Politik Ekonomi Risalesi*
Krala ve Kraliçeye [Anneye]:1 Mekanik Sanatların ve
İmalatın Düzenlenmesinin Faydaları Hakkında
Bir devletin yönetmesi gerekenlerin temel hedefi devletin mutluluğu, büyümesi ve zenginleşmesi olmalıdır. (...)
Devletiniz üç temel parçadan (yani düzenden veya mertebeden) oluşmaktadır; dini, asiller ve halk. Adalet (...) ise (yargısal uzmanlık alanı) bu üçünü birbirine bağlayan ve birleştiren çimento ve macundur. Siz Majestelerine sunmuş olduğum bu risale ilk ikisiyle (düzenle) ilgili olmadığı gibi bununla da ilgili değildir. Bu meseleler hassastır ve sizin ele almanız gerekir. Bunlar içinde, özellikle de görünüşte en çok ihmal edilen ama nasıl evrenin düzeninde dünya bir kaideyse ve diğer öğelerin merkeziyse diğer düzenlerin temeli olduğu için çok önemli olan, sonuncusu bizi çok ilgilendiriyor. (...) Bu nedenle, devletin asıl kütlesini oluşturan gövde olmadan kütlenin geri kalanının uzun süre biçimini koruyarak dayanamayacağını ve uyumsuzluğun bir kaos yaratacağını söylemek yanlış olmaz.
Üçüncü düzen üç tür insandan oluşur: işçiler, zanaatkârlar ve tüccarlar. (...) Mekanik sanatların, erdemleriyle orantılı olarak, sosyal sanatları aydınlatan değerlere sahip olduğuna dair örnekler ve portreler mevcut. (...) Bunlar aynı kaynaktan fışkıran derelerdir ve insan hayatının ihtiyaçlarına göre farklı kollara ayrılırlar. (...)
Platon bu nedenle, bazı insanların hükmetmeye ve bazılarının da itaat etmeye, bazılarının edebiyata ve bazılarının da tarıma, ticarete, sosyal sanatlara ve mekanik işlere uygun olduğunu söylemiştir. Ayrıca bu insanları, insanların doğal özellikleriyle ilişkilendirdiği metallerle adlandırır ve birbirinden ayırır; böylece daha çok altına eğilim gösterenler en rafine yaşam biçimine eğilimlidir, demire eğilim gösterenler ise zor ve çalışma gerektiren işleri becerebilirler ve bu böyle gider. (...)
İyi bir politik yönetim tüm devlet kütlesinin genel sağlığına bağlıdır ve bu yüzden her bir üyenin doğru biçimde görevlere paylaştırılması gerekir; en mütevazı üyeler en asillerden, gizli olanlar açık olanlardan daha az önemli değildir, çünkü diğerlerine hizmet etmekle yükümlü olanların yaptıkları işler diğer işlerin devamı ve korunması için en çok gerekli olan şeylerdir. Politika yapıcıların en çok taklit etmesi gereken doğanın, nasıl vücudumuzun tüm organlarına ihtiyaçları olan besini uygun bir oranda dağıttığına ve (organlardan) biri ihtiyaçlarına eşit derecede besin alamadığında organın nasıl köreldiğine ve büzüştüğüne ve bu organın bir arada duran varlığımızı nasıl ayrıştırdığına dikkat etmeliyiz.
Bu ciddi kaygıların, siz Majestelerini devletin en büyük kısmını oluşturan halkla daha özenli ilgilenmesini sağlayacağını düşünüyorum. (...) Tanrı sizi halkın ihtiyaçlarını öngörmeniz ve onların güvenliğini sağlamanız için kendi yardımcıları olarak belirlemiştir. O’nun o iyilik kutusundan bizlere verebileceği tüm ihsanların bazılarını dağıtmak ve diğerlerini korumak sizin görevinizdir. (...)
Sizin devrinizin büyük bir görkeme sahip olması ve insanların servetlerini artırmak için gerekenleri üç temel önleme indirgeyebiliriz: Şu sıralar revaçta olan veya gelecekte revaçta olacak sanatların ve zanaatların düzenlenmesi ve artırılması, gözlerimiz önünde yok olup giden denizciliğin korunması, (...) bu krallıkta her geçen gün daha da azalan ticaretin yeniden oluşturulması. (...) Ama şu anda son maddeyi ve denizciliği bir kenara koyup ilk maddenin üzerinde durmak istiyorum, bu risalenin birincil amacı da budur. (...)
