İnsana Dair Deneme*
Alexander Pope (1688-1744), Londra’da zengin bir Katolik kumaş tüccarının oğlu olarak doğdu. Çalışkan olduğu kadar esprili olduğu anlaşılan delikanlı, genç yaşlarında girdiği hayli ayrıcalıklı edebiyat dünyasında döneminde moda olan tüm fikirlere maruz kaldı. 1732-34 yılları arasında yazılan İnsana Dair Deneme [Essay on Man] Pope’un çağdaşlarıyla olan tartışmalarını ve önceki yüzyılın felsefi eserlerinin izlerini yansıtır. Özellikle de Locke felsefesinin etkisi altında kalmıştır.
Alexander Pope, büyük edebiyatçılar ya da teorisyenler arasında sayılmamakla birlikte, aşağıdaki uzun şiirinde görüleceği üzere, On Sekizinci yüzyılda insan doğası, güçleri ve sınırları konusundaki tüm düşünceleri bir araya getirmiş, sunmuş olmasıyla değerlidir.
Gelin (çünkü hayatın bize sağlayabildiği
Bizi biraz gözetmek ve sonra ölmeye bırakmaktır)
Tüm insan manzaraları üzerine uzun uzun söyleşelim;
Büyük bir hayretle! Ama plansız değil;
Vahşi bir yer, ağaçlar ve çiçeklerin rasgele açtığı;
Veya bir bahçe, içindeki yasak meyvelerin ayarttığı.
Gelin beraberce bu geniş tarlanın hakkından gelelim,
Hem açık hem de gizli ürünleri görmeyi deneyelim!
Keşfedelim gizli arazilerde, sersemletici tepelerde
Körlemesine sürünenleri, görmeden süzülenleri;
Doğanın gözü dolanır, uçarken çılgınca ileri atılır,
Yaşayan âdetler yükselirken ona yakalanır:
Zorunluysak güleriz, becerebilirsek saklanırız;
Ama Tanrı’nın yollarını insana anlatırız.
Önce söyle, yukarıda Tanrı, aşağıda insan,
Neyi akılla bulabiliriz, bildiğimiz nedir ki?
İnsana dair ne görüyoruz ki, oysa burasıdır yeri
Aklını kullandığı veya sırtını dayadığı?
Sınırsızdır Tanrı’nın bilindiği dünyaların sayısı,
Ama bizim gördüğümüz sadece bizdeki yansıması.
O uçsuz bucaksız genişliklere nüfuz eder,
Görür ki tek bir evren oluşturur gezegenler,
Gözler sistemlerin birbiri içine nasıl geçtiğini,
Hangi gezegenlerin diğer güneşlerin etrafında gezdiğini,
İnsanların gördüğü yıldızlarda ne farklar olduğunu,
Söyler belki göklerin bizi neden böyle yarattığını....
Ey kibirli insan! Göreceksin sebebini,
Neden böyle zayıf, böyle küçük ve kör yaratıldığının!
Önce yapabilirsen bil bakalım daha zor olan sebebi
Neden yaratılmadın daha zayıf, daha kör veya daha az!
Sor bakalım dünya anaya, meşeler neden
Uzundur ve güçlüdür gölgeledikleri bitkilerden?
Veya yukarıdaki, ötedeki alanlara sor,
Jüpiter’in uydusu neden küçüktür Jüpiter’den?
Mümkün olan tüm sistemler içinde,
Sonsuz bilgelik yaratacaktır en iyisini,
Orada tam ve olsa da olamasa da her şey uyum gösterir,
Ve yükselen her şey belirlenmiş bir düzeye yükselir;
Sonra, hayatın ölçeğini düşünürken, ne basit,
Bir yerlerde olmalı insan diye bir derece;
Esas soru (uzun zamandır tartışma koparan)
Şudur sadece: Tanrı koymadı mı onu yanlış yere?
Söz konusu insansa, ne kadar yanlış desek de
Yeri doğru olmalıdır diğerlerine göre.
İnsanların işlerinde, büyük acılarla yapılmış olsa da
Binlerce hareketin tek bir amacı vardır;
Tanrı ise tek hareketle amacına ulaşır;
Üstelik başka amaçlarla da kullanılır.
Yani temelde burada yalnız görülen insanın,
Belki bilinmeyen bir kürede bir benzeri vardır,
Bir çarkı çevirir, başka bir amaca ulaşır;
Bizim gördüğümüz tümü değil, sadece bir parçasıdır.
(...)
İnsan mükemmel değil, göklerin kabahati bu demeyin;
Deyin ki insan mükemmeldir olabileceği kadar;
Bilgisi durumuna ve yerine uygundur,
Zamanı bir andır, uzaydaki yeri nokta kadar.
Belirli bir kürede mükemmel olmaksa amaç,
Ne fark eder önce sonra, orası burası?
Bugün burada kutsanmış olanın,
Bin yıl önce başlamıştır yolculuğu.
(...)
Bu insan ne yapsın? Şimdi yukarı doğru yükselir,
Melekten biraz daha aşağıda, ama yakında yetişir;
Bakıyor aşağılara, ne kadar da mutsuz yüzü,
Nasıl arzular ayıdaki postu, boğadaki gücü.
Yaratılan her şey onun içindir, onun için var,
Hepsinin gücüne sahip olsa, onlar neye yarar?
Bu yüzden doğa, cömertleşmeden
Uygun organlara uygun güçler tayin eder,
Elbette her ihtiyaç karşılanır,
Şuraya biraz hız, oraya biraz güç gider;
Hepsi tam da ihtiyacı karşılayacak kadardır;
Ne ekleyecek, ne çıkartacak bir şey vardır.
