Evrim ve Etik
Thomas Henry Huxley (1825-1895) bilimadamı olarak belirgin bir şöhrete sahip olsa da aslında “Darwin’in buldoğu” olarak tanınıyordu; evrim doktrinini ortodoksluğa karşı savunanların en iyisiydi. Büyük oranda onun etkisiyle “varlık mücadelesi” ve “doğal seleksiyon” terimleri, hayatının ilerleyen dönemlerinde yazdığı gibi, “ev içinde kullanılan bir kelime ve gündelik bir kavram” haline geldi. Evrim ve Etik (1893) adlı denemesinde Huxley evrimle ilişkili çıkarımların felsefe ve ahlak üzerindeki etkilerini tartıştı ve fin de siecle’nin [yüzyılın sonu] ruh haline ilişkin bazı ilginç gözlemlerini paylaştı.
Nasıl ki hızlı akan bir dereden geçen hiç kimse ayağını iki defa aynı suya sokmuyorsa, kimse de duyularla algılanabilen bu dünyada kesin olarak bir şeyin olduğunu teyit edemez. O daha sözcükleri söylerken, hayır, daha düşünürken, yüklem kullanılabilir olmaktan çıkar; şimdiki zaman geçmiş zaman oluverir; “oluyor” derken “oldu” demek gerekir. Şeylerin doğası hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, geri kalan şeylerin sadece algılanmayan faaliyetler olduğu o kadar aşikâr hale gelir; görünen huzur aslında sessiz ama hararetli bir savaştır. Her parça, her anda kozmosun durumu rekabet halindeki geçici düzenlerinin ifadesidir; tüm savaşçıların sırası gelince düştüğü bir çekişme sahnesidir. Her bir parça için geçerli olan, bütün için de geçerlidir. Doğal bilgi gitgide “gökteki koronun ve yeryüzündeki mobilyaların” evrim boyunca yol alan kozmik özlere ait parçaların geçici biçimleri olduğu sonucuna yaklaşmaktadır; sisler içindeki bir potansiyelden, Güneş ve gezegenler ve uyduların sonsuz büyümesi yoluyla, maddenin tüm çeşitlenmeleri yoluyla, yaşamın ve düşüncenin sonsuz farklılıkları yoluyla, muhtemelen ne konseptini bildiğimiz ne de biçimlendirmeye yetkin olduğumuz varlık modları yoluyla, içinden çıktıkları tanımlanamaz gizliliğe geri dönerler. Bu nedenle, kozmosun en bariz özelliği geçiciliğidir. Hiçliğin enerjinin akışına ve içine işlemiş akılcı düzene dayandığı değişken bir sürecin kalıcı bir varlığı durumunu pek üstlenmez.
Modern karamsarlığı yeterince biliyoruz, en azından bir spekülasyon olarak... Ayrıca türlerin mükemmeliyetini, barışın hâkimiyetini ve aslanla kuzunun dönüşüm sahnelerini vazeden modern spekülatif iyimserliği de biliyoruz ama kırk yıl önce duyduğumuz kadar sık duyamıyoruz; aslında artık bilge kişilerin toplantılarında değil, sağlıklı ve zengin olanların masalarında bahsinin daha sık geçtiğini tahmin ediyorum. Anladığım kadarıyla çoğumuz ne karamsarlığa ne de iyimserliğe eğilim gösteriyor. Dünyanın ne iyi ne de kötü olduğunu düşünüyoruz; o nasıl algılıyorsak öyle ve çoğumuz ara sıra onun nasıl olduğunu keşfedecek sebeplerle karşılaşıyoruz. Hayatı yaşamaya değer kılan keyifleri deneyimlemekte başarısız olanlar, muhtemelen o tatların varlığını yağmalayan ve hayatın en zengin meyvelerini toza ve küle döndüren acıları bilmeyenler kadar azdır.
Ayrıca felsefi ve dini meselelerdeki görüşleri ne kadar farklı olursa olsun, çoğu insanın hayattaki iyilik ve kötülüğün oranının çok ciddi biçimde insanların eylemlerinden etkilendiği konusunda hemfikir olacaklarını varsayarken sanırım yanılmıyorum. Kötülüğün bu yüzden artacağından veya azalacağından şüphelenen kimseyi duymadım; bunun sonucunda iyilik de benzer biçimde ekleme veya çıkarmalardan kolay etkilenecektir. Neticede, bildiğim kadarıyla, şeyleri iyileştirme gücümüz arttıkça en büyük görevimiz kendi türümüze bu üstün hizmeti sağlamak için tüm zekâmızı ve enerjimizi eğitmek ve kullanmaktır.