İyi ve ünlü zanaatkârlar bu ülke için çok faydalıdırlar, hatta şunu söylemeye cüret edeceğim: Onurlandırılmaları gereklidir ve bunu hak etmişlerdir. Bu nedenle, hükümetin onların korunması ve işlerine devam edebilmeleri için büyük özen göstermesi gerekir. Hipokrat’ın bir zamanlar tıp için söylediği şey, tüm zanaatlar için söylenebilir: “Sanat uzun, yaşam kısa ve deney zor.” (Zanaatkârların) farklı ve çeşitli işlerini gözlemlemeye zaman ayıran bir insan bunun doğru olduğunu bilir. Bilgi terin içindedir ve iyi işler yapma becerisi de sürekli pratik yapmayı gerektirir. Bir evi, araziyi, bir elbiseyi para vererek satın alabilirsiniz ama bir zanaatı ancak zamanla elde edersiniz. Bu nedenle, bu krallıkta hangi akla hizmetle bir kişinin bir miktar para vererek, üç veya dördü gerekirken tek bir başyapıt üretmeden, hatta çoğunlukla çırak olarak bile çalışmadan, istediği zanaat alanında çalışmasına izin veren bir tescil mektubu alabildiğine şaşıyorum.2
Majesteleri cehalet, tembellik, ve eğitim konusunda kayıtsızlık yüzünden ortaya çıkan bu suiistimali hemen sonsuza dek durdurmalıdır. Her şey parayla yapılabilecekse kazanılan ustalığın ne değeri var? (...)
Yabancıların bizi geçmesinin sebebi budur. Bu yüzden zaman geçtikçe hükümlerimizin sağlamlığını bizim zararımıza yıkmışlardır. Böylece bir zamanlar bütün kârımızı sağladığımız kaynakları değiştirdiler ve kendilerine döndürdüler ve eğer kamu pınarlarının koruyucuları gerekli adımları atmazlarsa kısa süre sonra tamamen susuz kalacağız. Elimize sadece hendeklerdeki su kaldı ve o da tükenmek üzere. Tamamen kuruduğunda başkalarının kuyularından su içmek zorunda kalacağız. Bu durumda da susuzluğumuzu hastalık bulaştıran, çamurlu sularla gidermemiz gerekecek. Bilge miyiz? Evimizde böyle canlı pınarlar var, eğer hepsiyle ilgilensek ve onları temiz tutsak, sahiplerinin ancak kendileri ihtiyaç duymadığında kullanmamıza izin vereceği kokulu ve pis sarnıçların sularına niye ihtiyacımız olsun? İhtiyaçları yokken verdikleri su için bile bizden haraç isteyecekler. “Ama onlardan almanın masrafı çok düşük, neden kendim çalışayım?” Bu bahanede korkaklık mı, tembellik mi ağır basıyor?
Önceki bölümde üretimle ilgilendiğimiz için, ticaretten bahsedeceğim aşağıdaki bölüme geçmeden önce her ikisinin de düzenlenmesine ve yönetilmesine dair bazı itirazlara kısaca cevap vermek isterim. Çünkü her ikisindeki prensipler de ortak olduğundan muhalif düşünceleri ayırmak da zordur. İlk soru şudur: Eğer Fransa ihtiyacı olan her şeyi üretirse insanlar arası ticaret ne olacak? Dış ticari ilişkiler ve sözleşmelerden geriye ne kalacak? “Ama,” diyebilirsiniz, en sert biçimde ifade ederek, “ittifakları dağıtılacak mı?” Onlar olmadan yaşayamayacağımız komşularımızı üzersek veya korkutursak onların nefretlerini üzerimize çekmiş, devlet için sakıncalı bir tartışma başlatmış olmaz mıyız? Bu noktada tatmin edici cevaplar vermek gerekir.
İlk olarak Majestelerine şunu bildirmek isterim. Milletler arası ticaretin sebebi, bazı insanların başka şeylere de ihtiyaç duymasıdır, çünkü farklı bölgelerde insan yaşamının gerektirdiği mallar farklıdır. (...) Tek kelimeyle şunu kabul edelim: Hammadde ticaretinin bolca ve kolayca yapılmasına izin verilmelidir. Böylece bir insanın diğerine destek olması mümkün kılınır. Örneğin eğer İngiltere’de kurşun varsa ve bizde yoksa, bizim de onların çok sevdiği bir şarabımız varsa, bunları değiş-tokuş etmeye değmez mi?
