Ne Yapmalı?*
Ne Yapmalı (1902) kitapçığında Rusya’daki Bolşevik Devrimi’nin gelecekteki mimarı olan Vladimir Lenin (1870-1924), Komünist Parti kuruluşunu ele almıştır. Diğer başka unsurların yanı sıra, parti içi özgürlük sorununa eğilmiş ve Ortodoks Marksizm’in “dogmacılığı” olarak adlandırılanlara karşılık, Bernstein gibi değişiklik taraftarlarının “eleştiri özgürlüğü” isteklerine cevap vermiştir.
“Eleştiri özgürlüğü”… Bunun günümüzün en gözde sloganı olduğuna şüphe yoktur ve tüm ülkelerdeki sosyalistler ve demokratlar arasındaki çatışmaların en temel kaynağıdır. İlk bakışta, hiçbir şey taraflardan birinin eleştiri özgürlüğü tartışmasına getirdiği ciddi itirazlardan daha ilginç görünemezdi. İlerici partilerden bazılarının, bilime ve bilimsel araştırmaya özgürlük garantisi veren Avrupa ülkelerinin çoğunluğunun anayasasına karşı seslerini yükseltmiş olmaları mümkün müdür? Çatışmaların doğasını tam olarak kavrayamamış, dışarıdan bakan bir izleyici, bu gözde sloganın her yerde tekrarlandığını duyduğunda, “Burada bir şeyler yanlış olmalı,” diyecektir. (…)
“Özgürlük” gösterişli bir kelimedir, fakat özgür ticaret adı altında, en acımasız savaşlar gerçekleşmiştir. “Özgür iş” adı altında, köpek gibi çalışanlar soyulmuştur. “Eleştiri özgürlüğü” terimi de aynı kalıtımsal yanlışlıkla yoğrulmuştur. İleri seviyedeki bilime sahip olduklarına gerçekten inananlar, yeni fikirlerin eskiyle yan yana varlığını sürdürmesi için özgürlük talep etmezlerdi, bunun yerine yenilerin eskilerin yerini almasını talep ederlerdi. (…)
Böylelikle düşüncenin kemikleşmesi vb.ne karşı şatafatlı sözlerin, teorik düşüncelerin gelişimindeki savrukluk ve çaresizliği gizlediğini görmekteyiz. Rus Sosyal Demokratlarının durumu, tüm Avrupa’da (ve uzun sure önce Alman Marksizmi’nde) gözlemlenen gerçeğe çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir. Bu gerçek şudur: dile düşmüş eleştiri özgürlüğü, bir teorinin bir başkasıyla değiştirilmesini değil, her eksiksiz ve üzerinde düşünülmüş teoriden bağımsız olmayı; eklektikliği ve prensipsizliği içermektedir. Hareketimizin şu andaki durumuna en azından aşina olan kimselerin, Marksizm’in yayılışının teorik standartlardaki belli bir kötüye gidişi beraberinde getirdiğini görmemeleri mümkün değildir. Pek çok insan, hareketin pratikteki önemi ve başarıları adına bu harekete katıldı. Bu insanların çok azının teorik eğitimi vardı, hatta hepsinin teorik eğitimi noksandı. Bu nedenle, mağrur bir edayla Marx’ın şu cümlesini alıntıladığında, Rabocheye Dyelo’nun ne kadar patavatsız olduğunu anlayabiliriz: “Gerçek hareketin bir adımı, bir düzine programa bedeldir.” Teorik kaos çağında, bu sözleri tekrarlamak tam bir gülünçlüktür. Ayrıca Marx’ın bu sözleri, onun Gotha Programı üzerine yazdığı bir mektuptan alıntıdır ve orada ilkelerin formülleştirilmesindeki eklektikliği, şu sözlerle şiddetle kınamaktadır: “Eğer uzlaşmak zorundaysanız” diye yazmıştı Marx parti liderlerine, “o zaman hareketin pratikteki amaçlarına cevap vermek için anlaşmalar yapın ama ilkeler üzerinden pazarlık yapmayın, ‘teori’den taviz vermeyin.” Marx’ın düşüncesi buydu ama hâlâ aramızda, onun adını kullanarak, teorinin önemini küçümsemeye çalışanlar var.
Devrimci bir teori olmaksızın devrimci bir hareket olamaz. (…)
İşçi kitleleri tarafından hareketleri sürecinde geliştirilen bağımsız bir ideolojiden söz edilemeyeceğinden, tek çıkış yolu şudur: Ya burjuvazi ya da sosyalist ideoloji. Bir orta yol yoktur (çünkü insanoğlu, “üçüncü” bir ideoloji yaratmamıştır ve ayrıca sınıf çatışmalarıyla parçalanmış bir toplumda, sınıfsız ya da sınıf üstü bir ideoloji asla var olamaz). Bu nedenle, sosyalist ideolojiyi herhangi bir şekilde küçümseme, ondan en ufak bir uzaklaşma burjuvazi ideolojisinin güçlenmesi anlamına gelir. Kendiliğinden oluşumla ilgili pek çok tartışma vardır fakat işçi hareketinin kendiliğinden oluşumu (irticali oluşu), onun burjuvazi ideolojisine bağlı olmasına yol açar. Bu, Credo’nun programına göre gelişmek demektir; çünkü kendiliğinden işçi hareketi, saf ve basit sendikacılıktır, yani Nur-Gewerkschaftlerei’dir ve sendikacılık ise işçilerin burjuvaziye ideolojik boyun eğmesi demektir. O halde, bizim görevimiz, sosyal demokrasinin görevi, kendiliğindenlikle savaşmak, kendiliğinden sendikacı çabasıyla işçi hareketini burjuvazinin kanadından uzaklaştırmak ve devrimci Sosyal-Demokrasi kanadına yaklaştırmaktır.
* Vladimir Lenin: Ne Yapmalı? (New York, International Publishers Co., Inc.; 1929), s. 12,14, 27, 40-1.