On Dokuzuncu Yüzyılın Temelleri*
Houston Stewart Chamberlain (1855-1926), Alman vatandaşlığına geçen bir Britanya amiralinin oğluydu. Wagner’in müziğine âşık olan Chamberlain, Beyrut’ta yaşamaya başladı ve bestecinin kızıyla evlendi. Almanca yazılmış olan On Dokuzuncu Yüzyılın Temelleri (1899) adlı eserinde Pan-Cermen liginden ve Dr. Ernst Hasse’nin Pan-Cermenizm’inden daha geniş kapsamlı olan Pan-Tötonizm’in savunucusu olarak ortaya çıkmıştır. Kitap Almanya’da çok satmış ve daha sonraki tarihlerde Naziler arasında çok popüler olmuştur.
Ranke, yüzyılımızın milliyetçiliğin yüzyılı olacağını öngörmüştü; bu doğru bir politik tahmindi. Çünkü milletler şimdiye kadar hiç bu kadar net biçimde birbirlerine karşı çıkmamış ve birliklere bu kadar karşı olmamışlardı. Ama bu yüzyıl aynı zamanda bir ırklar yüzyılı haline geldi ki, bilimin ve bilimsel düşüncenin doğrudan ve gerekli bir sonucuydu. [Girişte] belirttiğim gibi bilim bir araya getirmez, böler. Bu önerme burada da kendisiyle çelişmedi. Bilimsel anatomi, ırkları birbirinden ayıran fiziksel karakteristiklerin varlığına dair öyle kesin kanıtlar sundu ki, inkâr edilmeleri imkânsız hale geldi; bilimsel filoloji farklı diller arasında köprü kurulamayacak kadar temel farklar keşfetti; tarihin farklı alanlarındaki bilimsel incelemeler de benzer sonuçlar getirdi, özellikle her bir ırkın dini tarihinin tam olarak belirlenmesiyle - ki daha sonraki gelişme, her zaman net olanı, keskin bir şekilde ayrılmış hatları takip etmiş ve halen etmekteyken, bu belirlenmede sadece genel fikirlerin en genel olanları benzerlik yanılgısına sebep olabilir. İnsan ırkının sözde birliği bir hipotez olarak hâlâ saygı görmektedir ama sadece maddi temelden yoksun, kişisel, sübjektif bir inanç olarak. On sekizinci yüzyılın milletlerin kardeşliğine dair fikirleri şüphesiz asilce olsa da kökenleri itibariyle tamamen duygusaldı; savaştaki yedekler gibi topallayan sosyalistlerin hâlâ sıkıca tutunduğu bu fikirlerin aksine, zamanımızın olayları ve incelemelerinin sonucunda acı gerçek kendini gitgide daha fazla ortaya koymaktadır.
Bugüne kadar iki güç -Yahudiler ve Tötonik16 ırklar- ayakta kalmıştır; son zamanlarda yayılan kaosun ırksal özelliklerini muğlaklaştırmadığı her yerde, bazen dostça bazen düşmanca ama her zaman yabancı güçler olarak yüz yüze gelmişlerdir.
