I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

İnsan: Kötülük ve Özgür İrade Hakkında*

Voltaire

Voltaire’in insan kavramı, belirsiz ve kararsızdır. İnsan onuruna sahip çıkarak, İlk Günah öğretisini7 reddetmekle beraber, bilimsel devrimin insanoğlunun diğer tüm yaratıklarla aynı doğa kanunlarına tabi olduğunu söyleyen “makinistik” dünya görüşünden de etkilenmiştir. Bu durum, yazarın özgür iradeye olan insancı inancını sarmakta, insancı düşünceyle bilimsel düşüncenin arasında bırakmaktadır. Felsefi Sözlük’ten (Philosophical Dictionary) alınan “Kötülük” (Méchant) başlıklı makale ile “Özgür İrade” (Franc arbitre) başlıklı bir diğer yazı Voltaire’in ruh haline ışık tutmaktadır.

Kötülük

Halk, insan fıtratının aslında sapkın olduğunu, insanın şeytanın ve kötülüğün çocuğu olarak doğduğunu haykırır. Hiçbir şey bu kadar hatalı olamaz, şunun için, dostum, sen herkesin sapkın doğduğu şeklinde vaaz verirken, kendin de aynı şekilde doğmuş olduğun için beni uyarmış olursun bir tilki veya bir timsahtan daha fazla güvenmemem hususunda sana - Ah, ama hiç de öyle değil! diyorsun, bana inanabilirsin çünkü ben ne kâfirim ne de münafık, ben yeniden doğdum [hidayete erdim]. Ama öyleyse, insanoğlunun senin demenle ya imansız ya da münafık olan geri kalan kısmı, bir canavarlar topluluğundan ibaret olmalı ve ne zaman bir Luteryan’la ya da Türk’le konuşsan seni soyacaklarından ve öldüreceklerinden emin olsan gerek, çünkü onlar şeytanın çocuklarıdır; kötü olarak doğmuşlardır; ilki “hidayete ermemiş”, ikincisi de dejeneredir. İnsanlara şöyle söylemek çok daha mantıklı ve soylu olurdu: “Hepiniz iyi olarak doğdunuz, bakın, varlıklarınızın saflığını bozmak ne kadar korkunç olurdu.” Bireylere nasıl davranıyorsak, insanoğlunun bütününe de öyle davranmalıyız. Bir dini önder, skandallarla dolu bir hayat yaşar mı? Sor ona: “İlahi yasalara saygısızlık ederek itibarlarını ayağa düşürmen mümkün müdür senin?” Kralın danışmanı olmak onuruna erişmiş birine mevkisi hatırlatılarak, insanlara örnek olması gerektiği söylenir. Askere cesaret vermek için, “Unutma, sen Champagne alayındasın!” denir. Her bir insana şöyle söylemeli: “İnsan olarak haysiyetini unutma.”

Ve aslında, ne söylersek söyleyelim, her zaman gelmemiz gereken nokta, tüm uluslarda sıklıkla kullanılan şu deyimin ifade ettiğidir: “Kendine dön.” Yani? Eğer şeytanın çocuğu olarak doğmuşsan, en başından bir suçluysan, damarlarında akan cehennem içkisiyse, kendine dön” telkini şu anlama gelirdi: Şeytani fıtratına danış, onun ardından git, bir hilekâr, hırsız, katil ol – senin babanın yasası budur.

İnsan kötü olarak doğmaz, hastalandıkça kötüleşir. Hekimler ortaya çıkar, “Sen hasta olarak doğmuşsun,” derler ona. Kesin olan şey şudur: Doğuştan hastaysa şayet, ne derlerse desinler, ne yaparsa yapsınlar, hekimler iyileştiremez onu; bu mantıkçıların kendileri de hastadırlar.

Evrendeki tüm çocukları bir araya getirin, onların içinde masumiyet, nezaket ve korkudan başka bir şey göremezsiniz; eğer kötü, hain, zalim olarak doğsalardı, bunun işaretini verirlerdi, aynı küçük sineklerin ısırmaya çalışması ve küçük kaplanların bir şeyleri kopartıp parçalamaya çalışmaları gibi. İnsanoğluna, tavşanlara ve güvercinlere verdiğinden daha fazla saldırı silahı vermeyen doğa, onu yıkıcılığa sevk eden içgüdü veremezdi.

