişecektir. (…)
Büyük bir bölgeye sahip, çeşitli kaynaklar ve büyük bir nüfusla zenginleşmiş, dış ve iç ticaretle tarım ve üretimi birleştiren bir milletin tarım ülkelerinden şüphesiz daha medeni, politik anlamda daha gelişmiş ve daha güçlü olduğu açıktır. Üretim, dış ve iç ticaretin, denizciliğin, gelişmiş tarımın ve sonuç olarak, medeniyet ve politik gücün temelini oluşturmaktadır; herhangi bir millet dünyanın bütün üretimini tekeli altına almayı ve diğer milletleri sadece tarım ürünleri ve hammadde üretimine ve diğer zorunlu yerel üretime indirgeyerek kendi ekonomik gelişmelerine dahil etmeyi başaracaksa, o millet, şüphesiz evrensel hâkimiyete olmasa bile büyük bir hâkimiyete ulaşabilir.
Bağımsızlığına ve güvenliğine önem veren bir millet kendi tarımını, üretimini, denizciliğini ve ticaretini birleştirerek ve kusursuz hale getirerek en kısa sürede düşük medeniyet seviyesinden yüksek medeniyet seviyesine yükselmek için olağanüstü çaba göstermelidir.
Tarım milletinin aynı anda hem tarım hem de üretim ve ticaret ülkelerinin durumuna yükselmesi sadece serbest ticaret kanunu altında; üretim endüstrisiyle uğraşan çeşitli milletlerin aynı ilerleme ve medeniyet seviyesinde oldukları, birbirlerinin ekonomik gelişmelerine taş koymadıkları ve kendi ilerlemelerini de savaş veya karşıt ticari mevzuat ile engellemedikleri zaman gerçekleştirilebilir.
Fakat uygun şartlara sahip, diğerlerini üretim, ticaret ve denizcilik alanında geride bırakan ve bu ileri seviyenin politik üstünlük kazanma ve korumanın en doğru yolu olduğunu erken anlamış bazı milletler; üreticinin, sanayinin ve ticaretin tekelini kendi ellerinde tutmak ve daha az gelişmiş veya daha düşük kültür seviyesindeki milletlerin ilerlemesini engellemek için gayet iyi uyarlanmış bir politika benimsemiştir ve bu politikada inat etmektedir. Bu tür milletler tarafından uygulanan tedbirlere, yasaklara, ithalat üzerindeki gümrük vergilerine, denizcilik kısıtlamalarına, ihracat üzerindeki primlere, bir bütün olarak alındığında, korumacı sistem denilmektedir.
Bazı milletlerin diğerlerinden önce ilerlemesi, yabancı ticaret mevzuatı ve savaş, gelişmemiş ülkeleri, tarımdan sanayide üretim aşamasına geçişlerini etkileyen özel yollar aramaya ve olabilecek en uygun şekilde bir gümrük vergisi sistemi yoluyla üretim tekelini amaçlayan daha gelişmiş milletlerle ticaretlerini sınırlamaya zorlamıştır.
İthalat vergi sistemi, söylendiği üzere, kuruntulu akılların uydurması değildir; milletlerin varlıkları ve refahlarını garanti altına alma ve milli etki terazisine kendi ağırlıklarını koyup artırma eğilimlerinin doğal bir sonucudur.
Bu tür bir eğilim, bir milletin ekonomik gelişimini geriletmek yerine canlandırdığı sürece makul ve mantıklıdır ve toplumun daha yüksek amaçlarına ve geleceğin evrensel birliğine karşı değildir.
İnsan birliğinin bütün insan ırkını içine alan kozmopolit ve politik veya sadece milli olmak üzere iki farklı bakış açısıyla değerlendirilmesi gerektiğinden her ekonomi de, ister özel ister kamu olsun, iki farklı bakış açısıyla değerlendirilmelidir: Biri, sayesinde zenginliğin üretildiği bireysel, sosyal ve maddi güç, diğeri ise sanayi ürünlerinin değiştirilebilir değeri.
Sonuç olarak, ortada bir kozmopolit ekonomi ve bir politik ekonomi, değiştirilebilir bir değer teorisi ve bir üretici güç teorisi bulunmaktadır. Bu doktrinler özlerinde ayrıdır ve ayrı ayrı geliştirilmeleri gerekir.
Milletlerin üretici gücü sadece çalışmaya, tasarrufa, ahlaka ve bireylerin zekâsına ya da çıkarlara ve maddi sermayeye bağlı değildir; bunun yanı sıra, kurumlara ve sosyal, politik sivil kanunlara ama her şeyden önce millet olarak dayanıklılıklarının, bağımsızlıklarının ve güçlerinin güvenliğine bağlıdır. Bireylerin milli birlik, işbölümü ve üretici gücün işbirliği olmadan çalışkan, ekonomik, hünerli, girişimci, zeki ve ahlaklı olması boşunadır.. Bir millet başka bir şekilde ne yüksek refah ve güç seviyesini elde edebilir ne de zihinsel, sosyal ve maddi zenginliklerini uzun süre elinde tutabilir.
İşbölümü ilkesi şimdiye kadar anlaşılmıştır fakat yanlış anlaşılmıştır. Üretim, üretimin çeşitli işlemlerini birkaç birey arasında bölüştürmekten çok, bireylerin ortak bir amaç için ahlaki ve maddi birliğine bağlıdır.
Bu ilke sadece bir üretim sanayisi veya kırsal sanayi için geçerli değildir; tarım, üretim ve ticaret gibi milli endüstrinin her türüne yayılmaktadır.
Üretim ve ticaret yapan milletlerle serbest bir ilişki içinde olan tarım halkı üretim güçlerinin önemli bir kısmını ve boş ve işsiz kalması gereken milli kaynaklarının kayda değer bir bölümünü kaybedecektir. Düşünsel kültürü ve politik kültürü ile savunma araçları da bu yüzden sınırlı olacaktır. Ne önemli bir denizciliğe ne de yaygın bir ticarete sahip olabilir; dış ticaretten elde ettiği refahı yabancı mevzuat veya savaş nedeniyle tehlikeye girebilir, bozulabilir veya yok edilebilir.
Diğer taraftan, üretim sanayisi bilim, sanat ve politik ilerleme için yararlıdır; genel refahı destekler, nüfusu, kamu gelirini ve ülkenin gücünü artırır; bu artışın etkisini dünyanın her tarafına yaymasını ve koloniler kurmasını sağlar; ulusal ve ticari anlamda balıkçılığını ve donanmasını devam ettirir. Tarım, yüksek etkinlik ve kusursuzluk seviyesine sadece bu şekilde yükselebilir.
Aynı millet içinde, aynı politik güç altında birleşmiş tarım ve imalat endüstrisi ebedi barış içinde yaşar; karşılıklı eylemleri içinde ne yabancı mevzuat ne de savaş onları rahatsız edebilir; bir milletin refahının, medeniyetinin ve gücünün sürekli gelişimini güvence altına alırlar.
* Friedrich List, The National System of Political Economy, çeviri G.A. Matile, Philadelphia, J.B. Lippincott Co., 1856, s. 61-63, 64, 72-75.