Materyalizm ve İhtilal*
Jean-Paul Sartre da siyasi sola yakındı. Yine de materyalist efsaneyi, yani Komünizmin dayandığı metafiziği beğenmemektedir ve onu kendi “ihtilal felsefesiyle” değiştirmek istemektedir. Sartre, kendi varoluşçuluğuyla bariz bir benzerliği olan bu felsefeyi, “Materyalizm ve İhtilal” isimli ve 1946 yılında Les Temps Modernes’te yayınlanan uzun bir makalede anlatır.
Demek ki bu, onların (komünistlerin) seçmemi istediği materyalizmdir; bir canavar, ele geçmez bir Proteus, büyük, belirsiz, karşıt bir görünüş. Her gün, bütün entelektüel özgürlük içerisinde, bütün açıklığıyla seçmem istendi. Özgürce ve açık seçik olarak ve kendimle ilgili tüm fikirlerimle seçecek olduğum şey, düşünceyi yok eden bir doktrindir. Biliyorum ki çalışan sınıfın serbest bırakılmasından başka bir kurtuluş yolu yoktur; bunu bir materyalist olmadan önce ve gerçeklerin basit bir incelemesi neticesinde biliyordum. Fikri menfaatlerin proletaryadan geçtiğini biliyorum. Beni bu noktaya getiren düşüncemin kendi kendini yok ettiğinde ısrar etmem için bu sebep midir? Bu, onu bundan böyle kendi kıstaslarından feragat etmesi, çelişkili düşünmesi, birbirine uymayan tezler arasında savrulması, kendiyle ilgili en berrak bilincini dahi kaybetmesi ve inanca götüren baş döndürücü bir uçuşta körü körüne yola koyulması için zorlamama sebep midir? “Diz çök ve inan,” der Pascal. Materyalistin gayreti buna çok benzer. (…)
(…) İhtilalci bir felsefe, materyalist efsaneyi ve göstermelik çabayı bir kenara bırakmalıdır: (1) İnsan haksızdır, varlığı belirsiz nedenlere dayanmaktadır, ne kendisi ne de Tanrı takdiri bunu oluşturmuştur; (2) Sonuç olarak, insan tarafından kurulan ortak bir düzen, diğer düzenlerin üzerine çıkamaz; (3) Bir toplumda geçerli olan değerlerin sistemi, o topluluğun yapısını yansıtır ve onu korumaya yönelir; (4) Bu sebeple onların ifadesi oldukları toplum, henüz var olmadığı için henüz net olarak idrak edilmeyen, fakat onu aşacak toplumun mensuplarının üstün çabalarıyla hissettirilen ya da bir anlamda oluşturulan diğer sistemleri daima aşkındır.
Baskı gören kişi, kendi aslî mümkünlüğünün dışında yaşar ve ihtilalci felsefe, bunu anlamak zorundadır. Ama kendi mümkünlüğünün dışında yaşarken ona baskı yapanların fiili (de facto) varlığını ve oluşturdukları ideolojinin kesin değerini kabul eder. Bu ideolojiye ve haklara meydan okuyan sadece bir transandant (aşkınlık) hareketiyle bir ihtilalci haline gelir. İhtilalci filozof, her şeyden önce, bu transandant hareketinin ihtimalini açıklamalıdır. Bunun kaynağının bireylerin tamamen tabii ve maddi varoluşunda bulanamayacağı aşikârdır, çünkü birey, bu varoluşu geleceğin bakış açısıyla yargılamak için ona döner.
Hakkında bir bakış açısı elde etmek için (bu, sadece bilgiden ibaret olmayan bir bakış açısı ama aynı zamanda anlayış ve harekete sağlam ve sürekli bir bağlantıdır) bir durumun üzerine çıkma ihtimaline bizler kesin olarak özgürlük diyoruz. Herhangi bir materyalizm bunu asla açıklayamaz. Bir dizi sebep ve etki, beni kendisi de bir etki olacak ve dünyanın durumunu değiştirecek davranış ve hareketlere sevk edecektir; bu, onu kendi bütünlüğü içinde kavramak için benim kendi durumuma dönüp bakmamı sağlayamaz. (…)
Ama Marksistler şöyle der, eğer bir insana özgür olduğunu öğretirsen, ona ihanet etmiş olursun çünkü o artık özgürleşme ihtiyacı duymaz. Özgürleşmeyi isteyen doğuştan özgür bir kişi düşünebilir misiniz? Bun buna şöyle cevap veriyorum: eğer insan aslen özgür değil, fakat bir kez ve hep kararlıysa, onun özgürlüğünün ne olabileceğini idrak bile edemeyiz. “Bizler insan doğasını belirlenmiş sınırlarından kurtaracağız” diyenler olabilir. Bu insanlar, aptaldır.
