I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

Parçacık Felsefesine Dair*

Robert Boyle

Fizikçi, kimyager, filozof ve Kraliyet Cemiyeti’nin bir üyesi olan Robert Boyle (1627-91), en çok dört elementli Aristocu teoriye saldırdığı Şüpheci Kimyager (1661) adlı kitabıyla tanınır. Doğayı bir “otomat” veya “kendi kendine çalışan motor” olarak tanımladığı aşağıdaki parça, altı küçük risalesinden alınan kısımlardan meydana getirilmiştir.

Atomik ve kartezyen hipotezler bazı maddi noktalarda birbirinden ayrılsa da Aristocu ve diğer kaba doktrinlerle karşılaştırıldığında tek bir felsefe olarak görülebileceğini düşünüyorum. Birbirlerine uyuyorlar ve diğer okullardan büyük ve temel bir noktada ayrılıyorlar; sadece akılla anlaşılabilir şeyleri incelemekle uğraşmıyorlar ama diğer filozoflar, en zekilerinin anlaşılmaz olduğunu itiraf ettiği belirli özlü biçimlerin doğal fenomenlerini ve başka inançlara sahip bilgili adamların muhtemelen anlaşılamaz bulduğu belirli bazı nitelikleri genel ve yüzeysel biçimde incelerken, hem kartezyenciler hem de atomistler aynı fenomeni farklı biçimlerle tanımlanan ve hareket ettirilen küçük cisimlerle açıklarlar. Modern natüralistlerin bu iki hizbi, genel olarak cisim nosyonu ve buna bağlı olarak gerçek bir boşluğun mümkün olup olmadığı, ayrıca hareketin kaynağı, maddenin sonsuz bölünebilirliği ve daha az önemli birkaç konuda daha farklı görüşlerdedir. Ama bunlardan bazıları fizyolojik olmaktan çok metafizik nosyonlar gibi görünmektedir ve bazıları da evrenin bizim onu bulduğumuz şu anki durumunun fenomeni için değil, ilk kaynağının açıklanması için gerekli gibidir. Buna ve bazı başka düşüncelere dayanarak ve özellikle her iki tarafın da tüm doğal fenomenleri maddeden ve sınırlı hareketlerden çıkarsaması sayesinde diyebilirim ki, bence atomistlerle kartezyencilerin farklı düşündüğü şeyleri ayrı tutarsak iki taraf da esaslar üzerinde hemfikirdir ve meseleye uzlaştırıcı yaradılışa sahip bir insan tarafından bakıldığında tek bir felsefe gibi görülebilirler. Şeyleri parçacıklar veya ufak cisimler olarak açıkladıkları için (çok da uygunsuz olmayan bir biçimde) buna parçacık felsefesi denebilir ama ona bazen de Fenike felsefesi diyorum, çünkü bazı antik yazarların bize bildirdiğine göre, sadece Epicurus ve Democritus’tan önce değil, Elucippus Yunanistan’da ders vermeden önce bile Fenikeli bir natüralist doğal fenomenleri maddenin ufak parçacıklarının hareketleri ve bağları ile açıklamıştır. Mekanik motorlarda bu kadar bariz ve bu kadar güçlü olmaları sebebiyle bazen onları mekanik hipotezler veya mekanik felsefe terimleriyle de ifade ediyorum.