Bu demektir ki, insan kötü olarak doğmamıştır. Peki, o zaman neden bazıları kötü niyet salgınına tutulur? Çünkü onların lideri hastadır ve salgını insanoğlunun geri kalanına da bulaştırır, tıpkı Christopher Columbus’un Amerika’dan getirdiği hastalığın bir kadına geçmesiyle o zehrin Avrupa’nın bir ucundan diğer ucuna yayılması gibi.

Dünyayı ilk haris adam bozdu.

Bana bu ilk canavarın bütün yaptığının insanlarda zaten var olan kibir, yağma, hile, zalimlik mikrobunu ortaya çıkarmak olduğunu söyleyeceksiniz. Kabul ediyorum, genel kural kardeşlerimizden birçoğunun bu özelliklere sahip olduğu şeklindedir ama onunla temas eden herkeste mi iğrenç ateş, taş ve çakıl vardır?

İçlerinde kötü olmayan birçok millet vardır: Filadelfiyalılar8, Banyanlar9 hiç kimseyi öldürmemiştir; Çinliler, Tonking halkı, Laos, Siam, hatta Japon halkı yüzyıldan çok daha uzun zamandır savaş görmemiştir. Her ne kadar, tüm suçların anası açgözlülük ve tamah, Roma, Venedik, Paris, Londra, Amsterdam gibi şehirlerde aşırı derecelerde ise de, insanı dehşete düşüren o büyük suçlara ancak on yılda bir rastlanır.

Eğer insanlar özleri itibariyle kötü olsalardı, kötü niyetli olduğu kadar da mutsuz bir varlığın kulları olarak doğmuş olsalardı ve bu varlık insanları kendi çektiği acıların intikamını almaya yönlendirseydi, karıları tarafından öldürülmüş kocalar, çocukları tarafından öldürülmüş babalar görürdük, her gün şafak söktüğünde gördüğümüz gibi kan emmeye gelen sansarlar tarafından boğazlanmış tavukları.

***

Öyleyse dünyada insanların söylediğinden ve inandığından sonsuz kere daha az kötülük var. Hiç kuşkusuz, olan yine de çok fazla: korkunç talihsizlikler ve suçlar görmekteyiz, lakin şikâyet etmenin ve abartmanın verdiği keyif o kadar büyüktür ki, en ufak bir çizikte bile dünyanın kana bulandığını haykırırsınız. Kandırıldınız mı? Öyleyse tüm insanlar yalan yere yemin ediyorlar demektir. Birtakım haksızlıklara uğramış melankolik bir ruhun tüm evrenin lanetlenmişlerle kaplı olduğunu düşünmesi gibi, operadan sonra hanım arkadaşıyla akşam yemeğine çıkan bir çapkın da talihsiz insanların var olduklarını hayal edemeyecektir.

* Voltaire, Philosophical Dictionary, çeviren Peter Gay, cilt. II, s. 377-80, 1962, Basic Books, Inc.

Özgür İrade*
Voltaire

İnsanoğlunun akıl yürütmeye başladığı zamanlardan bu yana filozoflar, ilahiyatçıların saçma kurnazlıklarıyla içinden çıkılmaz hale getirdikleri bu meseleyi irdelemişlerdir. Locke, insanın doğasını, genelleştirme gibi bir küstahlığa düşmeden çözümleyerek inceleyen belki de ilk kişidir. İradenin özgür olup olmadığı üç bin yıldır tartışıladursun, Locke sorunun saçma olduğunu, renk ve hareket ne kadar iradeye tabi ise, özgürlüğün de o kadar tabi olduğunu göstermiştir.

Özgür olmak neyi ifade eder? Gücü ifade eder ya da daha doğrusu, hiçbir anlamı yoktur. İradenin “muktedir” olduğunu söylemek, aslında onun sarı, mavi, yuvarlak ya da köşeli olduğunu söylemek kadar saçmadır. İrade, iradedir. Özgürlük, güçtür. Şimdi, içimizden geçenleri, ama herhangi bir akademik terim veya kabulle aklımızı karıştırmadan, kademe kademe inceleyelim.

Diyelim ata binmeniz teklif edildi. Binmek ya da binmemek şeklinde açık bir tercih belirtmek durumundasınız, çünkü bunun ortası yok. Deney ve uygulama yoluyla kanıtlandığına göre, irade özgür değil, öyleyse ata bineceksiniz? Neden? Çünkü iradem öyle emrediyor – bunu ancak cahil bir insan böyle söyler. Böyle bir cevap saçmalıktır; akıl veya sebep olmaksızın hiçbir şey yapılamaz. Peki, o zaman, iradenizin oluşmasına sebep olan nedir? Beyninize sunulan mantıklı fikir mi; baskın veya kararlaştırmış fikir mi; şimdi de şöyle diyeceksinizdir: Baskın bir fikre karşı koyamaz mıyım? Hayır, karşı koymak için de bir neden gerekir, iradeyi sarsabilecek daha da güçlü bir başka neden.

