Kraliyet Cemiyetinin Tarihi
1660’da kurulan “Doğa Bilgilerini Geliştirmek için Kurulan Londra Kraliyet Cemiyeti”nin [Royal Society of London for the Improvement of Natural Knowledge] başlangıcı, Londra’da, “doğa felsefesi” problemlerini tartışmak üzere bir araya gelen bilimadamlarının ve din âlimlerinin 1645’ten itibaren düzenledikleri gayriresmi toplantılardır. Bununla beraber, 1648’lerde, Oxford’daki Wadham Koleji’nde gerçekleşenler daha önemli sayılır, çünkü İngiltere’nin en eski ve dünyanın en büyük bilimsel derneklerinden biri olan Kraliyet Cemiyeti bu toplantıların sonucunda ortaya çıkar.
1635 doğumlu Thomas Sprat bu toplantılara katılamayacak kadar genç olmasına karşın, Westminster Dekanı ve Rochester Piskoposu olduğu yıllarda ve Kraliyet Cemiyeti’nde etkin rol alır. 1713’te vefat eden Thomas Sprat’ın en büyük katkısı, cemiyeti kuranları bir araya getiren güdülere ilişkin kendi izlenimlerini de eklediği Londra Kraliyet Cemiyeti’nin Tarihi [A History of the Royal Society] adlı eseridir. 1667 yılında yayınlanan eserin orijinalinin, On Yedinci yüzyıl İngilizcesinin büyük/küçük harf ve dilbilgisinin garipliklerine aşina olmayan okurlar için çetrefil olabileceğine dair uyarılar vardır. Türkçe çeviride törpülenen metinde, her şeye rağmen Sprat’ın dilinin dokunaklı tınısı ve kehanete benzeyen birtakım açıklamalarından keyif alınabilir.
Şimdiye kadar hiç bütün duygularından kurtulmuş bir tarihçi görmedim. Buna muhtemelen Stoacı bir duygusuzluk olarak ortaya çıkan bir dürüstlük denemez; ayrıca beni, eğitimimin büyük bir kısmını aldığım yerin onurlandırmaya zorlayan eğilimlerine de fazla direnemem. Oxford’daki iç savaştan bir süre sonra eğitimli ve faziletli kişiler Dr. Wilkins’in evinde, Wadham Koleji’nde ilk toplantılarını yaptı ve ardından gelenlere bir zemin hazırladılar. O dönemde üniversitenin birçok üyesi serbestçe akıl yürütmeye başlamıştı; ayrıca felsefeye yatkın zihinlere sahip, krallığın talihsizliği ve cüppeli kişiler arasında bir emeklilik geçirmenin güvenliği ve rahatlığı fikrinin cezp cezbettiği centilmenler de sık sık bu toplantılara uğruyordu.
İlk amaçları bu kasvetli çağın arzu ve çılgınlıkları tarafından rahatsız edilmeden özgür bir havayı solumaktan ve sessizce sohbet etmekten fazlası değildi. Bu cemiyetin kurumsallaşması başka hiçbir fayda getirmese bile şunu sağladı: Bu sayede bir sonraki çağda karşılaşacakları coşkunun cazibesine kapılmayacak biçimde silahlandırılmış, dengeli ve verimli bilgilere dair ilk izlenimlerini bu cemiyetten edinmiş bir genç adamlar nesli yaratılmış oldu. Ancak bu centilmenlerin diğerleri üzerindeki etkisi sayesinde üniversitenin kendisinin de en azından disiplininin ve düzeninin yok olmaktan büyük ölçüde kurtulduğunu teyit edebilirim. Bu nedenle, bu bayların bu yeni tasarım ile antiklerin tüm onurunu süpürüp atmak niyetinde olmadığı sonucuna varabiliriz. Antik bilgilerin o saygıdeğer kürsüsünü korumak için öyle çok çalıştılar ve öyle ihtiyatlı davrandılar ki, onu savunmasalar bu kürsü çoktan yok olup gitmişti. (...)