Bu kitapta “Tötonik halklar” terimini kullanırken tarihte Keltler, Tötonlar (Cermenler) ve Slavlar olarak ortaya çıkan ve -çoğunlukla belirlenemez biçimde karışarak- modern Avrupa’daki halkları meydana getiren Kuzey Avrupa ırklarını anlıyorum. Altıncı bölümde kanıtlayacağım gibi, aslında tümü tek bir aileye aittir; ancak Tacitus’un kullandığı dar anlamıyla Töton kelimesi benzerleri arasında kendi üstünlüğünü entelektüel, ahlaki ve fiziksel açıdan öyle net biçimde ispatlamıştır ki, bu ismi tüm aile için kullanmaya hakkımız vardır. Tötonlar kültürümüzün ruhudur. Tüm dünya üzerindeki birçok dalıyla birlikte bugünkü Avrupa, ırkların sonsuz kopyalı karışımının damalı sonucunu temsil eder: Bizi birbirimize bağlayan ve organik bir birlik haline getiren şey “Tötonik” kanımızdır. Etrafımıza baktığımızda, bugün yaşayan bir güç olan her milletin öneminin, toplumundaki saf Töton kanının oranına bağlı olduğunu görürüz. Avrupa’daki tahtlarda sadece Tötonlar oturmaktadır. Dünya tarihinde bundan önceki dönemleri önsöz olarak görmek mümkündür; gerçek tarih, kalplerimizin ritmini kontrol eden ve damarlarımızda dolaşan, bize yeni umutlar ve yeni yaratımlar için ilham veren tarih, Tötonların antik dönemin mirasını becerikli ellerine aldıkları anda başlar.
Hayvanların ve bitkilerin bilimsel şahlanışı bize sadece “ırkın” koşulları değil, önemi hakkında da bilgi edinebileceğimiz aşırı zengin ve güvenilir malzeme sağlamadı mı sanki! “Asil” olarak ünlenen (ve bu ünü hak eden) hayvan ırkları, Limousin’in yük çeken atları, Amerikan tırıs atları, İrlanda avcıları, mutlak güvenilir sportif köpekler şans ve karmaşa ile mi ortaya çıkıyor? Hayvanlara eşit haklar vererek, onlara aynı yemeği sunarak ve aynı kamçıyla kamçılayarak mı elde ediyoruz onları? Hayır, onlar yapay seçim ve ırkın saflığının kesin biçimde korunmasıyla üretildiler. Atlar ve özellikle köpekler bize zekâ özelliklerinin fiziksel özelliklerle el ele yürüdüğünü gözlemlemek için yeterince fırsat sağlarlar; bu özellikler ahlaki nitelikler açısından doğrudur: Melezler sıklıkla daha zekidir ama asla güvenilir değildirler; ahlaki açıdan her zaman ıskarta sayılırlar. İki üstün hayvan ırkının arasındaki sürekli saflık, istisnasız her zaman her ikisinin de üstün karakteristiklerinin yok olmasına neden olur. İnsan ırkı neden bir istisna olsun ki? (...) Geniş ve ortak bir temele sahip olmasına rağmen insan ırkları gerçekte karakter, nitelik ve hepsinden önemlisi, kişisel kapasitelerinin derecesi açısından tazı, buldog, kaniş ve newfoundland köpeği kadar birbirlerinden farklıdır. Eşitsizlik, doğanın tüm âlemlerde eğilimli olduğu bir durumdur; “uzmanlaşma” olmadan hiçbir olağanüstü üreme olmaz; insanlar söz konusu olduğunda, hayvanlarda olduğu gibi uzmanlaşma asil ırklar yaratmaktadır; tarih ve etnoloji bu sırrı en donuk gözlere bile apaçık eder. Her saf ırk kendi ünlü ve benzersiz fizyonomisine sahip değil midir? (...)
Irkların özü ve önemi konusunda bir fikir ileri sürmede en yetkin olan kişiler, kesin bir algı için geniş bir deneyimin gerekli olduğu bir konuyla uğraşırken inanılmaz bir muhakeme eksikliği gösterirlerse ve sadece boş politik ifadelerle yetinirlerse, içgüdüleri doğru yolu gösterdiği halde anlamsızca konuşan cahillere nasıl şaşırabiliriz? Bugünlerde bu konu toplumun birçok farklı tabakasında ilgi uyandırdığına ve eğitimli kişiler öğretmeyi reddettiğine göre, cahiller kendi kendilerini idare etmelidir. Ellili yıllarda Kont Gobineau insan ırklarının eşitsizliği üzerine o dâhice eserini yayınladığında eser hiç dikkat çekmedi; kimse ne dediğini anlamamış gibi görünüyordu. Zavallı Virchow gibi adamlar bir bulmacayla uğraşırmış gibi şaşkındı. Şimdi yüzyılın sonuna geldiğimizde her şey değişti; milletlerin içindeki daha tutkulu, daha atılgan olan öğeler bu soruna doğrudan büyük ilgi gösteriyorlar.
