Kalbin ve Kanın Hareketleri Hakkında*
William Harvey, 1578 yılında Folkestone İngiltere’de doğdu ve 1657’de öldü. Cambridge Üniversitesi’nde ve daha sonra Avrupa’nın tıp merkezi olan İtalya’daki Padua Üniversitesi’nde eğitim gördü ve burada yirmi dört yaşında doktor oldu. Kraliyet Hekimler Cemiyeti ile Londra Hastanesi arasında böldüğü kariyeri, uygulamalı hekimlik ve araştırma ile geçti. Hayvanlarda Kalbin ve Kanın Hareketleri (Anatomical Exercise on the Motion of the Heart and Blood in Animals) adlı yapıtı, tıpta muazzam bir dönüm noktası oluşturmuştur. 1628’de yayınlanmasından önce tıp dünyasında kanın atar ve toplardamarlarda gezdiğinin bilinmesine karşın, dolaşımın sürekli olduğu bilinmemekte, dahası, karaciğerin vücudun çeşitli organları için farklı kanlar ürettiği düşünülmekteydi. Bir diğer inanç, kalbin genişleme ve kasılma hareketlerinin kaslar sayesinde değil, kanın içindeki “yaşamsal ruhlar” sayesinde gerçekleştiği şeklindeydi; kalbin yapısı ve bölümlerinin görevleri pek az anlaşılmıştı. Sör Harvey’in aşağıdaki paragrafları bu arkaplan ışığında değerlendirilmelidir.
Kalbin ve damarların hareketlerini, eylemlerini ve kullanımını tartışmak üzere olduğumuz için diğer insanların yazılarında, bu şeylerle ilgili olarak neler düşündüklerini, umumi ve geleneksel olarak hangi fikirlere inanıldığını tespit etmek gerekir. Böylece doğru olan teyit edilir, yanlış olan ise otopsilerle, çok sayıda deneyle ve sarih gözlemlerle doğru hale getirilebilir.
Neredeyse tüm anatomiciler, doktorlar ve filozoflar bugüne kadar Galen’in5 fikirlerine uyarak nabzın amacının solunum ile aynı olduğunu düşündü ve sadece tek bir noktaya, yani hayvanlara dayanarak düşünüldüğü üzere solunumun hayati bir yetenek olması noktasında fark gördüler. Tüm diğer açılardan bu ikisi hem amaç hem de hareket açısından aynı biçimde davranıyordu. Yakın zamanda çıkan ve Aquapendente’li Hieronymus Fabricius6 tarafından yazılan Solunum adlı kitapta kalpteki ve atardamarlardaki nabzın kanın dolaşımı ve soğutulması için yeterli olmadığı, bu yüzden akciğerlerin kalbin etrafını kuşattığı söylenerek bu teyit edilmişti. Böylece bugüne kadar sistol ve diyastol7 hakkında söylenen her şeyin, kalbin ve atardamarların hareketi hakkında söylenen her şeyin özellikle akciğerlere de atıfta bulunduğu ortaya çıkmıştır.
Ama kalbin yapısı ve hareketleri akciğerinkinden ve atardamarların hareketleri göğsün hareketlerinden farklı olduğundan farklı görev ve amaçlar ortaya çıkacaktır; göğsün ve akciğerlerin varlığı ve kullanımı birçok açıdan farklı olduğuna göre, hem kalbin hem de atardamarların nabzı ve çalışması farklı olmak durumundadır. (...)
Bu çeşitli fikirlerin uyuşmazlığı ve karşılıklı olarak birbirilerini çürütmesi, hepsinden şüphe etmekte haklı olduğumuzu gösteriyor. Atardamarlarda sadece kan olduğu Galen’in deneyleriyle, arteriotomiyle8 ve yarayla da açıkça ispatlanmıştır. (...) Galen’in deneyleri şunu ima eder: “İki bağ arasındaki bir atardamarı uzunlamasına keserseniz içinde sadece kan bulursunuz.” Bu da atardamarların sadece kan içerdiğini ispatlar. Biz de buna benzer bir akıl yürütme silsilesi kullanabiliriz: Hem ölü hem de canlı hayvanlarda tekrar tekrar tespit ettiğim üzere, aynı şekilde bağladığımız atardamarlarla toplardamarların içinde aynı kanı bulursak atardamarlardaki kanın toplardamarlardakilerle aynı olduğunu, tamamen aynı olduğunu görürüz. (...)
Bu nedenle, önceki düşüncelere ve aynı etkiye sahip birçok diğer düşünceye dayanarak konunun tümünü dikkatle inceleyen bir kişi, bugüne kadar kalbin ve atardamarların hareketlerine ve işlevlerine ilişkin olarak söylenen her şeyi muğlak veya tutarsız hatta olanaksız bulacaktır; meseleye daha dar kapsamlı bakmak faydalı olacaktır; sadece insanlarda değil, kalbi olan tüm hayvanlarda da kalbin ve atardamarların hareketleri üzerinde düşünülmelidir; ayrıca cerrahi deneyler yapmak için başvuruda bulunarak ve sürekli gözle inceleme yaparak gerçeği bulmak için araştırmak ve çabalamak gerekir. (...)
O zaman öncelikle canlı bir hayvanın göğsü açıldığında ve kalbi saran kılıf çıkartıldığında karşımızda bir durup bir çalışan bir organ olacaktır; çalıştığı bir zaman vardır, hareketsiz kaldığı bir zaman vardır.