Bu sohbetlerin olumlu etkisi sadece Oxford ile sınırlı kalmadı; hem kendi dilimizde hem de eğitimlilerin dilinde (yani Latince) basılı eserleri sayesinde tanındılar. Milletimizin yurtdışındaki şanını artırdılar ve o faydalı ışıklarını ülkemizin her yönüne saçtılar. Bu kişilerin isimlerini burada zikretmenin onların evrensel biçimde tanınmalarını sağlayacağına eminim. Asıl ve en sabit katılımcı Doktor Seth Ward, bugünkü Exeter Piskoposu, Bay Boyl(e), Dr. Wilkins, Sör William Petty, Bay Matthew Wren, Dr. Wallis, Dr. Goddard, Dr. Willis, Dr. Bathurst, Dr. Christopher Wren, Bay Rook, ayrıca çeşitli zamanlarda onlara katılan diğerleri. İsimlerini saydıktan sonra ne yapmam gerektiğinden pek emin değilim. Çünkü hak ettiklerini söylemek gerekir ama korkarım bunu yaparsam yanlış yorumlanabilirim. Haklarını teslim ettiğim değil, onlara dalkavukluk ettiğim düşünülebilir. Ama şu anda gözlerimin önünde hayran olduğum zarif bir kitap duruyor; bu kitabın yazarı, aralarındaki ilişkiyi anlattığı cemiyet üyelerine büyük övgüler sunmuyor. Ancak genç bir adamın başkanın bu tavrını benimsemesi zorunlu değildir: genç adam kamu sansürü karşısında titizce hareket etmelidir ve dünya zevklerini, karakterler yaratmak gibi zor ve ağır bir işe sahip olduğunu düşünecek kadar ciddiye almamalıdır. Bu nedenle inanıyorum ki onlar hakkında söylemek istediğim şeyler genel olarak kabul görecekti; onları veya eserlerini tanıyan becerikli biri diyeceklerimle çelişirse kendini de inkâr etmek veya onlara bir zamanlar tuttuğu alkışları geri almak zorunda kalacaktır.
Bu kadar samimi ve ihtirastan uzak bir dostluk ve böylesi umutsuz bir dönem için üzerinde çalışılacak doğa felsefesinden daha uygun bir alan olabilir miydi? Her zaman teolojik bir soruyla karşılaşmayı kendi kişisel eğlenceleri olarak görüyor ve halkın da bu sorular konusunda aşırıya kaçmasını pek sevmiyorlardı; sonsuza kadar hükümetle ilgili konularla ilgilenmek veya ülkenin sorunlarını düşünmek melankolik bir durumdu; bu nedenle, onları mutlu edebilecek tek şey doğayla ilgilenmekti. Doğa konusunda tefekkür etmek zihinleri geçmişten uzaklaştırır, günümüzdeki talihsizlikleri unutturur ve halkı mutsuz eden en büyük şeyleri fethetmelerini sağlar; diğer yandan insanı ve insan ilişkilerini düşünmek bize binlerce farklı rahatsızlık getirir. Doğa ise bizi asla ölümlülerin ihtilaflarıyla ayırmaz, bize düşmanlaşmadan farklılaşma fırsatı verir ve bir İç Savaş’a neden olmadan birbirine zıt şeyler hayal etmemizi sağlar.
İşlerinin izin verdiği kadar sık toplanıyorlardı: toplantıların gidişatını genelde söylevler değil eylemler belirliyordu; çoğunlukla kimya veya mekanik konusundaki oturumlara katılıyorlardı: sabit bir yöntemleri yoktu, çünkü niyetleri birbirleriyle keşifleri hakkında daha fazla iletişim kurmaktı ve bunu birleşik, sabit veya düzenli bir sorgulama ile değil dar kapsamlı toplantılarla yapmayı tercih ediyorlardı. Ayrıca bu kurum bazı benzerlerine de örnek oldu, örneğin yakın zamanda Paris’te bir Akademi121 çalışmalara başladı: sonunda düşüncelerini kelimelerden deneysel felsefeye dönüştürdüler ve belki de Kraliyet Cemiyeti’nin bir benzerini kurdular. Onlar da benzer biçimde özel bir binada toplanıyor ve doğanın işleri hakkında serbestçe konuşuyorlar; matematiksel veya felsefi meselelerde varsayımlarda bulunuyorlar, problemler getiriyorlar; hangisi uygun gelirse öyle davranıyorlar. Bu beni ümitlendiren bir işaret; eğer Oxford’da yaptıklarımız konusunda aynı fikirde iseler daha ileri gidip aynı seviyeye gelmeleri ve Fransa’da bir Kraliyet Cemiyeti açmaları mümkün. Buradaki centilmenler adına (amaçlarındaki cömertliği bildiğim için) söz verebilirim, onların desteklerini kabul etmeye hazır olacağız. Onlardan ve tüm diğer eğitimli dünyadan yardım istiyoruz. Ülkeleri, çıkarları ve dinleri farklı olsa da herkesin bu girişime destek vermesi gerekir. Gerçekten de tüm Avrupa’nın karşısında bugün onurunu koruması için iştirak edilmesi gereken iki savaş vardır: Biri kutsal bir savaştır, diğeri ise felsefi: Biri Hıristiyanların ortak düşmanına13 karşıdır, diğeri ise neredeyse altı bin yıldır bizi baskı altında tutan güçlü ve barbar düşmanlarımıza, cehalete ve yanlış fikirlere karşıdır. Bunlara karşı ortak bir sefere çıkmamız gereklidir; tüm medeni milletler ordularını bir düşmana karşı, akıllarını da diğer düşmana karşı birleştirmelidir; ayrıcalıklar veya üstünlükler konusunda hiçbir ufak çekişmeye mahal verilmemelidir.