Fikirler ve dolayısıyla, irade edinilir. Fikir varsa irade vardır; sonuç olarak, “özgürlük” kelimesi hiçbir anlamda “irade”ye ait değildir.

Bana soruyorsun: Düşünce ve irade senin içinde nasıl biçimlendi? Cevabım, bununla ilgili hiçbir şey bilmediğimdir. Dünyanın nasıl biçimlendiğini ne kadar biliyorsam, fikirlerin nasıl yaratıldıklarını da o kadar biliyorum. Sadece karanlıkta -anlaşılamaz makinemize ilham veren her şeye başvurabiliriz- el yordamı ile araştırmaya iznimiz var.

Demek ki “irade” özgür olarak adlandırılabilecek bir meleke değil. Özgür-irade, akademisyenlerin boşladığı, kesinlikle anlamsız bir kelime; uğraşmaya değmeyecek bir kuruntu, mitolojik canavar.

Peki, o zaman özgürlük nerede oluşur? İstediğimiz şeyi yapma gücünde mi? Odama gideceğim, kapı açık, girmekte özgürüm. Ama diyelim, kapı kapalıysa ve ben olduğum yerde duruyorsam, özgürce mi durmuş olurum? Kendimizi açıklayalım, demek ki sen o zaman durmak için sahip olduğun gücü kullanıyorsun, bu güce sahipsin ama dışarı çıkma gücüne değil.

Şu halde, hakkında ciltler dolusu yazılmış olan özgürlük, sahici anlamına indirgendiğinde, harekete geçme gücünden ibarettir.

“Bu adam özgürdür” ifadesi hangi anlamda konuşulmalı? Sağlık, kuvvet, mutluluk kelimelerini hangi anlamda kullanıyorsak öyle. İnsan her zaman kuvvetli, sağlıklı veya mutlu değildir. Büyük bir tutku, büyük bir engel onu özgürlüğünden veya harekete geçme gücünden mahrum bırakabilir.

Özgürlük ve özgür irade kelimeleri, demek ki soyutlamalardır; güzellik, iyilik, adalet gibi genel terimlerdir. Bu terimler, insanların daima yakışıklı, iyi ve adil oldukları anlamına gelmeği gibi, onların özgür olduğu anlamına da gelmez.

Dahası, özgürlük harekete geçme gücünden ibaret ise bu güç nedir? Bedenimizin bir işlemi ve organlarımızın fiili durumudur. Lebnitz bir geometri problemi çözecekken felç geçirir; kesinlikle o problemi çözme özgürlüğüne sahip değildir. Dinç bir genç adam, tutkuyla âşıktır; kollarında istekli metresi vardır; o anda tutkularını baskı altına almakta özgür müdür? Kesinlikle değildir. Keyif sürme gücüne sahiptir ama kaçınma gücüne sahip değildir. Demek ki Locke, özgürlüğe güç demekte çok haklıymış. Ne zaman bu genç adam, tutkularının şiddetine rağmen kaçınabilir? Ne zaman ki daha güçlü bir fikir ruhunun ve bedeninin zembereklerini aksi yöne doğru kurar, o zaman.

Ama nasıl? Hayvanlarda da aynı özgürlük, aynı güç var mıdır? Neden yoktur? Onların da duyguları, hafızaları, sezgileri ve bizimki gibi anlama yetenekleri var, bizim de davrandığımız gibi hesapsız hareket ederler. Aynı bizim gibi, kendi algılarının doğruluklarına ve kendi organlarının işleyişine göre harekete geçme gücüne sahip olmaları gerekir.

Eğer bu böyleyse, her şeyin makinelerden ibaret olduğunu, evrendeki her şeyin ebedi yasalara maruz kaldığını haykırırız. İyi de, her şeyi milyonlarca yerli yersiz isteğe maruz bırakır mıydın? Ya her şey şeylerin doğasının sonucudur veya mutlak bir efendinin ebedi düzeninin işidir; her iki durumda da, bizler dünyanın makinesinin tekerleklerinden ibaretiz.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.