Bu yüzden sorunun asıl ilgilendiği, doğa bilgisindeki modern ilerleyişin ve özellikle evrim doktrinindeki gelişmenin genel sonuçlarının birbirimize yardım etme işinde bize ne dereceye kadar yardımcı olacağıdır.
“Evrimin etiği” fikrini ileri sürenler, etiğin evrimi teriminin spekülasyonlarının nesnesini daha iyi ifade edebileceği durumlarda, ahlaki duyguların kökeninin diğer doğal fenomenler gibi evrimsel sürece bağlı olduğu yönünde az çok ilginç bir dizi olgu ve az çok sağlam argümanlar ileri sürüyor. Kendi adıma, onların doğru yolda olduklarına dair biraz şüphem var ama ölümsüz duygular daha az evrim geçirmediğinden, doğal onay biri için olduğu kadar öbürü için de geçerlidir. Hırsız ve katil nasıl doğasına uyuyorsa, hayırsever kişi de kendi doğasına uyuyor. (...)
Ünlü “evrim etiği”nin içine işlemiş başka bir safsata daha var bence. Bir bütün olarak hayvanların ve bitkilerin varlık mücadelesi ve bunun sonucunda en güçlü olanın hayatta kalması vasıtasıyla oluşumlarını mükemmelleştirme yönünde ilerlemesinden hareketle, bir toplum içinde yaşayan insanların da etik birer varlık olarak mükemmelleşme yolunda aynı süreci izlemesi yönündeki nosyondan bahsediyorum. Bu safsatanın, en güçlü olanın hayatta kalması ifadesinin talihsiz biçimde muğlak olmasından kaynaklandığından şüpheleniyorum. En güçlü sözünün “en iyi” çağrışımı var ve bu “en iyi”nin ahlaki bir yönü var. Ancak kozmik doğada en güçlü olmak koşullara bağlıdır. Yarıküremiz yeniden soğursa, en güçlünün hayatta kalması kuralının, bir sebze krallığında, gitgide daha bodur ve daha mütevazı organizmalardan oluşan bir nüfusu meydana getirebileceği, en güçlünün hayatta kalmasının likenlerin, diyatomelerin ve benzer mikroskobik canlıların kırmızı kara rengini vereceğini uzun zaman önce ifade etmiştim; eğer iklim ısınırsa bu defa o güzel Thames ve Isis vadileri tropik bir cangılda çoğalanlar dışında canlı hiçbir varlığa ev sahipliği yapamaz. Çünkü en güçlüler, yani değişen koşullara en iyi adapte olanlar hayatta kalacaktır.
Toplum içindeki insanlar da şüphesiz kozmik sürece tabidir. Diğer hayvanlarda olduğu gibi çoğalma kesintisiz olarak devam eder ve destekleyici vasıtalar için zor bir rekabet gerektirir. Varlık mücadelesi, var oldukları ortamın şartlarına adapte olmakta daha başarısız olanları ortadan kaldırmaya eğilimlidir. En güçlü ve kendi gücünü kabul ettirmekte en başarılı olan, zayıf olanı çiğnemek eğilimindedir. Ama bir toplumun medeniyeti ne kadar gelişmemişse, kozmik sürecin o toplumun evrimi üzerindeki etkisi de o kadar fazla olacaktır. Sosyal ilerleme, her adımda kozmik süreci kontrol etmek ve onu etik süreç olarak adlandırılabilecek başka bir süreçle ikame etmektir; bunun sonucunda şans eseri mevcut koşullar açısından en güçlü olanlar değil, etik açıdan en iyi olanlar hayatta kalır.
Daha önce de ileri sürdüğüm gibi, etik açıdan en iyi olanı uygulamak, yani bizim iyilik veya erdem olarak adlandırdığımız şey, kozmik varlık mücadelesinde başarıyı getiren şeylere her açıdan tamamen zıt bir tutumdur. İnsafsızca kendi fikrini dayatmak yerine kendine hâkim olmayı talep eder; tüm rakipleri kenara itmek veya ayaklarının altında çiğnemek yerine komşularına sadece saygı duymayı değil, yardım etmeyi de gerektirir; etkisini en güçlü olanın hayatta kalması için değil, mümkün olan en fazla kişinin hayatta kalması için onları güçlendirmek amacıyla kullanır. Gladyatörlerin varoluş teorisini reddeder. (...)