Böylesi düşüncelerle ve bu fırsattan yararlanarak yukarıda bahsedilen çelişen noktaları belirlemeye çalışırmış gibi yapmadan, kimyasal deneylerle ilişkilendirerek, parçacık felsefesinin yardımıyla ve bu adın gerektirdiği anlayışla belirli bazı nesnelerin okullar veya kimyagerler tarafından öngörüldüğünden daha anlaşılır olup olmadığını denemeye davet edildim. Kaba felsefe her ne kadar kaba olsa da âlimlerin geneli tarafından büyük talep gördüğünden ve mekanik filozoflar kendi iddialarını doğrulamak için çok az deney yaptığından; kimyagerlerin, okulların tatmin edici olmayan felsefelerinden vazgeçenler adına çok fazla şey getirdiği düşünüldüğünden ve spagiristlerin5 deneyleri nedeniyle şaşırmış gibi görünen çoğunluk vazgeçmek yerine doktrinlerini kabul ettiğinden; bu sebeplerden dolayı parçacık filozoflarına, onların nosyonlarından bazılarını akla uygun deneylerle ispatlayarak ve benim tarafımdan incelenen şeylerin en azından açıklanamaz biçimlere, gerçek niteliklere, dört Aristocu elemente veya üç kimya prensibine geri dönmeden, akla yatkın biçimde açıklandığını göstererek, en azından zamansız olmayan bir hizmet sunabileceğimi düşündüm.

***

Ayrıntılara girmeden önce seni, karşılaştırılacak ve belirli niteliklerle (ve biçimlerle) ilgili olarak ortaya çıkacak tarihsel gerçekler tarafından ya teyit edilecek ya da çürütülecek olan doktrin (daha doğrusu hipotez) hakkında birkaç genel anlayışla donatmalıyım, Pyrophilus; parçacık felsefesine inanan bir kişi olma görevini üstlenerek burada, girişte, sana (genel olarak) hipotezin niteliklerin (ve biçimlerin) kaynaklarıyla ilgili kısmı hakkında kısa bir açıklama yapacağım...

I. Tüm cisimlerde mevcut olan katolikos (evrensel) veya genel bir madde olduğu hususunda filozofların genel fikrine katılıyorum, kastettiğim şey genişleyebilir, bölünebilir ve geçirimsiz bir özdür.

II. Ama bu madde kendi doğasında tek olduğuna göre, cisimlerde gördüğümüz çeşitlilik mutlaka onları oluşturan bu maddeden farklı bir şeyden kaynaklanıyor olmalıdır. Bütün (fiili yahut tasarlanabilir) parçaları sürekli olarak hareketsizse, maddede nasıl olup da bir değişiklik olduğunu anlayamadığımız için, evrensel maddeyi tasarlanabilir parçalarının bazıları yahut tümü hareket edebilir doğal cisimlerin çeşitliliğine göre sınıflandırmamız gerekecek. Ayrıca hareketin de farklı eğilimleri olmalıdır; maddenin bir parçasında bir yöne eğilim göstermelidir, başka bir parçasında başka bir yöne. Evrende veya maddenin genel kütlesinde açıkça gördüğümüz gibi büyük miktarda hareket mevcuttur ve bunlar farklı şekillerde belirlenmiştir ve yine de maddenin farklı bölümleri hareketsizdir.

