I. Cilt
( - 1350)

II. Cilt
(1350 - 1650)

III. Cilt
(1650 - 1800)

IV. Cilt
(1800 - 1970)

İngilizler Hakkında Mektuplar

Voltaire

Francois-Marie Arouet, namıdiğer “Voltaire”(1694–1778) filozofların en önde geleniydi ve Eski Rejime yapılan saldırının da çıbanbaşıydı. Kariyerinin ilk denemelerine ait İngilizler Hakkında Felsefi Mektuplar (Letteres philosophiques sur les Anglais,1734) adlı metninde Voltaire, Fransızlara İngiltere’yi, İngiliz hükümetini, İngiliz dini ve görüşünü açıklamıştır. Bu metninde Voltaire, Fransız Aydınlanması’nda Descartes’ten daha çok Aydınlanma’nın piri olmuş, İngiltere’nin büyük adamları Bacon, Locke ve Newton’a olan hayranlığını bildirmiştir. (Dizinin ikinci cildinde yer alan Voltaire metinlerine bakınız (sf.705, 758, 863).

Basmakalıp ve manasız bir soru olan “En büyük kim; Sezar mı, İskender mi, Timur mu, Cromwell mi?” sorusunun tartışması üzerinden çok da zaman geçmemiştir.

Bu soruya, birisi Sör Isaac Newton’nun onların hepsinin önüne geçtiğini söyleyerek cevap vermiştir. Bu soruyu cevaplayan beyefendinin iddiası hiç de haksız değildir. Öyle ki, eğer gerçek büyüklük, cennetin muhteşem dehasına sahip olup bu dehayı bizim ve başkalarının zihnini aydınlatmakta kullanmaksa, eşine benzerine bin yılda bir rastlayabileceğimiz Isaac Newton gerçekten de büyük bir insandır. Ayrıca, o siyasetçiler ve fatihler genellikle (her çağda var olan) birer haindiler. Bu adam, kendi hemcinslerinin kölesi olmuşlara değil doğruların zoruyla dünyanın geri kalan kısmının zihnine hükmeden saygımızın onu çirkinleştirenlerle değil evrenle iç içe olduğunu iddia eder.

Sonuç olarak, benden İngiltere’nin dünyaya kazandırdığı önemli şahsiyetlerin bir listesini çıkarmam talep edildiğinden, onlardan birkaçı olan Lort Bacon, Sayın Locke ve Sör Isaac Newton ile başlayacağım. Ardından, bu şahsiyetlerin sıralamasına göre, savaşçılar ve devlet bakanlarına yer vereceğim.

Kendimi, tüm Avrupa’nın itibari olan Lord Bacon’u adamakıllı bir şekilde bize kazandıran şeylerden bahsetmekle sınırlandıracağım. Lort Bacon’un, bu aralar, en işe yaramaz ve en az okunan eseri, yani Novum Scientiarum Organum onun tüm eserlerinin en iyisidir. Bu felsefenin uyanmasını sağlayan bir temel taşıdır ve büyük mabedin en azından bir kısmı inşa edildiğinde bu temel taşı artık kullanılabilir durumda değildi.

Lord Bacon henüz doğayla tanışmamıştı ancak ardından ona yönelen birçok yol keşfetti ve öğrendi. Bacon, gençlik yıllarında üniversitelerde felsefe diye adlandırılan şeye tepeden bakmıştı. Bacon, yalnız ihmalkârlık yüzünden kutsal addedilen terimleri değil, aynı zamanda din ile gülünç bir şekilde karıştırılarak yine kutsal addedilen kendi alakasız terimleri, tözel biçimleri, boşluk korkuları ve safsatalarından insan aklını arındırmak amacıyla insan toplumlarının kurulması için elinden geleni yaptı.

