Çağdaş döneme yaklaştıkça “çağın genel ruhu”nu belirlemek daha da zorlaşır. Modern dünya “her telden çalmak”ta, seslerin birbirine girdiği bir Babil kulesini anımsatmaktadır. Bu durumda yapılabilecek en iyi şey, Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki elli yıllık dönemin belirli genel fikir akımlarını tanımlamaktır.
Avrupa insanı, On Dokuzuncu yüzyılın başlarında hem liberaller ve muhafazakârlar, hem de sosyalistler tarafından paylaşılan kozmopolitizm ile çelişen, güçlü bir müsamahasız ırkçılık ve emperyalizm akımıyla sarsılır. Almanlaşmış bir İngiliz olan Houston Stewart Chamberlain, Ari diye adlandırdığı ırkın erdemlerini vazederken, İngiliz bilimadamı Karl Pearson, İngiliz soydaşlarının mükemmeliyetlerini sürdürebilmeleri için seçici üremeyi destekler. Milliyetçilik ve ırkçılık, Alman General Friedrich von Benhardi’nin son derece veciz bir biçimde ifade ettiği nedenlerle yaygın eğilime dönüşürken, militarizmin ve savaşın yüceltilmesine yol açar.
Ekonomi politikaları, hemen her yerde reddedilmiş olan “laissez faire” düsturundan bağımsız olarak oluşturulmaktadır; 1841 yılında Friedrich List tarafından milliyetçi nedenlerle savunulan “laissez faire” karşıtlığı, 1870’ler itibariyle geniş bir destekçi kitlesine ulaşmış bulunmaktadır. “Sapına kadar bireyci” olan İngiliz sosyolog Herbert Spencer de “laissez faire” fikrinden hiç hazzetmezken, Papa XIII. Leo, 1891 yılında piskoposlara yolladığı bir genelgeyle “Hıristiyan sosyal politikası” çağrısında bulunur. Ve tabii sosyalistler, kendi aralarında devrim ve evrim savunucuları olarak gittikçe daha kesinleşen bir biçimde ikiye ayrılmalarına rağmen, “laissez faire” kapitalizminin yerine sosyalizmin ikame edilmesi gerektiğini savunurlar. İngiltere’de uzun süre sürgünde bulunan Alman Sosyalist Eduard Bernstein, davanın önde gelen savunucularındandır.
Buna karşın döneme damgasını vuran, liberallerin ve sosyalistlerin ortak “rasyonalizmi”ne karşı ortaya çıkan “irrasyonel” başkaldırıdır. Yeni irrasyonalizm, romantizm ve muhafazakârlık akımlarının etkilerini de azaltır. Alman filozof Friedrich Nietzsche yeni bir yiğitlik ahlakı adına, Hıristiyan etiğine saldırır. Rus yazar Fyodor Dostoyevski mucize, gizem ve otoriteye geri dönüş çağrı yapar. Fransız filozof Henri Bergson, bilgiye sezgisel yaklaşım adına bilimsel yönteme meydan okur. Fransız Georges Sorel, barışçıl ve mantıklı “Bernstein sosyalizmi”ne getirdiği sert eleştirisinde irrasyonel şiddeti yüceltir.
Öte yandan, çeşitli irrasyonel seslerin Avrupa nüfusunun büyük katmanlarının liberal ve rasyonel inancını sarsamamış olmaları dikkat çekicidir. İngiliz liberal L. T. Hobhouse, toplumsal sorunları sosyalizm dışında yöntemlerle çözmeye söz veren sosyal bir program geliştirirken, liberalizme ilişkin yaygın düş kırıklığı Birinci Dünya Savaşı sıralarında başlayacaktır. (KE)