Hiçbir şey bir ırka sahip olma bilinci kadar ikna edici değildir; ayrı ve saf bir ırka ait olan kişi buna ilişkin hissini asla kaybetmez. Irkının koruyucu meleği her zaman onun yanındadır, ayağının altındaki zemini kaybederse ona destek olur, yanlış yola girme tehlikesiyle karşı karşıya ise Sokrat’ın iblisi gibi onu uyarır, itaat talep eder ve denemeye asla cüret edemeyeceği, imkânsız olduğunu farz ettiği girişimlere zorlar. Tüm insanlar gibi zayıf ve hatalı olsa da, bu soydan gelen kişi, kendisini diğerlerinin tanıdığı gibi tanır: Karakterinin sağlamlığından ve eylemlerinin belirgin biçimde tipik ve kişilik, üstü nitelikleriyle açıklanabilecek sade ve özgün bir yücelikle işaretlenmiş olduğu gerçeğinden. Irk, bir adamı olduğundan daha yukarılara taşır; onu olağandışı -hatta doğaüstü diyebilirim- güçlerle donatır, dünyanın her tarafından gelen insanların oluşturduğu kaotik karmaşanın içinden çıkan ama tamamen ayrı bir birey haline getirir. Kökeni saf bu kişi benzerlerinden daha yetenekliyse ırk olgusu onu güçlendirir ve her yönden yükseltir; tüm diğer insanlara bir kuleden bakan bir dahiye dönüştürür; doğanın bir çılgınlığı neticesinde dünyaya savrulan yanan bir meteor olduğu için değil, binlerce ve binlerce kökten beslenen güçlü ve haşmetli bir ağaç gibi cennete doğru yükseldiği için – tek başına bir birey değil, aynı amaç için uğraşan bilinmez ruhların yaşayan toplamıdır.
Kasten açıklamadığım ama söylediğim her şeyden kolayca anlaşılabilecek bir nokta var; ırk konsepti onu olabildiğince dar değil, olabildiğince geniş anlamıyla ele alırsak hiçbir şey içermez. Geleneksel olanı takip edip bu kelimeyi uzak kuramsal ırkları belirtmek için kullanırsak neticede muhtemelen uzun kuyruklu ve kısa kuyruklu maymunları da içeren “insanoğlu” için renksiz bir eşanlamlı kelimeye dönüşür. Irk sadece geçmişin deneyimleri ve günümüzün olaylarıyla ilişkiliyse bir anlama sahiptir.
Artık burada milletin ırk için ne anlama geldiğini anlamaya başlıyoruz. Neredeyse her zaman, bir ırkın oluşturulması için gereken koşulları hazırlayan veya en azından ırkın en yüksek ve en bireysel faaliyetlerine götüren şey, politik bir yapı olarak millettir.
(...) Irk sadece bir kelime değil, organik ve yaşayan bir şey olduğundan doğal olarak asla durağan değildir; asilleşir veya dejenere olur, bu veya şu yönde gelişir ve şu veya bu niteliği bozar. Bu tüm bireysel yaşamların yasasıdır. Ancak sağlam bir milli birlik, yoldan sapmaya karşı en güvenli korumadır. Ortak hafızayı, ortak umudu, ortak entelektüel beslenmeyi sembolize eder; mevcut kan bağını sıkıca sabitler ve bizi daha da sıkı bağlamaya sevk eder.
* Houston Stewart Chamberlain, On Dokuzuncu Yüzyılın Temelleri, çeviren John Lees, cilt I, s. xciii-xciv, 256-257, 260-263, 269, 292, 297, 1912, John Lane Limited.