O deneysel felsefenin babasıdır. (…) Lord Bacon’dan önce hiç kimse ne deneysel felsefeyle ne de onun döneminden bu yana yapılmış birçok fiziksel deneyle ilgilenmiştir. O nadir deneylerinden birine eserinde de değinilir ve kendisi de birçok deney yapmıştır. Bacon, hava elastisitesini ölçmeye yarayan bir çeşit basınçlı motor yapmıştır. Bu motorun ağırlığının keşfinin bütün özelliklerine olduğu gibi yaklaştı, ancak biraz zaman sonra Toricelli bu doğruyu benimsedi. Kısa zaman içerisinde, deneysel felsefe birdenbire Avrupa’nın pek çok bölgesinde işlenmeye başlandı. Deneysel felsefe Locke’ın da kavramına sahip olduğu ve onun taahhütleriyle cesaretlenen bütün filozofların meydana çıkarma gayreti gösterdiği saklı bir hazineydi.

Bay Locke Üstüne

Belki de Locke’tan başka hiç kimse bu kadar sağgörülü ve muntazam bir dehaya sahip olmamıştı veya Bay Locke’tan daha çok mantıkçı değildi; buna rağmen Locke matematikte çok da yetenekli sayılmazdı. Bu büyük insan, ne meşakkatli matematik hesaplamalarına ne de ilk bakışta akla yatkın gelmeyen matematiksel doğru arayışına kendini kaptırmıştı ve kimse ondan daha iyi kanıtlar sunamamıştı; bu da bize bir insanın geometrik zekâya sahip olabilmesi için geometri bilmesi gerekmediğini gösteriyor. Ondan önce birçok filozof, en olumlu şekilde, insan ruhunun ne olduğunu açıklamıştır. Ancak onların bu konuya ilişkin en ufak fikirleri dahi olmadığından, birbirlerinden farklı fikirlere sahip olmaları gayet anlaşılabilirdir.

Sanat ve yanılsamanın ilk tohumlarını attığı ve insan aklının ihtişamının yanı sıra budalalığının da şaşılacak hale geldiği Yunanistan’da, bugün bizim yaptığımız gibi insanlar da eskiden ruhun doğasını sorgularlardı.

Güneşin Mora Yarımadası’ndan daha büyük olduğunu, karın siyah olduğunu ve cennetin taştan yapılmış bir yer olduğunu insanlığa öğretmesi onuruna mihrabı dikilen Yüce Anaxagoras, ruhun hayali bir varlık olmasının yanı sıra ölümsüz bir varlık olduğunu da doğrulamıştır. Diogenes (sahte para bastıktan sonra gülünç duruma düşen filozof Diogenes’ten bahsetmiyoruz) ruhun, Tanrı’nın tözünün bir parçası olduğunu savunur. Bu, kutsallığını kabul etmemiz gereken bir fikirdir. Epicurus, ruhun bedenle aynı konumda yer alan parçalardan meydana geldiğini savunmuştur.

Anlaşılmaz olduğundan dolayı binlerce açıklama sunmak zorunda kalan Aristo, birkaç öğretisine göre, bütün insanlardaki anlayışın yegâne olduğu ve bu anlayışın aynı töze dayandığı fikrini benimsemiştir. (…)

Pederlere ilişkin olarak da şunu söyleyebiliriz ki, ilkel çağda bu Pederlerin çoğu, ruhun beşeri bir varlık, meleklerin ve Tanrı’nın ise maddi bir varlık olduğuna inanmıştır. İnsanoğlu, tabii olarak, içinde bulunduğu her düzeni geliştirmeyi kendine görev bilmiştir. Aziz Bernard, Peder Mabillon’nun da itiraf ettiği gibi, ruhun ölümden sonra göğe yükseldiğinde Tanrı’yla yüzleşmediğini, ancak İsa’nın insan doğasıyla buluştuğunu söylemiştir. Ancak, Haçlı Seferi macerası onun itibarını daha önce zedelediğinden, sözüne bu kez itibar edilmemişti. Ardından, ruhun ne olduğuna ilişkin gayet açık bir fikre sahip olduklarından ve metinlerinden kimsenin tek kelime bile anlamayacağından emin olan Irrefragable Doktor, Subtile Doktor, Angelic Doktor, Seraphic Doktor, Cheurubic Doctor gibi binlerce âlim yetişmiştir. Eski çağın yanılsamalarını keşfetmek ve aynı zamanda kendi yerini almak için doğmuş olan Descartes’ımız, en büyük adamların zihinlerini bulandıran sistematik ruhtan kaçmış, ruhun düşünce ve öz ile aynı şey olduğunu göstermiş, hatta ruhun ona göre kapsam ile aynı olduğunu belirtmiştir. O, insanoğlunun ebediyete ilişkin düşündüğünü, ruh ve ruhun bedenle birleşmesinin Tanrı’yı tanıma, sonsuz uzay, bir sözcükteki soyut fikirlere sahip olma ve ana rahminden meydana geldiğini unutan en yüce vasıflarla donatılmış olma gibi metafiziksel kavramlardan haberdar edildiğini öne sürmüştür.

