Felsefenin Prensipleri*
Felsefenin Prensipleri adlı eserinde Descartes doğanın gerçekte amaçtan ve güzellikten yoksun olan matematiksel bir makine olduğunu ilan eder.
I. Maddi nesnelerin varlığının kesin olarak bilinmesini sağlayan zeminler (...) bu meseleyi Tanrı’dan, kendimizden ve zihnimizden tamamen ayrı olarak açıkça izah ediyoruz ve bu fikrin, zihnimizin dışındaki, her açıdan benzer nesneler vesilesiyle bizde oluştuğunu daha da açık biçimde fark ediyoruz. Ama önceden de ifade edildiği gibi, Tanrı kendi doğasına uygun olmadığı için bizi aldatmış olamayacağından uzunluk, genişlik ve kalınlık ile görülür ve görülen nesneye ait olduğunu açıkça anladığımız bütün bu özelliklere sahip belirli bir nesne olduğu sonucunu hiç tereddüt etmeden çıkarmalıyız. Takdim edilen bu öze cisim veya madde diyoruz.
(…)
IV. Cismin doğası ağırlığından, sertliğinden, renginden ve benzerlerinden oluşmaz; sadece görünümünden oluşur. Böyle düşünüldüğünde, maddenin veya cismin doğasını sert, çok ağır veya renkli olmasıyla veya başka biçimde duyularımıza hitap eden özellikleriyle değil, basitçe boyu, genişliği ve derinliğiyle görülen bir öz olarak tarif edebiliriz... Aynı şekilde, somut bir maddenin algılanan ağırlığının, renginin ve bu türden tüm diğer niteliklerinin kendisinden alınması durumunda madde yine bütün olarak kalır; bu nedenle, cismin doğası bunların hiçbirine bağlı değildir.
(…)
XXII. Ayrıca gökyüzünün ve yeryüzünün yapıldığı madde aynıdır ve bu yüzden dünyaların çokluğu söz konusu olamaz.Ayrıca tüm bunlar sayesinde gökyüzünün ve yeryüzünün aynı maddeden yapıldığı çıkarsaması kolayca yapılabilir; sonsuz sayıda dünya olsa da hepsi bu maddeden yapılmıştır; bunlara dayanarak diyebiliriz ki, dünyaların çokluğu imkânsızdır, çünkü doğası sadece kendi varlığından ve görünen özünden oluşan nesne, zaten diğer dünyaların kendi başına varolabileceği tüm hayal edilebilir uzamları tamamen işgal etmektedir ve bizde başka bir maddeye ilişkin bir düşünce mevcut değildir.
XXIII. Maddenin tüm çeşitleri veya biçiminin tüm farklılıkları harekete bağlıdır. Bu nedenle, tüm evrende tek bir tür madde vardır ve bunu bilebilmemizin sebebi onun bize görünür olmasındandır. Bu maddeye ait olduğunu açıkça algıladığımız tüm özellikler, onun parçalarına göre bölünebilme ve hareket edebilme kapasitesine indirgenebilir; yine buna göre, algıladığımız tüm bağlarını parçalarının hareketlerinden alabilir. Maddenin bölünmesi bir değişikliğe sebep olmaz ama tüm varyasyonları veya biçim farklılıkları harekete bağlıdır.
(…)
II. Tanrı’nın dünyayı yaratırken kendisi için belirlediği amaçları anladığımızı düşünmekten kaçınmalıyız. İkincisi, kendimizi çok büyük görmekten kaçınmalıyız, öyle görünüyor ki düşünme gücümüz Tanrı’nın gerçekte yarattıklarını aşabilme gücüne sahipmiş gibi, doğal sebepler veya ilahi açıklamalar ile, kesin olarak bilmediğimiz halde, dünyaya belirli sınırlar çizmeye çalışıyoruz; aynı şekilde Tanrı’nın her şeyi bizim için yarattığını veya Tanrı’nın evreni yaratma amacını aklımızın gücüyle anlayabileceğimizi düşünüyoruz.