Maddenin birçok parçasında sınırlı bir hareket olması duyular tarafından ispat edilir ama maddenin nasıl harekete geçtiği eski ve hâlâ çok tartışılan bir konudur. Çünkü (tüm noktalarına olmasa da birçoğunda eğilim gösterilebilecek bir doktrine sahip olan) antik parçacık felsefesi filozofları, evrenin yaratıcısını kabul etmiyorlardı ve bu yüzden hareketi maddenin varoluşundan beri içinde olan ve buna bağlı olarak onunla aynı anda var olmaya başlamış bir şeye indirgiyorlardı. Ancak sınırlı hareket veya buna ilişkin bir çaba maddenin doğasında mevcut değildir, madde hareket etse de, etmese de doğası aynıdır; maddenin aynı bölümünün hareket ederken hareketsiz hale geçtiğinde başka bir cisim tarafından bu halden çıkartılmadığını, harici vasıtalarla yeniden harekete geçirilmediği sürece hareketsiz olduğunu görüyoruz; ateist olan birisinin en kötü natüralist olduğunu düşünmek istemediğimden, mükemmel biri olan Descartes’ın bizim aramızda bugün eski gücüne kavuşturduğu fikri (esas olarak) Yunanlılar arasında yayan eski ve muteber bir filozofa maddedeki hareketin kaynağının Tanrı olduğunu söylemeye vicdanım el vermiyor; çünkü sadece, maddenin harekete geçirilip sonra kendi haline bırakıldığına inanmak bu güzel ve düzenli dünyanın öylesine oluştuğunu göstereceğinden uygunsuz olmazdı; ayrıca bence şeylerin bilge Yaratıcısı cisimlerin hareketlerine dair yasaları oluşturarak ve maddenin küçük parçalarının ilk hareketlerine kılavuzluk ederek cisimleri, dünyayı oluşturmak için gerekli olan biçimde topladı ve o meraklı ve özenle yaratılmış motorları, yani canlı yaratıkların vücutlarını öyle özel bir biçimde tertip etti ki, bunların çoğuna kendi türlerini devam ettirebilecek bir güç ihsan etti. Ama bu şeyler şimdilik sadece benim iddialarım, çünkü doğa felsefesinin prensiplerinin tümünü içeren bir konuşma yapmadığım için bunlardan burada bahsetmeyeceğim, yalnızca niteliklerin ve biçimlerin açıklanması için gerekli olan nosyonlara temas edeceğim ve sınırlı hareketin ikincil sebepler içinde ana sebep ve doğada olan her şeyin ana vasıtası olduğunu fark ettiğim için geri kalanları geçeceğim; hacim, biçim, hareketsizlik, durum ve doku doğa fenomeniyle uyuşsa da hareketin karşılaştırıldığı birçok durumda, etkide ve birçok diğer şeyde, maddenin bir parçasının hareketinin diğer parça üzerindeki kuvvetiyle gerçekleşen eylemi değiştiren koşullardan veya gereksinimlerden veya sine quibus non (gerek şart) sebeplerden biraz daha önemlidirler; aynı bir saatin içinde rakamların, biçimin ve çarklarla diğer parçaların birbirine oturmasının saati göstermek ve saat tarafından gerçekleştirilebilecek diğer şeyler için gerekli olması ama bu parçalar harekete geçirilmediği sürece tüm diğer bağlantıların yararsız kalması gibi...

III. Cisimlerin bu iki büyük ve en genel prensipleri olan madde ve hareket böylece açıklandığına göre, hem madde çeşitli amaçlara sahip hareketlerin asıl etkisi olarak parçalara ayrılabilmelidir hem de ilk parçanın veya diğer bölümlerin veya maddenin tüm kütlesinin her bir parçası iki özelliğe sahip olmalıdır; kendi büyüklüğü, daha doğrusu boyutu ve kendi biçimi. Deneyler (özellikle kimyasal işlemlerle yaptığımız deneylerin çoğunda madde tek başına algılanamayacak kadar küçük parçalara bölünmüştür) bize göstermiştir ki, madde sıklıkla algılanabilir derecede küçük parçacıklara veya taneciklere bölünebilmektedir, bu deneyler sonucunda esas maddenin en büyük kütlelerinin de, en küçük parçalarının da benzer biçimde özgün kütle ve biçim özelliklerine sahip olduğu sonucuna varabiliyoruz. Sınırlı bir cisim olduğundan boyutları sınırlandırılabilir ve ölçülebilir. Biçimi değişse bile yine aynı sebepten öyle ya da böyle bir biçim almak zorundadır. Böylece bütün ve bölünmemiş ama algılanamaz madde parçalarının üç temel özelliğini bulduk ve kabul etmek zorundayız; bunlar büyüklük (burada kastettiğim genel anlamda miktar değildir, İngilizcede genelde cismin boyutu dediğimiz, belirlenmiş miktardır), biçim ve hareket veya hareketsizliktir (bunların ikisinin arasında bir durum yoktur). (...)