Peder Malebrache, kutsal yanılsamalarında doğuştan ideleri kabul etmekle kalmamıştır, aynı zamanda bizim varoluşumuzun en büyük nedeni olan Tanrı’dan hiç şüphe etmemiştir ve Tanrı’nın bizim ruhumuz olduğuna inanmıştır.

Bu kadar çok mantıkçının ruhun büyüsü üzerine yazmalarından sonra nihayet alçakgönüllülükle donatılmış bir bilge, ruhun tarihini ortaya koymuştur. Bay Locke, insan ruhunu aynen muhteşem bir anatomistin insan bedeninin kökenini açıkladığı gibi açıklamıştır. O, her zaman fizik bilimini kendine bir yol gösterici olarak görmüştür. Locke, zaman zaman olumlu konuşmaya cüret eder, ancak hemen ardından şüphe etmeye de başlar. Bilmediği şeyleri bir karara bağlamak yerine, günbegün bileceği şeylerin ne olacağını inceler.

Locke, bir bebeği doğduğu ilk andan başlayarak gözleme alır, onun anlama yetisinin gelişimini adım adım izler, onun bir hayvanla ne gibi ortak özellikleri olduğunu ve ondan ne gibi üstünlükleri olduğunu analiz eder. Her şeyden önce, varlığın sandığından daha bilinçli olduğuna kendini inandırır ve “Ruhun bizim bedenlerimizden önce mi, yoksa sonra mı meydana geldiği konusunu benden daha iyi bilenlere bırakacağım. Şunu itiraf etmeliyim ki, her zaman düşünmeyen ağır ruhlarla can bulmak benim kaderim; ruhun, daima hareket halinde olan o bedenlerden daha çok düşünmesi gerektiğini algılayamamak beni daha da mutsuz ediyor,” der.

Kendime gelince, göğsüm kabararak şunu söyleyebilirim ki, bu konuda Bay Locke kadar aptal olabilme onuruna ulaşmış durumdayım. Hiç kimse beni, her zaman düşündüğüme ve tasavvur edildiği üzere birkaç hafta sonra benim bilge bir ruh olduğum arzusuna sahip olmak için onun kadar eğilimli olabileceğime inandıramayacaktır.

Descartes ve Sör Isaac Newton’a Dair

Sör Isaac Newton’un hayatının seyri (Descartes’inkinden) epey farklıydı. 85 yaşına kadar mutlu bir yaşam sürdü, memleketinde çok fazla saygı gördü.

Sör Isaac Newton’un en büyük mutluluğu, sadece özgür bir ülkede doğmuş olması değildir, aynı zamanda tüm skolastik saçmalıkların yok olduğu bir dönemde doğmuş olmasıdır. Akıl artık eğitimliydi, dolayısıyla insanlık O’nun düşmanı değil, artık sadece öğrencisi olabilirdi.

İngiltere’de bu yeni filozoflarla ilgili yaygın görüş, sonrakinin bir hayalperest, öncekininse bir bilge olduğudur.