Paranın savaşın güç kaynağı olduğunu ilk söyleyen kişi yanılmamıştır; çünkü sadece para değil, iyi askerler de mutlaka gerekli olsa da (...) yüzlerce yılda edinilen deneyimler göstermiştir ki her zaman temel kaynak paradır.... Altın her zaman demirden daha güçlü görülmüştür. (...) Bu yüzden saldırabilecek veya saldırıya uğrayabilecek her büyük devlette insanlar altın toplamak için gerekli her yola izin vermiş ve tüm yolları denenmiştir. İnsan olmadan savaş yürütmek olanaksızdır, para olmadan da insanları tutmak mümkün değildir, vergi koymadan maaşlar ödenemez, ticaret olmadan vergiler artmaz. Bu nedenle, politik eylemlerin önemli bir bölümünü oluşturan ticaret arayışı, zaferle ve güçle kutsanmış tüm insanlar tarafından uygulanan ve güç ve genişleme arayanlar tarafından bile çok daha özenle korunmuş bir faaliyettir. Aynı zamanda kendini ve kendinden sonrakileri zenginleştirmenin, sonra da zenginlik yoluyla onur ve otorite kazanmanın en hızlı yoludur.
Atalarımızın karşısındaki Ceneviz ve Venedik gibi, bizim gözlerimizin önündeki Hollanda bunun en iyi örneği ve kanıtıdır. Bu ülkenin (Hollanda) bir endüstri mucizesi olduğuna şüphe yoktur. (...) Bu kadar kısa sürede bu kadar büyük başarı kazanmış başka devlet yoktur; böylesi zayıf ve muğlak başlangıçlar bu kadar yüceltilmemiş, bu kadar bariz ve ani gelişme sağlamamıştır. Roma neredeyse üç yüz yıl kendi bölgesinden dışarı çıkmaya cüret edememiştir; oysa (Hollanda) yirmi beş yılda adını ve gücünü Çin’de bile duyurmuştur. Gökyüzünün altındaki en barbar halklarla bile irtibatları vardır. Dünyanın onları tanımayacak kadar uzak bir noktası yoktur, onların keşfetmediği gizli bir nokta kalmamıştır. Onlar denizler üzerinden tüm karalara ulaşırlar. Bu mucize aslında bizim tembelliğimize ders olmalıdır -korkaklığımız diyemiyorum çünkü Fransız milletinin çok cesur olduğunu biliyorum. Kendi sahibine bile bir rüyada kazanılmış gibi gelmekte olan bu kadar büyük ve bu kadar kısa sürede elde edilen bu zenginlik, bizim ilgisizliğimizin işaretidir- endüstrimizin zayıflığı dersem, yanlış bir şey söylemiş olurum, çünkü bugün hiçbir millet ne denizde ne de karada bizim dengimiz değildir. Bu durumda hayranlıkla büyülenmiş olan ben düşüncelerimi topladığımda nasıl bir sonuç çıkarıyorum? Sonuç şudur: Yüzyıllar sonunda (Hollanda) geçmişteki tüm deneyimlerin avantajını kullanıyor ve diğerlerinin geleceğe dair umutlarını kırmaya çalışıyor; Fransızların çalışkanlığı ile İngilizlerin tutumluluğunu birleştiriyor; büyümesini engelleyebilecek ve gelişmesini yavaşlatabilecek bir Roma olmadığından, Kartaca gibi davranıyor. (...)
Eğer tek bir yüzyıl bile başarılı girişimlerin gerçekleştirilmesi için büyük fırsatlar getirdiyse, o da içinde yaşadığımız yüzyıldır. Eğer Fransa tek bir defa bile hükümdarına iyi hizmet edecek bir durumda ve konumda olduysa, o defa bu defadır, şu andır.... Şimdi Fransa’nın gözü açılmış ve Tanrı’ya şükür artık kılıcının çeliğine kendi kanında su vermiyorken3, kendisini uzun süre büyüleyen ve aklını karıştıran cazibe sözcükleri tükenmişken biri onunla iyi ve dürüst biçimde konuşmalı, onu tüm iç kargaşalardan uzaklaştırmalıdır. Çünkü onu ağır bir uykuyla durgunlaştırmak ona kötülük yapmaktır.
* Antoine de Montchretien, Traicte de l’oeconomie politique, editör Theophile Funck-Brentano, Paris: Plon, 1889, s.12-14, 18-19, 108-111, 129-131, 141-143, 298-299.