Kara kurbağaları, kurbağalar, yılanlar, küçük balıklar, yengeçler, karidesler, salyangozlar ve su kabukluları gibi soğukkanlı hayvanlarda bunlar çok daha barizdir. Köpek ve domuz gibi sıcakkanlı hayvanlarda bu daha da belirgindir; bu hayvanlar ölmek üzereyken kalpleri gevşemeye, daha yavaş hareket etmeye başlar. Bu durumda hareketler daha yavaşlar ve seyrekleşir, gerçek hareketlerini ve nasıl gerçekleştirildiklerini daha rahat algılamamızı ve çözmemizi sağlayacak biçimde duruşlar daha da uzar. Duruş sırasında, ölüm sırasında olduğu gibi kalp yumuşak, gevşek, yorgun ve hareketsizdir. Sanki dinlenir gibidir.
Hareket ve hareketin gerçekleştiği zaman aralığında şu temel şartlar gözlenir:
1. Kalp dikleşir ve göğse çarpacak ve nabzın dışarıdan hissedilmesini sağlayacak kadar ileri bir noktaya yükselir.
2. Her noktada kasılmış olsa da özellikle yanlara doğru daha çok kasılır, bu yüzden daha dar, göreceli olarak daha uzun ve bir araya gelmiş gibi görünür. Hayvanın gövdesinden çıkartılan ve masaya veya elin üzerine konan bir yılanbalığı kalbi bu ayrıntıları gösterir; organları daha konik veya uzatılmış gibi görünen küçük balıklarda ve diğer soğukkanlı hayvanlarda bu daha da belirgindir.
3. Ele alınan kalp, hareketi sırasında daha da sertleşmiş gibidir. Bu sertliğin sebebi gerginliktir, aynen önkolu tuttuğunuzda parmaklar hareket ettikçe tendonların gerginleştiğini ve esnekleştiğini hissettiğimiz gibi. (...)
Bu ayrıntılar sayesinde kalbin hareketinin belirli bir genel gerilmeden oluştuğunu anladım – bu gerginlik hem liflerin bulunduğu çizgide bir kasılmayla hem de her yönden sıkma ile gerçekleşiyordu. Hareketi sırasında dikiliyor, sertleşiyor ve küçülüyordu; bu hareket liflerin ve kirişlerin bulunduğu hat boyunca kasların yaptığı hareketle aynı doğaya sahipti, çünkü kaslar hareket halindeyken canlı ve gergin olurlar ve yumuşak iken sertleşirler, ileri çıkarlar ve kalınlaşırlar; kalp de aynı biçimde hareket eder. (...)
Yaygın olarak kabul edilen fikirlerin tam aksi doğrudur; genel olarak kalp göğse çarptığında ve dışarıdan nabız hissedildiğinde kalpteki karıncıkların genişlediği ve kanla dolduğu düşünülse de gerçek bunun tam aksidir; kalp kasıldığında (ve şok verildiğinde) boşalır. Genel olarak diyastol olarak kabul edilen hareket gerçekte sistoldür. Aynı şekilde, kalbin içsel hareketi de diyastol değil, sistoldür; diyastol sırasında değil, sistol sırasında kalp sert ve gergin olur, çünkü ancak gergin olduğu zaman hareket eder ve etkin olur. (...)
Ayrıca, genel olarak inanılanın aksine, kalp hareket veya genleşmesiyle kendi kendine kanı karıncıklara çekemez; çünkü harekete geçtiğinde ve gerginleştiğinde kan dışarı çıkar; gevşediğinde ve çöktüğünde kanı aşağıda açıklanacağı gibi içine doldurur. (...)
Kalbin hareketleriyle bağlantılı olarak, atardamarların hareketleri ve nabız atışlarına atıfla aşağıdaki şeyler de gözlemlenmiştir:
1. Kalbin kasıldığı ve göğse vurduğu anda, kısacası organ sistol durumundayken atardamarlar genişler, bir nabız oluşturur ve diyastol durumundadır. Aynı şekilde, sağ karıncık kasılıp kanı dışarı ittiğinde atardamar da (pulmoner atardamar) vücuttaki diğer atardamarlarla birlikte şişer.
2. Sol karıncık hareket etmeyi ve nabız vermeyi kestiğinde atardamarlardaki nabız da durur; ayrıca bu karıncık çok güçsüz biçimde kasılırsa atardamarlardaki nabız da çok zor fark edilebilecek kadar zayıflar. Benzer biçimde sağ karıncık durduğunda vena arteriosa da (pulmoner atardamar) durur.
3. Ayrıca bir atardamar kesildiğinde veya delindiğinde, sol karıncık kasıldığında damardan kan fışkırdığı görülür; pulmoner atardamar yaralandığında ise sağ karıncık kasıldığında kan fışkırdığı görülür. (...)
İlgilenmek durumunda olduğum bir vaka beni bunların doğru olduğuna ikna etti. Bir hastada boynunun sağ tarafında nabız gibi atan bir tümör vardı, atardamarın koltukaltına doğru indiği tarafta atardamardaki aşınma sebebiyle oluşmuş ve gün geçtikçe büyüyen bu tümöre anevrizma9 teşhisi koydum; kalbin her atışıyla atardamar tarafından getirilen kan içine doldukça tümör görünür biçimde şişiyordu. Hasta öldükten sonra yapılan otopside parçalar yerli yerine oturdu. Kanın büyük kısmı tümöre yönlendiriliyor ve böylece engelleniyordu; bunun sonucu olarak da ilgili koldaki nabız düşüktü.
Atardamarlardaki kanın hareketi aksıyor gibiyse, bunun sebebi ister baskı veya kemik kırığı, isterse durduran bir engel olsun, o noktadan sonraki bölgelerde atardamarlarda nabız daha zayıftır, atardamarlardaki nabız sadece o damarlardaki kanın itilmesinden veya darbesinden fazla değildir.
* William Harvey, Kan Dolaşımı, Everyman’s Library Edition, Londra, J. M. Dent & Sons, Ltd., 1907, s. 9-12, 21, 24-27, 28, 30.