İngiltere’de çok az insan Descartes okumuştur ve doğrusu, geçen zamanda kendisinin çalışmaları faydasız bir hal almıştır. Diğer yandan, küçük bir grup Sör Isaac’a ait çalışmaları dikkatle incelemiştir, çünkü bunu yapabilmek için öğrencinin matematik alanında gerçekten çok yetenekli olması gerekir, aksi halde zaten söz konusu çalışmalar onun için anlaşılamaz olurdu. Ancak tüm bunlara rağmen, bu harika adamlar herkesin tartışma konusudur. Sör Isaac Newton, her avantajdan yararlanırken, Descartes bunlardan hiçbirine müsamaha göstermezdi. Bazılarına göre, vakumun keşfini, havanın ağır bir cisim olduğunu ve teleskopun icadını ilk bahsedilene borçluyuz.

Tek kelimeyle, Sör Isaac Newton, burada cahil insanlar tarafından kadim kahramanlara ait tüm zaferlerin kendisine yüklendiği unutulmaz hikâyedeki Herkül gibidir.

***

Geometri, Descartes’ın kendini bir ölçüde biçimlendirdiği bir rehberdir ve O’nun doğa felsefesi geçitleri arasından güvenle ilerlemesini sağlamıştır. Bununla beraber, sonunda bu rehberi terk etmiş ve kendini tamamen hipotezler oluşturmaya vermiştir ve bundan sonra felsefe O’nun için cahilleri eğlendirmekten başka işe yaramayan hünerli bir aşk macerasından başka bir anlam ifade etmemiştir. Ruhun doğası hakkında, Tanrı’nın varlığının kanıtları hakkında ve madde, hareket kanunları ve ışığın doğası hakkında yanılmıştır. Doğuştan var olan düşünceleri kabul etmiştir; yeni elementler keşfetmiştir, bir dünya yaratmıştır; kendi keyfine göre insanı biçimlendirmiştir; nitekim dürüst olmak gerekirse, Descartes’ın insanı gerçeklerinden çok farklıdır.

Kuramsal hatalarını o kadar ileri götürmüştür ki, iki artı ikinin dört etmesinin Tanrı’nın böyle istemiş olmasından başka nedeni olmadığını dahi iddia edebilmiştir. Yine de, hatalarının bile son derece değerli olduğunu kabul etmekle, O’na çok da büyük bir iltifatta bulunmuş olmayız. O kendi kendini kandırmıştır ama bunu hiç değilse yöntemli bir şekilde yapmıştır. İki bin senedir gençliğin kafasını meşgul eden, ancak gerçekleşmesi olanaksız tüm saçma fikirleri yok etmiştir. Çağdaşlarına nasıl düşünüleceğini öğretmiştir ve bu şekilde O’na ait silahları O’na karşı kullanmalarına imkân vermiştir. Descartes iyi para kazanmadıysa da temel alaşımı yasaklayarak büyük bir hizmette bulunmuştur.

Gerçekte de, O’nun felsefesini Sör Isaac Newton’unkiyle kıyaslamaya çok az insanın cesaret edeceğini düşünüyorum. İlki bir kompozisyondur ama sonraki bir başyapıttır. Ama bizi gerçeklik yoluna ilk getiren adam, muhtemelen sonrasında bizi aynı yoldan ilerleten adam kadar büyük bir dâhidir.

Descartes körlere görme kuvveti vermiştir. Bunlar, ilkçağ ve bilim dallarının hatalarını görmüşlerdir. O zamandan beri, ilerlediği yol sonsuzluk olmuştur. Yıllar boyunca Robault’nun küçük çalışması, tam bir fizik sistemi olmuştur, ancak şimdi Avrupa’daki birçok yüksekokulun tüm işlemleri bir araya gelse bile bir sistemin başlangıcındakiler kadarını meydana getirmemektedir. Bu dipsiz kuyu ölçüldüğünde dibi bulunamamıştır.

Bu platformun teknik altyapısı Zekare Bilgi Teknolojileri tarafından sağlanmaktadır.