III. Her şeyin insanlar için yaratıldığı hangi anlamda söylenebilir. Ahlaki açıdan bakıldığında, Tanrı’nın her şeyi bizim için yarattığına ve böylece O’na karşı daha fazla şükran ve sevgi hissetmemiz için teşvik edildiğimize inanmak dindarca bir düşünce olabilir; sadece yaratılan o şeyi düşünerek zihinlerimizi çalıştırmak, böylelikle Tanrı’yı onurlandırmak için bile olsa bir şekilde faydalanmadığımız hiçbir şey yaratılmadığından, her şeyin bizim için yaratıldığı, onların yaratılışında Tanrı’nın başka bir amaç gözetmediği, her ne kadar bu anlamda doğru da olsa, yine de hiçbir şekilde mümkün değildir. Ayrıca bu varsayım fiziksel akıl yürütme açısından açıkça saçma ve uygunsuzdur, çünkü şüphesiz insanoğlu tarafından asla görülmemiş, bilinmemiş ve asla kullanılmamış birçok şey mevcut olabilir yahut bir zamanlar mevcut olmuş ama şu anda yok olmuş olabilir.
(…)
CXCVIII. Duyularımız sayesinde, biçimleri (veya durumları), büyüklüğü ve hareketi dışında harici nesnelere dair hiçbir şey bilemeyiz. (…) Bir cismin hareketine diğer bir cismin sebep olabildiğini ve parçalarının boyut, biçim ve durumlarına göre çeşitlendirilebileceğini kolayca anlayabiliriz ama bahsi geçen bu şeylerin (örneğin boyut, şekil ve hareket) örneğin birçok filozofun cisimlerde mevcut olduğunu düşündüğü esas biçimlerin ve gerçek niteliklerin, kendilerinden tamamen farklı bir doğaya sahip bir şey üretebileceğini hiçbir şekilde anlayamıyoruz; ayrıca bu niteliklerin veya biçimlerin diğer cisimleri harekete geçirme gücüne nasıl sahip olabildiklerini de anlayamıyoruz. Ama ruhumuzun doğası sayesinde, ruhtaki tüm hislerin vücudumuzun farklı hareketlerinden kaynaklandığını bildiğimize ve deneyler sayesinde bu hislerin bazılarına gerçekte bu hareketlerin sebep olduğunu ama harici duyu organlarımız tarafından beyne iletilmeyen bunların dışındaki hiçbir hareketi keşfedemediğimizi öğrendiğimize göre, aynı şekilde, farklı yöntemlerle sinirlerimizi harekete geçirme gücü olmayan harici nesneleri, yani ışık, renk, koku, tat, ses, sıcaklık veya soğukluk ve diğer dokunsal nitelikleri veya esas biçimleri hiçbir biçimde anlayamayacağımız sonucuna varırız.
CXCIX. Bu risalede açıklaması unutulmuş hiçbir doğa fenomeni yoktur. Basitçe yapılmış bir sıralama sayesinde, bu risalede açıklaması unutulmuş hiçbir doğa fenomeni olmadığı anlaşılabilir, çünkü duyular tarafından algılanmayan hiçbir şey doğa fenomeni olarak düşünülemez. Cisimlerde nasıl mevcut olduklarını açıkladığım hareket, büyüklük ve biçim (ve her bir cismin parçalarının durumu) hariç tutulursa; az önce gösterdiğimiz gibi, bildiğimiz kadarıyla büyüklük, biçim ve hareketten oluşan belirli nesne tertiplerinden başka bir şey olmayan ışık, renkler, kokular, tatlar, sesler ve dokunsal nitelikler dışında duyularımızla algıladığımız hiçbir şey yoktur.
* Rene Descartes, Düşünceler ve Felsefenin Prensiplerinden Seçmeler, çeviren John Veitch, Edinburgh, Sutherland and Knox, 1853, s. 152-154, 164, 167-168, 176-178.