Somut olarak mevcut varlığından ayrı bir şekilde, aslında insan doğası ne olabilir? (…)
Bu noktada bizler, şunu tekrarlamalıyız: İhtilalci, eğer eyleme geçmek istiyorsa, tarihi hadiseleri hukuk dışı olay ve olasılıkların sonucu olarak kabul edemez; ama hiçbir şekilde kendi yolunun peşinen temizlenmesini istemez; yolunu kendi başına temizlemek ister. Belli kısmi diziler, belirli sosyal yapılardaki değişmezlikler ve yapısal kanunlar, önünü görebilmek için ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Ona daha fazlasını verirseniz, her şey düşüncelerde yok olur ve tarih, artık yapılmak değil günü gününe okunmak zorundadır; gerçek, bir rüya olur.
Materyalizm ve idealizm arasında bir seçimde bulunmaya çağrıldık, bu iki doktrin arasında bir yol bulamayacağımız söylendi. Peşin hükümler olmaksızın, ihtilal taleplerinin kendileri adına konuşmalarına izin verdik ve gördük ki idealizm ve materyalizmi uygun olmayan bir biçimde uzaklaştıran, reddeden garip bir felsefe türünün özelliklerinin izinden gidiyorlar. İhtilalci eylem, bize başlangıçta eşi olmayan (par excellence) özgür bir hareket gibi göründü. Anarşist ve bireyci bir şekilde özgür değil tabii ki. Eğer bu doğru olsaydı, ihtilalci, durumunun yapısı gereği, daha çok ya da daha az bir açıklık derecesiyle, sadece “duyarlı sınıf”ın haklarını talep edebilirdi ki bu onun yüksek sosyal sınıf tabakalarıyla bütünleşmesi anlamına gelir.
Ama o [ihtilalci], baskı görmüş, ezilmiş sınıfın içinde ve bütün ezilmiş sınıf için, daha rasyonel bir sosyal statü talep ettiğinde, onun özgürlüğü kendi sınıfının tamamının, daha genel olarak tüm insanların özgürlüğünü talep ettiği eylemde yer almaktadır. O [özgürlük], diğer özgürlüklerin tanınmasıyla ortaya çıkar ve kendi kısımlarında da tanınma talep eder. Bu sebeple, başlangıçtan itibaren, kendini dayanışma seviyesine koyar. Ve ihtilalci hareket, kendi içinde bir özgürlük felsefesinin önermelerini içerir ya da daha çok, varlığıyla bu felsefeyi yaratır. (…)
İhtilalci, sosyalizmi inşa ettiğini düşünür ve tüm yasal haklardan kurtulduğundan ve onları devirdiğinden ona göre varoluşu, sadece ihtilalci sınıfın oluşturduğu, karar verdiği ve inşa ettiği kadardır. Bu anlamda, sosyalizmin yavuz ve yavaş zaferi, tarih içerisinde ve tarih boyunca insan özgürlüğünün tasvibinden başka bir şey değildir. Ve elbette insan özgür olduğu için sosyalizmin galibiyeti tam anlamıyla kesin değildir. O, bir sınır işareti gibi yolun sonunda değildir, insanlık tarafından şekillendirilmiş bir düzendir. İnsan onu ne yaparsa o olacaktır; ihtilalcinin eylemini onunla tasavvur ettiği ağırbaşlılığın neticesidir. Kendini yaklaşan genel bir sosyalizm cumhuriyetinden sorumlu tutmakla kalmaz, aynı zamanda bu sosyalizmin belirli niteliğinden de sorumludur.
Bu sebeple, hem burjuva olan idealist düşünmeyi hem de bir süreliğine ezilmiş kitlelere uyan materyalizm efsanesini aşkın olan ihtilal felsefesi, genel anlamda insanın felsefesi olduğu iddiasındadır.
* Jean-Paul Sartre’den alıntı Edebiyat ve Felsefi Makaleler sayfalar 206-7, 219-20, 228, 233-4, 237. 1955 “Rider and Company”.