***

Bir doktor olarak özgürce, içtenlikle ve dürüstçe dünyayı yaratan ve yöneten manevi bir varlığı kabullensem de, daha doğrusu, böyle bir varlık olduğunu iddia etsem de cansız cisimler arasında olan şeyleri açıklarken yapmaya çalıştığım şey, dünyanın Tanrı tarafından yaratılmış olduğunu, O’nun ilahi gücü ve bilgeliği tarafından yönetildiğini ve koyduğu kanunların korunması yönünde bir yol izlediğini kabul etsek dahi, açıklamaya çalıştığım fenomenlerin mekanik olarak çözülebileceğini göstermektir; yani doğanın boşluğa olan nefretine, temel biçimlere ve diğer manevi varlıklara başvurmadan maddenin mekanik eğilimleriyle çözmek. Bu yüzden, açıklamaya çalıştığım fenomenin hareketle, büyüklükle, çekim gücüyle, biçimle ve sıvıların diğer küçük parçalarının mekanik bağlarıyla açıklanabileceğini göstermişsem, yapmak istediğimi yapmışım demektir; bu durumlarda meleklerin veya maddi olmayan başka varlıkların araya giremediğini ispatlamak değildi istediğim, çünkü böylesi vasıtalar söz konusu olduğunda, böylesi durumlarda onlara gerek duymadığımızı söylemekle yetineceğim. Hipotezler konusunda genel olarak kabullenilen kural olan entia non sunt multiplicanda absque necessitate6 ilkesi, farklı konulardaki modern filozofların neredeyse tümü tarafından, Aristo’nun ve matematikçi ve diğer konularda uzman birçok eğitimli adamın çağlar boyu gökteki küreleri hareket ettirdiğine inandığı akıllı varlıklar vasıtasıyla çözüm bulmayı reddetmek için yeterli bir sebep olarak düşünülmüştür.

***

Şimdi mekanik felsefesini diğerlerinden en çok ayıran özelliğe dair gözlemimi ayrıntılı olarak incelemek istiyorum; bu felsefeye inananlar prensiplerinin başka hiçbir fiziksel hipotezle uyumlu olmayacak veya hiçbir hipoteze katlanamayacak kadar genel ve matematiksel olduğunu düşünmektedir.

Ama ben bunu basit ama önemli bir hata olarak görüyorum; çünkü mekanik prensiplerin çok genel ve bundan dolayı birçok şeye uygulanabilecek olması doğada bulunan diğer hipotezleri hariç tutmayı gerektirmez, böylesi hipotezleri dahil etmek daha uygun olur. Bilimsel alanları çoğaltmayı değil birleştirmeyi amaçlayan, yetenekli ve makul bir kişi tarafından ihtiyatlı biçimde düşünülen böylesi hipotezler bulunursa, doğru oldukları sürece ya haklı bir biçimde (hemen olmasa da) mekanik prensiplerden çıkarsamaları ya da onlarla bağdaştırılmaları mümkündür. Çünkü böylesi hipotezler de muhtemelen doğa fenomenlerini açıklamayı deneyecektir; ya kimyacıların tria prima’sı gibi, eklenmesi sonucunda diğer cisimlere özelliklerini veren belirli bazı maddesel unsurlar yardımıyla ya da Eflâtuncuların dünya ruhu, spagiristlerin evrensel ruh dedikleri şey gibi genel vasıtalarla; belki de iki yöntemi birlikte kullanarak.

İkinci gruptakilerden başlayalım; bence meraklı natüralistlerin zor fenomenleri açıklamak için aramaları gereken şey, vasıtanın ne olduğu ve ne yaptığı değil, öngörülen fenomeni görmek için uygulanan vasıtanın erekte sebep olduğu değişikliklerdir; ayrıca bu değişikliklerin ne biçimde etkili olduğudur. Maddenin bir parçasının diğeri üzerindeki etkisinin, sınırlı hareketin gücü veya etkileri ve sonuçları sayesinde olduğuna kanaat getiren mekanik filozof, bu vasıta eğer akla uygun ve fiziksel olmazsa fenomeni fiziksel olarak açıklayamayacağını düşünür; bu yüzden akla uygun ve fiziksel ise maddeye ve önceden sıkça bahsi geçen maddenin genel bağlarından bazılarına indirgenebilir. Maddenin sonsuz bölünebilirliği, hareketin muhteşem etkisi, ufak ve algılanamaz parçacıklarla ortaya koyulabilecek neredeyse sonsuz birleşme ve yapı çeşitliliği usulüne uygun biçimde incelendiğinde, neden bir filozofun, ne kadar kurnaz veya dağınık veya aktif olursa olsun ve nasıl adlandırılmış veya gizlenmiş olursa olsun, doğada gerçekten var olduğu kesin olarak kanıtlanmış maddi bir vasıtanın, mekanik olarak mevcut olmasının imkânsız olduğunu düşünmesi gerektiğini anlayamıyorum.