Günümüz bireyselcileri bu basit düşünceleri göz ardı ettiği için kozmik doğada olanları topluma uygulamaya çalışıyorlar. Bir kez daha doğayı takip etme yönündeki stoacı emirleri yanlış uyguluyoruz; bireyin devlete karşı olan görevleri unutuluyor ve kendini fikirlerini dayatma yönündeki eğilimi hak adı altında yüceltiliyor. Bir toplumun üyelerinin güçlerini birleştirerek, bireyleri topluma karşı payına düşeni yapmaya zorlamaya, hatta toplumu yıkmak için elinden geleni yapanları engellemeye hakları olup olmadığı ciddi biçimde tartışılmaktadır. Kozmik doğada hayran olunacak sonuçlar sağlayan varlık mücadelesinin, etik alanında da fayda sağlayacağı iddia ediliyor. Ancak benim ısrarcı olduğum şey doğruysa, kozmik sürecin ahlaki amaçlarla hiçbir ilişkisi yoksa, insanların bunu taklit etmesi etiğin ilk prensibiyle çelişiyorsa, bu şaşırtıcı teori neye dönüşecektir?
İlk ve son defa, toplumun etik açıdan ilerlemesinin kozmik süreci taklit etmeye değil, ondan kaçmaktan çok onunla savaşmaya bağlı olduğunu anlayalım. Bu yüzden mikrokozmosu makrokozmos ile kapıştırmak ve insanı daha yüksek amaçları için doğayı boyun eğdirmeye zorlamak cüretkârca görünebilir ama uğraştığımız antik dönemler ile bugün arasındaki büyük entelektüel farkın temeli bence böylesi bir girişimin belirli bir başarı şansına sahip olduğuna dair duyduğumuz umuttur. (...)
Evrim teorisi bin yıllık beklentilerin hiçbirini yüreklendirmez. Eğer milyonlarca yıldır yerküremiz yukarıya doğru çıktıysa, bir noktada zirveye ulaşılacak ve yokuş aşağı iniş başlayacak demektir. En cüretkâr hayal gücü bile insanın gücünün ve zekâsının iyi bir yılın akışını durdurmaya yeteceği önerisine inanmakta zorlanacaktır.
Ayrıca, kozmik doğa bizimle doğmuştur ve büyük oranda bizim hayatta kalmamız için gerekli olan milyonlarca yıllık ağır eğitimlerin sonucudur; onun ustalığına boyun eğdirerek tamamen etik amaçlara ulaşmak için birkaç yüzyılın yeteceğini düşünmek ahmaklık olacaktır. Etik doğa, dünya var oldukça inatçı ve güçlü bir düşmanla karşı karşıya olacağını hesaba katmalıdır. Ancak diğer yandan, bugün tarihin kapsadığından daha uzun bir süre sonunda zekânın ve iradenin, sağlam araştırma prensiplerinin kılavuzluğunda ve organize ortak bir çabayla varlığın koşullarını nereye kadar değiştirebileceğini tahmin bile edemiyorum. Ayrıca, insanın doğasını değiştirmek için de çok fazla şey yapılabilir. Kurdun kardeşini sürünün sadık bekçisine dönüştüren zekâ, medeni insanların vahşice içgüdülerine hâkim olmak için bir şeyler yapabilmelidir.
Ama dünyadaki esas kötülüğü azaltmak üzere, kesin bilginin çocukluk döneminde, iki bin yıldan daha uzun süre önce varlık problemiyle karşılaşanlardan daha büyük bir ümit beslemeye başlarsak, bunu acıdan ve üzüntüden kaçmanın hayatın gerçek amacı olduğu nosyonunu bir kenara atma ümidimizi gerçekleştirmek için zorunlu bir şart olarak görürüm.
Irkımızın, hem iyinin hem de kötünün neşeyle karşılandığı kahramanca geçen çocukluk dönemini uzun zaman önce geçtik; ister Hint ister Yunan olsun, kötülerden kaçınma yönündeki denemelerimiz savaş alanından kaçmakla sonuçlandı; bize kalan gençliğin verdiği aşırı kendine güveni de, çocukluğun verdiği cesaretsizliği de bir kenara bırakmaktır. Biz reşit insanlarız ve insan iradesi kuvvetli biçimde:
Çabalamak, araştırmak, bulmak, ve teslim alınmamak için yolumuzun üzerindeki iyilikleri bağrına basmalı, içimizdeki ve çevremizdeki kötülüklere dayanmalı, cesur yürekleriyle onları azaltmaya çalışmalıdır. Buraya kadar hepimiz tek bir ümit için çabaladık:
Belki de körfezler bizi yıkayıp temizleyeceklerdir:
Belki de mutlu adalara dokunacağız,
... fakat sondan önce gelen bir şey var,
Belki de hâla asil anlamı olan birtakım işler yapılabilir.
(Alfred Tennyson’un Ulysses adlı şiirinden)
* Thomas Henry Huxley, Evrim ve Etik, Londra, Macmillan & Co.; 1894, s. 49-50, 78-83, 85-86.