Her hayvan, her böcek halinden memnundur;
Gökler sadece insana karşı mı melundur?
Şu akıllı dediğimiz insan, tek başınayken,
Bunca nimetten mahrum olsa neyle mutlu olacaktır?
İnsanın mutluluğu (gurur izin verirse bu nimete)
Göz dikmemektir insanlıktan ötesine,
Ne vücudun ne de ruhun güçleri bölünebilir,
Ama kendi doğası ve durumu neye dayanabilir16.
(...)
Dur o zaman, eksiklerden de bahsetme:
Kutsanmamız neleri suçladığımıza bağlıdır.
Kendi yerini bil: Bu tür, bu derece
Körlük ve zayıflık, göklerin ihsanıdır.
Kabul et – bu veya başka bir kürede,
Becerebildiğin kadar kutlu olmaya çalış:
Tek düzenleyici gücün ellerinde,
Veya doğum veya ölüm anında.
Tüm doğa aslında bir sanattır, onlar bilmezler;
Tüm şanslar, yönler, sadece sana görünmezler;
Tüm anlaşmazlıklar, ahenkler, anlaşılmaz;
Tüm kısmen kötü olanlar evrensel olarak iyidir:
Ve gurura rağmen, aklın yanılmasına rağmen,
Tek gerçek alenidir: “Mevcut olan doğrudur.”
(...)
Sen kendini bil, bırak Tanrı’yı incelemeyi;
Kendindir kendinin asıl bileceği.
Sen ki durursun çift yanı deniz bir karada,
Aklı karanlık cüssesi kaba:
Çokça bilgili şüpheden yana eşi yok,
Almamış ama sabırdan hissesini,
Sallanır durur orta yerde şaşkın gitmekte ya da kalmakta,
Tanrı mı yoksa bir canavar mı olduğunu sanmakta;
Şaşkındır şaşkın bedeni mi aklı mı var seçmekte,
Ölmek için doğmuş kullanır aklını sadece günah işlemekte;
Ne farkı var sanki birbirinden cahilliği de mantığı da,
Ya çok az düşünür ya da çok fazla:
Kördüğüm olmuş birbirine düşünce ve tutkunun hayali;
Söver kendi kendine över kendi kendine;
Yaratılmıştır yarı yükselmek yarı düşmek için;
Her şeyin büyük efendisi fakat her şeye bir yem;
Kendisidir ancak yargılayabilir gerçeği;
Kendisidir sonsuz hatalar içinde;
Şanı, şakası ve bilmecesidir dünyanın!
Git üstün yaratık! ilmin ışığına çık,
Toprağı ölç havayı tart ve ceziri incele;
Gezegenlere hangi yörüngelerde döneceklerini öğret,
Zamanı yeniden ayarla güneşi düzene koy;
Eflâtunla birlikte gökteki yıldızlara ulaş.
İlk güzele git, ilk bütüne ve ilk doğruya git;
Ya onu izleyenlerin izlerinden yürü,
Ya da mantığı bırak pervane gibi dönen doğulu papazların yaptığını yap;
Ve çevir kafalarını güneşi takip etmeleri için.
Git ölümsüz akla yönetmeyi öğret –
Sonra kendine dön ve aptallığını kabullen.
(...)
İnsan doğasına hükmeden iki prensip vardır;
Kendini beğenme harekete geçirir, akıl ise kısıtlar;
Ne ona iyi, ne diğerine kötü diyebiliriz,
Her biri kendi her şeyi harekete geçirir ve yönetir, kendi işini yapar:
Ve onların düzgün çalışabilmesi için,
Her şeyi iyi kabul et, uygun olmayanı da kötü.
Kendini beğenme, hareketin kaynağı, ruhu canlandırır;
Aklın buna karşılık gelen dengesi her şeyin hükümdarıdır.
Ancak insan bundan başka hiçbir eyleme katılamaz,
Ama bu hareketi de bir sonuç sağlamaz;
Bir bitki gibi yerinde sabit kalır,
Beslenir, büyür ve ister istemez çürür;
Yahut meteor gibi boşlukta alevler saçarak ilerler;
Diğer şeyleri mahvederken kendini de eder.
(...)
Gör bak! Göklerin bize bahşedebileceği tek lütuf;
Hissedenler tadını alır sadece, ama düşünenler bilir;
Ama talihli olan fakir ve eğitimli olan kör,
Kötüler ıskalar onu; iyi ve eğitimsiz olanlar bulur;
Hiçbir mezhebe köle değildir, özel bir yol tutmaz,
Doğaya bakar sadece ve doğanın Tanrısına;
Takip eder o büyük amacı bağlayan zinciri,
Birleştiren göklerle yeryüzünü, ölümlüyle ölümsüzü;
Kutsanmamış kimsenin göremeyeceğini görür,
Biraz yukarı, biraz aşağı dokunur;
Yükselen o bütünün birleşmesini öğrenir,
İnsan ruhunun ilk ve son amacını;
Bilir İnancın, kanunun ve ahlakın başladığı yeri,
Ve bittiği yeri; Tanrı sevgisini ve insan sevgisini.
* Alexander Pope, İnsana Dair Deneme, editör Maynard Mack, “Twickenham Edition”, New Haven: Yale University Pres, 1950, s. 14-20, 22-23, 36-38, 49-51, 53-59, 62-63, 160-161.