***

(...) Avam filozofların yapmadığını yapıp doğaya dönerek, evrenin fenomenlerinin anlaşılmasına katkı sağlamak için bu sözde açıklamaları vicdanımızda sorgulamayarak bu konuyu düşünürsek, bu beyanların açıklama adını hak ettiğini kolayca söyleyemeyiz. Çünkü bir fenomeni açıklamak için onu bir genel etkene göre tanımlamak yetmez, bu genel sebebin bahsedilen etkiyi nasıl yarattığını akla uygun biçimde ve duruma özgü olarak akılcı biçimde gösterebilmemiz de gerekir. Bir saat fenomenine dair açıklama istediğinde, bunun bir saatçi tarafından imal edilmiş bir motor olduğu açıklamasıyla yetinen araştırmacı kördür; bu açıklamada yayların, çarkların, balansın ve motorun diğer parçalarının yapısı veya uyumundan, çalışma biçiminden, birbirlerini nasıl etkilediklerinden ve böylece akrep ve yelkovanın günün doğru saatini nasıl gösterdiğinden bahsedilmese de. Bir kişi (şu anki açıklamamı geliştirmek için daha önce kullandığım bir örneğe dönersek) bir saatin yapısını ve diğer mekanik bağlarını biliyorsa, bunlarla, hareketlerinin veya çalışmasının iç prensibi olan bir hayat veya ruh olduğunu varsaymadan da saat fenomenini açıklayabilir; yani bir saatin mekanizmasını anlamayan bir kişi, Cizvitlerin getirdiği ilk saatleri gördüğünde bunun Avrupalı bir hayvan veya ruh bahşedilmiş bir canlı olduğunu düşünen Çinliler gibi, onun çalışmasına asla akılcı bir açıklama getiremeyecektir. Bu karşılaştırma, olayı göstermek açısından pek uygun değildir ama onu ikinci ve tamamen fiziksel bir örnekle destekleyebiliriz; matematikten bihaber bir kişi güneşin kışın ufkun bir noktasından doğup bir noktasından battığını, yazın ise bu noktaların farklı ve uzak olduğunu; ilk mevsimdeki günün ikinci mevsimdekinden kısa ve bazen de (martın ve eylülün ortalarından önce) gece ile gündüzün aynı olduğunu; bazen güneşle aynı tarafta, bazen de ters tarafta olduğunu ve bu iki durum arasında her gün farklı biçimde aydınlandığını; bazen bir gezegenin bazen ise diğerinin ışığının karardığını hayretle görür; ama bu kişiye astronomi için gerekli olan temel matematik öğretilirse, bu şeylerin nasıl olduğunu anlamasına yardımcı olundu demektir; ancak bu kişi açıklamaları reddedecek bir kişiliğe sahipse, örneğin özürlüyse, ona Aristo’nun ve diğer âlimlerin açıklamasını yapıp, Güneş’in ve Ay’ın kürelerinin ve diğer göksel kürelerin melekler veya zeki yaratıklar tarafından hareket ettirildiğinin açıklanması da onu tatmin etmeyecektir; çünkü böylesi genel ve muğlak sebepler, bu önemli fenomenlerin nasıl oluştuğunu anlamasına ya hiç yardım etmez ya da çok az yardım eder.

* Saygıdeğer Robert Boyle’un Eserleri, Londra, J. ve F. Rivington, 1772, cilt I, s. 355-356, cilt III, s. 14-16, 608-609, cilt IV, s. 72-73, cilt V, s. 245.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.